?>

Isparta’nın alaylı tarihçileri

Ramazan Topraklı

3 yıl önce

ISPARTA’NIN ALAYLI TARİHÇİLERİ

Isparta Hakkında

Isparta bugün için Aksu, Atabey, Eğirdir, Gelendost, Gönen, Keçiborlu, Senirkent, Sütçüler, Şarkîkaraağaç, Uluborlu, Yalvaç, Yenişar-bademli ve Merkez olmak üzere 13 ilçeden müteşekkil bir ildir. 

Isparta (Sparta) adına, tarihî metinlerde ilk kez 1159’da Kinnamos’ta “Sarapata Mylonos” olarak rast geldim. İbn Bîbî Isparta’yı 1204 yılında “Mağrib diyârı denizi sahillerinde Sparta” olarak verir. Mağrib diyârı denizi, Eski Eğirdir Gölü’dür. 

İbni Battuta da Sparta olarak söz eder (yıl 1332). Spartaküs, Spartalı olduğu için Isparta, MÖ 70 civarı geçer. Truva savaşındaki Sparta’nın bugünkü Isparta olduğunu düşünürsek, Isparta adına ilk kez MÖ 1200 civarı rastlanır. İskit kraliçesi Sparethra’nın adına göre Isparta adı, İskit dilinde de olabilir (Anna, 1996: 369, 4). 

Birçok kişi Remsi’nin (Ramsay) izahına göre Isparta adını, Baris ile ilişkilendirir ve Baris, Barida, İsbarida ve Isparta olarak evrimleştiğini söyler ki, gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Isparta ilinde Keçiborlu-Kılıç ve Barla önünde, göl altında olmak üzere iki Baris (Farı) var. Barla önündekine Sasa-Baris de denilir. Afyonkarahisar’ın bir adı da Santabaris, yani Sentefer’dir. İbn Hordazbih ve el-İdîsî bu adı Sendeburi yazmışlardır. Eskilerin yönlendirmesiyle Isparta adının Mora yarımadasındaki Sparta’dan geldiğini sanırdık, meğer Isparta, bir Anadolu adıymış. 

Hamid-oğulları Beyliğinin kurucularına tâbi olan Kaya, Ertuğrul, Osman beyler ve onlara tâbi Türkler, Hamid Beyin (Amourios: Uluborlu hâkimi) gayretiyle Eğirdir Gölü çevresinden alınıp, Söğüt civarına yerleştirildiler.

Kader icabı Osmanlı gelişti, büyüdü ve Orhan Gâzî 1327 yılında bağımsız oldu. Karamanoğlu işgaline uğramamak için Hamid’e tâbi altı kaza (Seydişehir, Beyşehir, Akşehir, Şuhut, Karaağaç, Yalvaç), Osmanlı’ya intikal etti ve Hamid livası kanunnamesiyle idare edilmeye başlandı (yıl 1382). Bilâhare Uluborlu, Eğirdir, Isparta, Burdur, Gölhisar, Korkuteli, Antalya ve Alanya da Osmanlıya intikal etti. Hamid-oğullarının başşehri, uzun zaman içinde Uluborlu, Eğirdir, Gönen ve Isparta oldu. Uluborlu, Eğirdir ve Yalvaç ilk kez 1075, Isparta ise 1204 yılında fethedilmiştir.

Isparta, Hamideli’nde bir kazanın adıyken, 1892 veya 1893 yılında hem merkez kazanın, hem sancağın adı, Abdülhamid tarafından Hamidabad yapıldı. Bu değişiklikte Ispartalı Hüseyin Avni Paşa düşmanlığının büyük payı olmalıdır. 1926 yılında ise, vekiller heyetince hem merkez ilçenin, hem de ilimizin adı Isparta olarak değiştirildi.

Aksu ilçesinin eski adı Anamas olup, bu isim Yunanca Anemas adından gelmiş olmalıdır. Atabey’in eski adı ise Agros’dur. Eğirdir’in Likya (Lykia), Lâdik (Laodikya, Lâzikiye), Klaudiopolis, Hierakorifitis, Akrokos, Eprevier, Felekiyye, Eflâk, Felekbâr, Felekabad, Kubadabad, Denizli (Toñuzlu) ve Eğridir (Ekriduz) gibi adları zikredilmiştir.

