Prof. Hüseyin Hatemi, “Sadr’ın kanseri” başlığı altında “Okyanus ötesi’nde neler oluyor?” diye de sorguladığı yazısında, daha Ali Bulaç’ın Zaman’da “Altın Çağ”ını yaşadığı ve “İslamcılık tartışmaları”na pey sürdüğü, Suriye’den henüz muhacir hareketinin de başlamadığı, ve daha FETÖ belasının farkına varılmadığı o günlerde, önce Fetullah’a bağlı ajansın bir haberine not düştü, sonrasında, halen de sürüp giden bazı saldırılar karşısındaki tavrını ortaya koydu ve sonunda başlığa çıkardığımız ifade ile yazısına noktayı koydu amma ilk iki paragrafta bu günlerdeki çeşitli tartışmalara da "açılım” getirecek kısa bir izahatla en sonunda, “Altın Çağ”ın nasıl olacağını kaydetti.
İşte, sonunda “İslâm altın çağını yaşamıyor amma yaşayacaktır. Bu altın çağ, Salihlerin, Adalet''e susayanların altın çağı olacaktır, hiçbir milletin değil!” diyen ve üzerinden 6 yıldan fazla zaman geçmiş ama bugünlere dair meramı da aktaran o yazı
:
Sadr'ın kanseri
İç alemimizde; aklımızı kullanmamakla, gönlümüze “ırk” veya “millet” varsayımını put olarak yerleştirmekle başlayan çok tehlikeli bir hastalık vardır ki; tedbir alınıp akıl ve gönlün uyumlu işbirliği “iman” ile sağlanmaz, “İman”ın ilâhi sevgi demek olduğu idrâk edilmezse; bu hastalık akla da “metastaz” yapar.
Bu gibilerin hangi dili konuştukları, hangi dinden oldukları önemli değildir.
Hastalığın ilerlemiş dönemlerinde bu kimseler, şuurlarını da kaybettikleri gibi, hastalığın başlangıcından itibaren esasen ahlâkî hareket etme bilinçlerini, vicdanlarını da yitirirler.
Bunlar için “insan sevgisi” demek, yalnız kendilerini ve bir de kendileri en küçük bir zarar görmemek şartıyla kendilerinden saydıkları kimseleri sevmektir.
SEYYİD KUTUB, EHL-İ BEYT SEVGİSİNE SAHİP İDİ VE ŞEHİD OLDU...
Ben, Suriyeli İhvan’ın herbirinin bir “Seyyid Kutub” olduğunun zannedilmesinin yanılgı olduğunu söyledim.
Bu sözümde yanlış olan hiçbirşey yoktur.
Seyyid Kutub, Ehl-i Beyt sevgisine sahip idi ve şehid oldu.
Sözümün delilini vermeye geçen haftaki yazımda gerek duymadım. Madem ki beni iftiracılıkla, zulmün ve zalimin savunuculuğuyla itham edecek kadar hastalığı ilerlemiş olan biçareler var, “Allah şifa versin!” dua ve niyazını gönülden söyleyerek delili açıklıyorum..
Cihan Haber Ajansı'na Suriyeli İhvan’ın lideri Riyad El-Shakfa'nın 5 Mayıs günü verdiği beyanat, internetten bulunabilir.
Bu zat’ın beyanatında zurnanın zort dediği yer şu mealde idi:
"Ayaklanmaların (Esed devrildikten sonra) İran''a geçmesiyle (oradaki kürd, belûc, türkmen, arap sünnîlerin de (Afganistan''dan gelen müstevlilerin Safevî baharını Isfahan’da boğdukları gibi), Şi''î''leri yok etmesi ile asıl İslâmî bahar başlayacaktır!"
Aklını yitirmemiş birisi bu sözleri duyunca asıl amacın Esed’in zalimliği değil, İran’ı, Kerbelâ’yı, Necef’i, Şam’ı; Afganistan’ın Taliban yönetimindeki bölgelerinden beter etmek olduğunu anlar.
Bu gibiler ırkçılığa dînî bir maske de geçirdikleri için, Ebu Hanife Sünnîliliğini de, Şafi’îliği de hedef almaktan çekinmezler.
Yeter ki, üzerlerine tarikat dolayısıyla Ehl-i Beyt'i sevme şüphesi düşmüş olsun.
Araya çapulcular da karışır.
Oysa, Terör’den asla bahar doğmaz.
"Onlara Arz’da fesad çıkarmayın dendiğinde, 'biz elbette muslihleriz’ derler. Bilin ki onlar müfsiddirler, ne var ki bilinçlerini yitirmişlerdir". (Kur''an-i Kerim, Bakara/2.,11-12)
Bu zat, asıl amacının ne olduğunu hiç gizlemiyor: (-Bizim bu eylemlerimizin sonucunda) İran, Suriye, Irak Şi'î Hükümeti ve Hizbullah'ın (Seyyid Hasan Nasrullah''ın) beli kırılacaktır.
