Bir İstanbul sevdalısı olarak bu güzide şehri tefekkür ettiğimde şunları yaşarım;
“Sur içindeki İstanbul, imkân olsaydı da, Arnavut kaldırımlarıyla, cumbalı, bahçeli ahşap evleriyle, sebze bostanlarıyla, muhafaza edilebilseydi.. Sokaklarında dolaşarak evlere hizmet veren sütçüleriyle, sakalarıyla, yoğurtçularıyla, eşekli ya da atlı ekmekçileriyle ve zerzevatçılarıyla, mazide kalmış o güzel esintileri keşke şu anda da hissedebilseydik..”
Keşke..
Ama giden bir daha geri gelmiyor.. Bize de hatıralarla yaşamak kalıyor..
Ah aziz İstanbul ah!..
Vakti zamanında yeni bir İstanbul yapmayı düşünenler keşke surun dışına kursalardı şehri..
Evet, kurdular..
Ama nasıl?.
Önce sur içi mahvedildi, ardından da şehir İzmit’ten, Tekirdağ’a kadar uzatılarak ortaya ucube bir eser(!) çıktı..
Ardından, bütün gelenlerde eskilere adeta rahmet okutarak İstanbulu betonkente dönüştürdü..
Neyse.. Yine de şükrediyorum, aziz İstanbul’un son güzelliklerini yaşayabildim..
Yakın geçmişte bulunduğum bir dost toplantısında etrafıma toplanan gençlerle ayaküstü sohbete daldım..
İstanbul’dan açıldı konu..
İstanbul’u konuşmak istiyorum ama neyini konuşayım?..
Her muhitte pıtrak gibi açılan AVM’lerden mi bahsedeyim?.. Her köşe başında gün geçtikçe çoğalan nargile kafelerden mi dem vurayım?..
Gençler bunların hepsini benden iyi biliyor..
Ancak gençler kendilerinin yaşayamadıkları o güzel İstanbul’u bilmiyorlar ve o İstanbul'a meraklılar..
Ve biz de oradan girdik konuya ve başladık anlatmaya..
Anlatırkenden ara ara sordum gençlere;
Emirgân’daki tarihi Çınar altını bilir misiniz ey sevgili gençler?..
0rada içilen tavşan kanı çayın buruk lezzetini?..
Ya da şerbet nefasetindeki Karakulak suyunu?..
Veyahut Taşdelen’i, Sırmakeş’i, Hünkâr’ı, Hamidiye’yi, Çırçır’ı, Dereseki’yi, Çubuklu’yu?..
Devam ettim sormaya;
“Fatih Camiinin etrafındaki minyatür arsalarda yapılan bayrak maçlarından kaçınızın haberi var?..
Siz hiç Sultan Selimin bahçesinden Haliç’i seyrettiniz mi?..
(Şu an seyretseniz de tat alamazsınız.. Zira bir sürü irili ufaklı çirkin binalar görürsünüz.. Ne yazık ki bu abuk görüntülere imza atan ve kartvizitinde müteahhit yazan köy kalfaları hala daha cirit atıyor aziz İstanbul’da)
Peki gençler; Kanlıca’da üzerine pudra şekeri serpilmiş yoğurt yemeyi denediniz mi?..
Sakın yedik demeyin, inanmam!..
Benim söylediğim içine kaşığın zor girdiği hâlis koyun sütünden yapılan yoğurt!..
Dilburnu’ndan güneşin batışını, Üsküdar’dan Kızkule’sinin bir sülün gibi arz-ı endam edişini izlediniz mi?..
Bülbül gibi şakıyıp, ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum’ diyen Sabite Tur Gülerman’ı hanginiz biliyorsunuz?..
Beykoz’un paçasından, Balat’ın işkembe çorbasından, Kavağın incirinden, Çengelköy’ün bademinden, Yedikulenin marulundan haberiniz var mı?..”
Genç kardeşlerimizin hiçbirinden ses çıkmadı..
Gençlerin suçu yok elbette..
Kabahat, onlara güzel bir İstanbul bırakamayan bizlerde..
İstanbul’da yaşamak!..
İstanbul’un maddi manevi imkânlarından yararlanmak..
İnanın, insan için fevkalâde bir lütuf, fevkalâde bir ihsan..
Netice-i kelâm;
İstanbul bir kültür..
İstanbullu olmak ise bir büyük talih!..
Zarif Türkçesiyle, nezaketiyle, hoşgörüsüyle, aziz İstanbullu olabilmek!..
Ve bu özellikleri hazmedebilmek..
Kaç kişiye nasip olur ki?..
Vesselâm..
.
Sami Özey, dikGAZETE.com