Metinlerde Afsaka okunan ismin Eflâk, Toğurla okunan ismin de Toñuzlu olduğunu düşünüyorum. Gelendost’un Gelendos (Goe Leontos veya Leontos), Gönen’in Konana, Keçiborlu’nun Kiçi-borlu, Senirkent’in Señirkent veya Sınırkent, Sütçüler’in Yuva ve Şarkîkaraağaç’ın Karaağaç gibi adları vardır. Uluborlu’nun, Mordion (Mordiaion), Amorion, Apollonia, Sozopolis, Metropolis, Cirimbolu, Burglu ve Becene (Bitzina) adları kaydedilmiştir. Anna’nın “şehirlerin kıraliçesi”, İbnü’l-Esir’in “Hıristiyanların gözbebeği, Hıristiyanların nezdinde İstanbul’dan daha şerefli” dedikleri şehir Uluborlu’dur. Uluborlu adının kökeni için “Ulu-bor-lu”, “Ulu-burg-lu” denirse de kanaatimce Ulu-bârlı (Ulu-kaleli) adındaki “bâr” hecesinin ses uyumuna göre “bor”, “lı” ekinin de “lu” olmasıyla Uluborlu ortaya çıkmıştır.

 Yalvaç’ın Antakya (Antiocheia), Küçük Antakya (Antióchette), Küçük Atina, Filâdelfiya (Philadelphia), Masır, Flavia (Flaviapolis), Menderes Antakyası (Antiocheia on the Maeander), Yanık Antakya (Antakya el-Muhterika), Firikya Antakyası, Pisidia Antakyası, Alaşehir ve Yalavaç gibi adları vardır.  Bize kadar Yalvaç adının Peygamber anlamında olduğunu yazıldı ve söylendi. Biz Yalvaç adının, Yalavaç adıyla, yani yalav veya alev’den hâsıl olan “yanık” demek olduğunu düşünüyoruz. Yalvaç kumandanların kekaumenos (yanık) sıfatları da buna işarettir.

Alaylı Tarihçiler

ALAYLI TARİHÇİLER VE ESERLERİ HAKKINDA AÇIKLAMALAR.

01. Böcüzade: Konya Valisi İngiliz Sait Paşa’nın tavsiye ve ikazıyla belge toplamaya ve yazmaya başlayan Böcazade’nin Isparta Tarihi çok değerlidir. Isparta tarihi, 1-Kuruluşundan itibaren Isparta Sancağının, ilçeler dâhil tarih ve coğrafyası, 2-Camiler, mabetler ve her türlü hayır eserleri ve 3-Ahalinin âdet ve görenekleri olmak üzere üç bölüm hâlindedir. 1. Bölümde ve bilhassa Osmanlı tarihçilerine dayandırılan kısımlarda birçok hata vardır, ama bizzat gördüğü, yaşadığı ve belgeye dayanan olaylar çok değerlidir. O, ilçe ve köylerimiz hakkında çok değerli bilgiler verir. Hüseyin Avnî Paşa ve dönemin birçok simasıyla görüşmüş ve konuşmuştur. Şeh Menteş (Menteş Şah) hakkında verdiği bilgiler de çok kıymetlidir. Isparta Tarihi, paha biçilmez bir değere sahiptir. 

1. Hatıralar, 2. Üç Devirde Gördüklerim adlı iki kitabı ile gazete yazıları, beyanname ve konferansına dair metni bulunan Böcüzade, hem Isparta Belediye Başkanlığı, hem de Meclis-i Mebusan üyeliği yapmıştır.

02. Karçınzade: Süleyman Şükrü’nün 1907 yılında Petesburg’da ve Abdürreşid İbrahim’in Ülfet Matbaasında bastırdığı Seyahatü’l-Kübra (Armağan-ı Süleymanî, Be Bargâh-ı Sultanî) için ikinci Evliya Çelebi Seyahatnamesi denilir. Eserinin başında Eğirdir tarihiyle ilgili hiçbir yerde bulamayacağımız çok kıymetli bilgiler vardır. Onun H. Avni Paşa hakkında verdiği bilgiler, SS. Böcüzâde ve belgelerle karşılaştırıldığında hepsinin yalan olduğu görülür. Onun Hüseyin Avni Paşa aleyhine yazmasının sebebi kanaatimce Abdülhamid’in affına mazhar olabilmek içindir. Onun 1920’li yıllarda İstanbul’da görüldüğü, Böcüzâde’ye göre, 1918’den sonra da Abdülhamid aleyhinde yazdığı söylenir. O’nun uğradığı her yerle ilgili geniş malûmat verdiği ilginç seyahati, uğradığı şehirler ve yerler şöyledir:

16 Kasım 1886 Salı günü Eğirdir’den yola çıkar; Ağros, Isparta, Ağlasun, İncir Hanı, Susuz Han, Sahrınç, Bağ-arası, Çubuk Boğazı, Kırkgöz üzerinden Antalya, oradan da vapurla Akdeniz Adaları, İzmir, Kal’a-yı sultaniye (Çanakkale) ve Gelibolu üzerinden 20 günde Dersaadet’e gelir. Burada 380 kuruş maaşla Posta-Telgraf İdaresi, Pozantı’ya tayin olur. İstanbul’da babasının hastalandığını haber alması üzerine Arslan vapuruyla İzmir’e, oradan da şimendiferle Aydın (Mayıs 1887) üzerinden Sarayköy’e gelir. Buradan saat ücretli bir arabayla Gemiş, Burdur gölleri, Sarıkavak tarikiyle iki günde Isparta ve Eğirdir’e gelir. Babası 70 gün önce ölmüştür. Validesiyle birlik ilk gittiği yolu takiple Ağros, Isparta, Ağlasun ve Çubuk Boğazı yoluyla Antalya, oradan Yunan bandıralıyla Mersin, şimendiferle Tarsus’a, oradan da Mezar-oluk, Sarı-şeyh, Gülek Boğazı, Tekir Yaylası yoluyla Pozantı’ya ulaşır. Burada iki yıl kadar kalır; amiri tarafından çok eziyet görür; Temmuz 1889’da Adana’ya (Batana) tayin olur. İki yıl kadar Adana’da kalır; tahammül edemez; Tarsus, Mersin ve oradan da bahren Dersaadet’e gider. Niksar’a tayini üzerine bahren Adalar Denizi, Larnaka iskelesi, Beyrut, İskenderun üzerinden 50 gün sonra Mersin’e avdet eder. Adana’da bıraktığı annesini alarak, Tarsus, Mezar-oluk, Pozantı, Niğde, Kayseri, Şehr-i Kışla (Şarkışla), Sivas, Yıldızeli, Çamlıbel, Tokat ve Niksar’a gelir. İki sene sonra 380 kuruş zamlı maaşla Revandiz’e naklolur. 

Tokat, Çamlıbel, Yıldızeli, Sivas, Deliktaş, Kangal, Kömür-hanı, Malatya, Keban Madeni, Mamuretülaziz yolu ile 15 günde Diyarbekir’e gelir. Bir hafta istirahat ettikten sonra bir kelekle Hasankeyf, Cizre üzeri dokuz günde Musul’a iner. İki gün mola verip, Erbil, Dere-i Hazir, Baba Çiçek, Gan ve Taman, Serdürban yoluyla Revandiz’e ulaşır. Burada iki sene kaldıktan sonra Zaho’ya naklolur. İki sene de burada hizmet verip, Cizre, Nusaybin, Urfa, Halep, İskenderun, oradan da bahren Mersin’e gelir. Annesini Adana’da bırakıp, Silifke, Gök Beylan, Ermenek, Karaman tarîkiyle Konya’ya, buradan da şimendiferle Eskişehir üzeri iki günde İstanbul’a yetişir. Gelişinin ikinci günü Ermenilerin, Bank-ı Osmanî’yi bastıklarını işitir (26 Ağustos 1896). Bu, O’nun İstanbul’a üçüncü gelişidir.

260 kuruş tenzil-i maaşla Dıraç müdürlüğünü kabul eder. Vapurla İzmir’e, oradan başka bir vapurla Mersin’e ve Adana’da bulunan validesini aldıktan sonra bahren Selânik’e geçer. Şimendifer bileti bulamadığı için, vapurla Girit Adası Kandiye, Resmo, Hanya iskelelerine uğrayarak, Pire, Korfu ve Avlonya üzeri Dıraç’a varır. İki sene (?) sonra nezaretin zulmüyle ma’zûlen yola çıkıp, Avlonya, Sirandoz, Korfu, Pire üzeri Atina’ya, birkaç gün istirahat ettikten sonra da dördüncü defa Dersaadet’e döner. Karasi’de 25 ay Posta ve Telgraf Müdürlüğü yapar ve sonra Deyrizor’da ikameten memur olur. Bir arabayla Soma, oradan şimendiferle Manisa üzeri İzmir, oradan bahren İskenderun, oradan da arabayla Beylan, Halep, Ebû Hureyre, Süleyman-şah ve Deyrizor’a varır ve 40 gün kalır.

S. Şükrü, zabitandan gördüğü kötü muamele yüzünden bir gece Fırat’ı yüzerek geçer ve bedevîlerden temin ettiği bir hecinle el-Cezire sahrasına açılır ve dokuz saatte Habur suyunu atlayıp, Cebel-i Kokep civarında Cubur kabilesine yetişir. Şemmar kabilesinin, 12 yıldır tanıdığı Şeyhü’l-Meşayih-i Farîs Paşa’ya varır. Bir hafta istirahat eder ve yola çıkıp, beş günde Tayy kabilesine yetişir. Anterî karyesine atlayıp, Süleyman Ağa’nın odasına varır.

Sabahleyin bir atla altı günde Nusaybin, Midyat, Hazak üzeri Şırnak’a varır ve iki gün moladan sonra Sındı Güllü, Derhozan, Merke, Aşut tarikiyle Daravere’ye bir haftada vasıl olup, Tayyarî kabilesinin baş muhtarı Melik İsmail’e iner. Oradan de aynı yolla Derhozan’a döner; Sumil ve Teklef üzeri Musul’a inip, Vali Hacı Reşit Paşa’ya Deyrizor’dan geldiği arz eder. Adı geçen affım için Dersaadet’e defaatle yazmış ise de muvaffak olamaz. Adanalı Gergerizâde Ali Efendiyi Musul’da bulur, taallukatının iyi olduğunu öğrenir. Kışı Musul’da geçirip, 19 Nisan Cuma günü Nebi Yunus Mahallesine geçer ve bir hafta kalır. Kiraladığı bir atla yola çıkıp, Sürücüler yaylası, Germamek, Reşani, Baba Çiçek, Almendan, Kan ü Taman, Deli Ali Bey Geçidi, Sirderyan, Bihal, Revandiz, Cündüyan, Ömer Ağa, Balık, Reayet (Timurlenk, Irak’a bu derbentten geçmiştir) tarikiyle on günde İran’daki Lâhican’a atlar. Dostu Mehmet Ağa’da üç gün kaldıktan sonra Mamaş kabilesi içinden geçerek sekiz saatte Savuç Bulak’a yetişir. Sakiz de bir hafta misafir olduktan sonra dört RE Çarşamba günü Curâbâd Mahalleli Katırcı Mehmet ile Karaban, Kullar, Diken Tepe, Al Bulak, Danik, Düskenler, Geçgan üzeri yedi günde Zencan’a ulaşır. Türk asıllı Şah Seven aşireti, Sakiz’den hareketinin üçüncü günü ünlü Gerentü kalesine gelir. Buranın karşısında Şahnişîn yaylası vardır.

Kazvin, Tahran (3.07.1902), Şamran, Kûh-i Demavend, Firuzkûh üzeri 28 Şubat 1903’te Sarı Mazenderan’a yetişir. Eşref, Bendergez (Gaz iskelesi), Krasnovadiski (Rusya: Buhara ve Taşkent şimendiferinin başı), Aşkabad (15 Z. Pazar günü), Bâdkûbe (Hacı Zeynelabidin Tagiyef, Viyana’ya kadar 1. Mevki şimendifer bileti alır). Belâd-ı Kafkas, Rustof, Kief, Kırım, Ulahya, Beserabya, Poltova, Peteroviski, Don ve Dinyeper nehirlerini geçip, 96 saatte Voloçiski ve Ternopil, Budapeşte, Petesburg üzeri 36 saatte Viyana’ya yetişir. Paris (19 Nisan 1903), Marsilya (9 Haz. 1903), Bizerte (15 Haz. 1903 Tunus). Tunus’ta 22 gün kalır. Tanca (8 Tem. 1903), Nile ve Vehran (Oran 25 Tem. 1903). Trablusgarb. İskenderiye (7 Eylül 1903), Kahire, Asvan (6 Z.), Mahzen-i Asvan (18 Şubat 1904). Mısır’da on ay 27 gün kalır. Nemse vapuruyla 18 Haz. 1904 Salı günü, Portsaid’den Aden’e doğru yola çıkar.

Bahri Ahmer 7 gün 7 gece (Cidde-Babülmendep 3,5 gün), Aden, Bombay (16.08.1904 Salı), Suret, Baroda, Ahmedabad, Cunager (kadim kale), Optika, Porbender, Paniatşa, Camengir (14.10.1904), 21.10.1904’de Gondal (nd. Patan) için yola çıkar. Raçkut (08 Kasım 1904), Delhi (29.12.1904), Ökliha, Gelügezi ve Kalka, Lâl Kıla (pembe taşlı kale), Kalküta, 12 N 1323 Cuma Dekken Haydarabad’dan şimendifer ile yola çıkar ve 13 günün sonunda Bombay’a varır. Kolombo (Seylan ve Andaman adaları), Elfi, Koçu, Madras. (M, S, N, Z, Kameri Aylar).

Singapur, Cuhur, Hong Kong (23 M 1324), Şangay (12 S), Tin Çin (17 S), Pekin (29.04.1906), Cancaku (Nebat menzilinin ağzı), Lancosin (19.08.1906), iki gün sonra Hoço, Hami (Kumul, 8 N 1324), Urumçi (Sincan: Yeni, Sin: Vilayet). 1907 yılı Haziran ortasında Petesburg’a gelir ve 9 N 1325 (16 Ekim 1907) kitabını bastırır.

S. Şükrü’nün, Ertuğrul Fırkateyni’ne Singapur’da gösterilen ilgiden İngiliz’in tedirginliği, Cezayir Oran’daki Cuma namazı ve Urumçi’deki Çin konsolosuyla ilgili anlattıkları muhakkak okunmalı. Eser, 130 yıl önceki birçok yer adını, Milletimizin hâlini, Müslümlerin nazarındaki durumunu çok güzel anlatır. Eserdeki Sam adı ilgimi çekti. O. Turan ve S. Koca’nın Sami sandıkları II. Kılıçaslan’ın emirinin adı, Nuh’un oğlu Sam’ın adıyla ilgili olmalıdır.

03. Said Demirdal: Said Hoca’nın eseri de büyük kıymeti haizdir. 1930’lu yıllarda Uluborlu ve çevresinde araştırma yapan M. Kalder ile tanışmış ve ona kılavuzluk yapmıştır. Onun okuduğu taşları kitabında kaydetmiştir. O, İskender’in Uluborlu’ya geldiğini ve Virjin Tapınağında kurban kestiği yazar. Onun eserinden bîhaber olanlar İskender’i Uluborlu’ya uğratmazlar. Onun, eski öğretmenlerden olması, kitaba bir üstünlük kazandırmıştır.

04. Süleyman Sükûti Yiğitbaşı, kitabını yazabilmek için çok sayıda kaynak okumuş, ama göldeki değişimi bilememiş ve verdiği bilgiler sınırlı kalmıştır. Çok zengin olan Eğirdir tarihi bilinmeden Selçuklu tarihi bilinemez.

ISPARTA ÜN DERGİSİ: Isparta Halkevi’nin çıkarmış olduğu bu dergide birçok ünlü kalem Isparta hakkında tefrika, makale, tercüme ve sair yazılar yazmışlardır. Bunlar arasında Hüseyin Namık Orkun, Fehmi Aksu, Neşet Köseoğlu, Hikmet Turan Dağlıoğlu, Naci Kum, Hakkı Ağlarca, Tahir Erdem, Said Demirdal, Hasan Fehmi Turgal, Nâzım Örensun, Nuri Katırcıoğlu, Hamid Dereli ve daha birçok kalem Isparta’nın tarihi, coğrafyası ve kültürüyle ilgili çok değerli yazılar yazmışlardır. (Kamerî Aylar: M-Muharrem, S-Safer, N-Ramazan, Z-Zilhicce).

05. Naci Kum: Nuri Köstüklü ve Ali Yüncü, eski yazıyla yazılan, Yalvaç Tarih ve Coğrafisi adlı eserini 2012 yılında yeni yazıya dökmüşlerdir. Naci Kum, 1915-1930 arasında Yalvaç’ta bulunmuştur. Eserdeki tarihî bilgiler, Remsi (Ramsay) ve diğer batılıların görüşünü yansıtır. Kitap, bizim iddialar dikkate alınarak okunmalıdır. Mesela biz, Yalvaç adının, ‘yalav’dan hâsıl anlamına Yalavaç (Kekaumenos: Yanık: Muhterika) olduğunu düşünüyoruz. 

06. Hüseyin Şekercioğlu: O bir polis memuru olup, çok girişken bir adamdır. Zamanın tarihçilerini ziyaret etmiş ve onlarla konuşmuştur. Kitabında hiçbir kaynak vermez, verdiği bazı kaynakların izini sürmek için günlerce uğraştım ve sonu fos çıktı. Kendi köylüsü Hüseyin Avni Paşa hakkında verilen bilgiler asılsızdır. Şeker (Şakar) Hasan sülalesinden olduğu halde, Şekercioğlu soyadını alır. Miryokefalon Savaşı hakkında da yanlış ve hayâl ürünü bilgiler verir: Bizans ordusunu Çay üzerinden Yalvaç ve Gelendost ovasına indirir ve üç-dört saat süren bir savaşı beş güne yayar. Zaferden sonra Kılıçaslan, Manuel’i kayıkla gölün batısına atlatır. 1995’de çıkan kitabında ise 1,5 km olan boğazın 3 km olduğunu, 12 gözlü bir köprüyle, Gelendost tarafının Senirkent tarafına bağlandığını ve boğazın adının da Kiros Boğazı olduğunu söyler ki, bu bilgileri nereden aldığı belli değildir.

Şekercioğlu bunlara rağmen, bütün bakanlara, ordu kumandanlarına, üniversitelere mektuplar yazarak ve davetiyeler göndererek, ilk kutlamayı, zaferin 799. Yılında Gelendost Belediyesine yaptırabilmiştir. Zaferin 800. Yılında ise MEB tarafından ülke çapında kutlama yapılmasına vesile olmuş, Eğirdir Dağ ve Komanda Okulunun mızıka ve bando takımı Gelendost’a gelmiş, Fatlın ovasında marşlar çalınmıştır. O, kanaatimce birçok ünlü tarihçi tarafından Kundanlı’da yapıldığı söylenen savaşın, kendi memleketinde yapıldığına önce kendisi inanmış, sonra da Gelendost’la birlikte birçok kişiyi inandırmıştır. Bunda Yılmaz Öztuna’nın, “Miryokefalon, Eğirdir Gölü’nün az kuzeyindedir” demesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Cesaret ve sair gibi bazı yönlerimiz birbirimize benzer.

07. Mahmut Kıyıcı: 1.Çevre Tarihi İçinde Atabey ve İz Bırakanlar (1995) ile 2.Ispartalı ve Isparta’ya Hizmet Etmiş Büyük Adamlar (1998) olmak üzere Göltaş Kültür Yayınları arasında çıkan iki kitabı vardır. İlk kitabındaki başka kaynaklardan aldığı malûmata şüpheyle bakmak gerekir. Atabey’deki kitabeler, belgeler ve bizzat kendinin verdiği ve iz bırakanlar ile ikinci kitaptaki hizmet etmiş adamlarla ilgili verdiği biyografik bilgiler, çok mühimdir.

08. Fahri Küpçü: Fahri Küpçü’nün 1978 yılında Konya’da bastırdığı Karaağaç isimli kitabı da çok değerlidir. Fahri Beyin atası Hafız Hasan Hüseyin, 12 hemşerisiyle birlikte Demirci Mehmet Efe adındaki eşkıya tarafından Karaağaç’ta Çınar ağacına asılarak idam edilmiştir. Bu sırada Celal Hoca (Celâl Bayar) da, Demirci Mehmet’in yanındadır. Fahri, çocuk yaşında Demirci Efe’ye babasının suçunu ve neden astığını soran bir mektup yazmıştır. Demirci’nin, haksız yere astığını itiraf ettiği rivayet edilir.

Küpçü’nün Cumhuriyet Devrinin Karaağacı adlı eserinin yangında yandığı söyleniyor. Şeh Menteş’in kabri hakkındaki bilgi ancak onun kitabındadır. Onun “Bağdat Yolu”, Karaağaç Pancar deposu yanındaki Büyük Kaldırım ve Küçük Kaldırım’dan geçerdi dediği yol, Kıral Yolu’dur. Onu okumayan biri, Kıral Yolu’nu Ankara, Afyon veya daha başka bir yerden geçirecektir. Karaağaç adlı kitabı, yörenin kültürünü tam anlatır. Küpçü’nün, Karıncalar Köyü ve Bir Çobanın Düşleri adlı iki mühim kitabı daha vardır.

Fahri amca, güzel giyinen, başında fötr, kibar, efendi, işyeri temiz, en iyi kumaşları satan bir esnaftır. O’nun ruhunun güzelliği işine de yansımıştır. 1975’li yıllarda Şarkîkaraağaç İHL meslek dersleri hocası olan arkadaşlar, Fahri amcayla çok sık sohbet eder ve ondan sitayişle bahsederlerdi. O’nun hayatı okumakla geçmiştir. Annesinin “bana konak parası mı yedireceñ” demesiyle memur olmaz. Prof. Akif Erdoğru’nun, O’nun romanlarını övdüğüne şahit oldum.

Böcüzâde’nin dedesi de torununun memur olmasına karşı çıkmış ve maaşını eve sokmamıştır.

09. Zafer Onar: Zafer Hoca’nın kitabı, tamamen Şarkîkaraağaç merkeze dönük çalışmalar olup, benim ilgimi çeken husus, “1312 (1896) yılı esamisinde geçen sülaleler” olmuştur. Karaağaç hakkında kısa bazı bilgiler verir.

10. Veli Karaca: Belgelerle Yenişar adlı kitap, 227 sayfa olup, kitabın 40 sayfası bol miktardaki belge, resim ve harita ile doludur. Kubadabad Sarayı’nın Yenişarbademli ilçesinde bulunması kitap için büyük bir nimettir, kitap da o bölge ve tarihçiler için bir nimettir. Yazarın ilk eseri, Dost İli Yenişar’dan Yankılar adlı kitabı olup, üçüncü kitap çalışması ne oldu bilmiyorum. Kitap, tarihle ilgilenen ve bölgeyi tanımak isteyenler için büyük bir şanstır.

11. Nuri Güngör: Veziroğlu lâkaplı Nuri Bey, 2005 yılında Eğirdir Belediyesi tarafından yayınlanan Eğirdir Ansiklopedisinde Eğirdir, Eğirdir Gölü ve çevresi için çok önemli bilgiler vermektedir. 

12. B. Mustafa Şahin: 1.Sütçüler İlçesi, Tarih-Coğrafya-Folklor Notları (2012), 2.Sütçüler, Tarih-Belge-Anı-Folklor-Notlar (2016), 3.Sütçüler Belgeleri (2018) olmak üzere üç kitabı vardır. Mustafa Beyin kitapları bilgi dolu ve farklı bakış açısı olan eserlerdir. Sütçüler adlı ikinci kitabını, Sütçüler İlçesi adlı ilk eserinde yer veremediği kimi notlar, eksik kalan yer adları, tarihsel bilgiler, sosyal, ekonomik, coğrafî yapı notları, anılar, yerel sözcük, atasözü, deyim, alkış, kargış, mani, türkü ve geleneksel inançları eklemek için neşrettiğini ifade eder. 

Mustafa Bey, gençliğinde İstanbul’da bir matbaada dizgici olarak işe başlamış, sonra Osmanlıca öğrenmiş, çok zeki ve ayaklı kütüphane diyebileceğimiz bir şahsiyettir. Hâlen Sütçüler-Saray köyde çobanlık yapıyordu. Ben kendisinden çok şey öğrendim. Türkiye tarihi ve hassaten Göller Bölgesi’yle ilgili bütün yayınları takip eder. Bu yayınlar ve yazarları hakkında bir kanaati vardır. Ahmet Hasan Cebeci’nin okuduğu, benim yazdığım 16. Asırda Hamid Sancağı-2018 Ankara adlı kitaptaki birçok okuma ve matbaa hataları yapmış olmama kızmış ve defterden beni silmiştir. İki üç yıldır telefonlarıma çıkmıyor ve kendinden hiçbir haber alamıyorum. Güzel insandır.

ISPARTALI 12 ALAYLI TARİHÇİNİN DIŞINDA: 

13. Fuat Süreyya Oral: Kendisiyle 1980’li yıllarda gazete de satan arkadaşım, kitapçı Ali Songür’ün yanında tanıştım; “Türkiye’de ve Dünya’da yerlisinden altı (6) Başbakan yetiştiren tek şehir, ISPARTA Şeref Kitabı” adlı bir kitabı var. Kitabın basım tarihi yok, ancak kitabın önsözündeki 8 Temmuz 1986 tarihine göre 1986 yılı sonunda basıldığı anlaşılıyor. Kitabın arka kapağından, “Gerçek Atatürkçülük 1942, Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi? 1956, Atatürk Bilgisi Kılavuzu 1961, Türk Basın Tarihi (İmparatorluk Dönemi) 1964, Türk Bası Tarihi (Kurtuluş Savaşı Dönemi) 1968, Hz. Muhammed’in 21 Eşi ile Evlilik Tarihi 1972, Türk Basın Tarihi (Cumhuriyet dönemi, 50. Yıl) 1973, Süleyman Demirel’in Kişiliği 1974, Atatürk Isparta’da 1981” gibi 10 eserinin olduğu anlaşılıyor.

Süreyya Bey, 7. Başbakan Isparta-Barlalı Kabakulak İbrahim Paşa’yı öğrenemedi. İSVAK yöneticisi Mahmut Baysal, Paşanın yakını. Mahmut Bey babasından, İbrahim Paşa’nın karısı ve kızının Barla’da yattığını rivayet etti. 7 başbakan sırayla Koca Haydar Paşa (1512 Gelendost-1595 şehit), Kemankeş Ali Paşa (? Eğirdir-1624 idam), Kabakulak İbrahim Paşa (? Barla-1743 idam), Halil Hamid Paşa (1736 Isparta-1785 idam), Seyid Ali Gaip Paşa (1756 Uluborlu-1826 İstan.), Hüseyin Avni Paşa (1820 Gelendost-1876 İstanbul şehit), Süleyman Demirel (1924 İslâmköy-2015 İslamköy). Halil Hamid Paşa bölümünde Isparta hakkında verilen bazı genel tarihî bilgiler yanlıştır.

Eski yazı bilen ve Isparta Gazeteciler Derneğinin kurucusu olan Süreyya Oral (d.1914), sabahları, Ali Beyin kitapçı dükkânına gelir; gazetelere göz atardı. Görevi icabı uzun yıllar Ankara’da bulunduktan sonra, emekliliğinde Isparta’ya gelmiş, 1995’lerden sonra tekrar Ankara’ya dönmüş ve 2005 civarında da Ankara’da vefat etmiştir.

14. Nazif Kurucu: “Yalvaç Özlemi 2005”, SBF mezunu Nazif Bey, hatıraları ile Yalvaç’ı anlatmaktadır. 512 sayfa olan kitapta çok miktarda renkli resim var. Nazif Bey, geçmişle gelecek arasında bağ kurmaya çalışmakta ve umumiyetle Yalvaç’ı ve kitabını, kendi hatıralarıyla süslemekte ve kendi zaviyesinden anlatmaktadır. 

15. Mustafa Altınkaynak: “Karaağaç: (Oğrak)ların Tarihi 2021” adlı İstanbul’da yeni yayınlanan kitaptan, dün haberim olduğu için alıp okuma fırsatım olmadı. Kitabın yazarı, 1839 doğumlu, Karaağaç’ın yerlisi ve Totular sülâlesinden İTÜ mezunu bir maden yüksek mühendisidir. Kitabın adı bana ilginç gelmiştir. Oğrak, kelime olarak Uğrak demek, ancak kitabın arka kapağındaki açıklamadan, bir oymak veya kabile adı olduğu anlaşılmaktadır.

Kitap nihayet 8 Nisan akşamı elime geçti. İftardan sonra biraz baktım. Sabah ilk işim kitabı incelemek oldu. Kitap, bir derya; derli toplu olarak hiçbir yerde olmayan bilgiler var. Yazar, mantığını kullanıyor ve bugüne kadar doğru bildiğimiz bilgileri sorguluyor ve itirazlar ediyor. Isparta adının Mora’daki Isparta adından gelemeyeceğini söylüyor. Filhakika son zamanlarda Isparta adının bir Anadolu adı olduğu yazılıp çizilir olmuştur. Atabey’in eski adı olan Ağros’un da bir Türk adı olduğunu iddia ediyor. Kitapta çok değerli tahliller ve savlar var.

Karaağaç adı, ilk defa doğru ve kaynağa dayalı olarak açıklanmış. Karaağaç’ın bir Türk boyu (oymak?) adı olduğu anlaşılıyor. Böylece 24 Oğuz boyunun sayısı artıyor. İlim adamlarının dikkatini çekmek istiyorum.

Karaağaç’ta çoğu masum 13 kişiyi asan Demirci Mehmet Efe hakkında derli toplu bilgi veriyor (s.219-248). 

Ahmet Rüştü (Karaağacî) konusunu işlerken, “Onun medresesinden çok kıymetli öğrenciler yetiştirildiği, bunlardan birinin de ünlü Serasker (Başkomutan, Genel Kurmay Başkanı) ve Sadrazam, Gelendostlu Hüseyin Avni Paşa olduğu biliniyor” diyerek, O’nun Eğirdir’de okuduğu hakkındaki yalanları tekzip etmiş oluyor (s.179).

Şeyh Menteş hakkında verilen bilgiler ise eksik ve yanlıştır. Şeh Menteş, Hamid-oğulları Beyliğinin kurucusu kabul edilen Hamid Bey ile Mesut ve Aydın Beylerin babası, Saruhan Beyin amcasıdır. Ertuğrul ve Kaya Beyler ise Şeh (Şah) Menteş’e tâbi olarak Eğirdir Gölü civarında yaşıyorlar. Onları, Söğüt’e, Hamid Bey götürmüştür.

SONUÇ

Isparta’nın alaylı tarihçileri ve eserlerine, daha ziyade kendi zaviyemden baktım. Herkesin ilgi duyduğu alan farklı olabiliyor. Bir coğrafyanın, bir yolun veya bir olayın tasviri, hangi yıl vuku bulduğu, bir yer adı ilgimi çekiyor. Bazen bir virgül anlam değiştiriyor, bazen bir “hâlâ” zamiri bile tarih olayının yerini aydınlatabiliyor.

“Geldi”, “yürüdü”, “üzerine yürüdü” ifadeleri bir cümleye çok farklı anlamlar katıyordu. Yenice Köyü Köprüsü hakkındaki vesika, yeni yazıyla yayınlanalı 15 yıl olmuştu, ama kimsenin ilgisini çekmemişti, belki kıyamete kadar da çekmeyecekti. Aynalı Çarşı, Eğerim, Süt Kuyusu, Yalavaç (Yalav-aç), Bigadiç (Biga-d-iç) kelimelerine de biz, farklı gözle baktık. Senirkent-Garip köyünün adı da öyleydi. Garip için herkes “kimsesiz ve yakın” anlamı verirken biz, garp (batı) anlamında anladık ve de haklı olduğumuzu gördük. Alaylı tarihçilere de benzer gözle baktık.

Alaylı tarihçiler umumiyetle hiç kimsenin bilemediği ve bilme imkânı da olamayacak mahallî bilgiler, mahallî yer adları, mahalli rivayetler ve hikâyeler üzerinde duruyorlar. Bunların içinden biri veya birkaçı, muhakkak genel tarihe katkı verecektir. Ayrıca mahalli bilgiler ve hatıralar, yöre insanlarına bir mutluluk verecektir. Çünkü, insan bu kitaplarda muhakkak kendinden bir şeyler bulacaktır.

Bir gün, bir tarih asistanı, “Mahallî tarih yazılmadan genel tarih yazılamaz” demişti. Onun için mahallî tarih ve mahallî tarih yazarları çok mühim bir görev ifa etmiş ve etmektedirler. Kaldı ki, Karacaoğlan’nın, “Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca” mısraında ifade ettiği gibi, insanı, önce kendi köyünün, kendi şehrinin, daha sonra da ülkesinin tarihi ilgilendirecektir. Kanaatimce insan fıtratına uygun olan hâl de budur.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

YAZARIN DİĞER YAZILARI