Çünkü "İran, Şi'îliği yaymakla İslam'ı bölmektedir, demek ki Siyonizm'e hizmet etmektedir” - Bu beşer suretindeki varlıkta nasıl bir muhakeme ve mantık bulunduğunu görmeyenler de oluyor ki bu sözlere hak veriliyor.- Oysa, siyonizmin amacı tam da bu beşer suretindeki varlığın değil midir?
İran, siyonizme hizmet ediyorsa, siyonizm niçin İran'ı hedef alıyor ve bu gibi kimseleri de istihdam ediyor?
OKYANUS ÖTESİ’NDE NELER OLUYOR?..
Cihan Haber Ajansı bu beyanatı Merhum Alvarlı Efe''ye iletseydi, her halde hayır dua ile karşılanmazdı.
Bedi'uzzaman hiç şüphesiz şiddetle tekdir ederdi. Okyanus Ötesi’nde neler oluyor?
Bir de “Tâhâ Haber”e Emîr-ul-mü'minîn'in kızı Zeyneb Haremi'nden Nuri Serdar’ın gönderdiği feryada bakalım:
"-Şimdiye kadar bu “muhalifler” nice sünnî, alevî şi'î ve hristiyanı katlettiler, Türkiye'de yaşayan her mezhebden müslümanlara sesimizi duyurun! Dünya sesimizi duymuyor mu?”
Bu feryad da üç ay sonra, 5 Ağustos 2012'de gönderilmiştir.
HİÇ PARA ALMADAN BİR GAYE UĞRUNA ÇALIŞMAK VE DÜRÜST KALABİLMEK...
Ruh ve akıl hastalarını, Allah'dan korkmaz-kuldan utanmazlar güdümlerine alırlarsa, ne söylerseniz faydası yoktur.
Bana yönelttikleri iftiralara cevap vermeye tenezzül etmem. /../
Bir şeye hayret ediyorum:
-Bir yandan Hesab Günü'ne inandığınızı söyleyip, diğer yandan bu bâtıl sözlerinizden hesap sorulmayacağını mı zannedersiniz? Yoksa Münkir ve Nekir ve sonunda Din Günü'nün Maliki, sizi sadece “Musikıy”den ve Türkçe güftelerden mi imtihan edecek?
/../
Ben bu dördüncü başlayışımdan beri gazete sahipleriyle telefonla dahi görüşmüş değilim.
Abdullah Cevdet Bey, siyonist lider T. Herzl'e bu hizmetleri için kaç para aldığını sormuş ve “hiç para almadığım gibi cebimden de harcıyorum” cevabını alınca çok şaşırarak Herzl'in dürüstlüğünden şüpheye düşmüştü..
Herzl'in yazdığına göre; hiç para almadan bir gaye uğruna çalışmanın mümkün olabileceğini bu kimsenin dürüst kalabileceğini aklı almıyordu.
Herhalde bu gibi biçarelerin de böyle bir kafa yapısı var ki bana yazı yazdırılmasını gazete sahiplerinin İran'da ticari ilişkileri olma ihtimaline bağlayabiliyorlar. Allah zekalarını nazardan saklasın!
HASTALAR VE UTANMAZLAR DA HER MİLLETTE… İNSAN-I KÂMİL’LER DE...
11 Ağustos 2012 tarihli Taraf'da Roni (Margulies) Bey de “Yahudilerin ortak millî karakterinin küfür, şirk, nifak” olduğu, Yahudiler'in ırkçı, bozguncu, entrikacı, kinci, intikamcı, dünyacı, isyankâr, dönek.. karakter özelliklerine sahip olduğu” yargılarını bir İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde okumuş ve çok haklı olarak derinden yaralanmış.
Oysa hastalar ve utanmazlar her millette görüldüğü gibi, “insan-i kâmil”ler de her millette- çok daha az da olsa görülebilir.
Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana / Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil!
Bu kafada olanlardan birinin yazdığı bir kitapta, üstelik adım da zikredilerek benim “İran Yahudisi ve Şi''î misyoneri” olduğum bilgisi verilmekte idi.
Roni Bey hiç değilse sadece “Yahudi” olmakla kalmış, "Şi'î misyoneri” olmaktan-kendi deyimi ile “yırtmış”.
“Ne saâdet! Hani ondan bile mahrümum ben!” (Akif Merhum).
Bu kafasızlara “Şi'î” olduğumu söyleme gafletinde bulundum, yoksa onlar beni sadece Yahudi sanacaklardı!
Ali Bulaç Bey “İslâmcılık altın çağını yaşıyor” demiş.
İslamcılık nedir?
İslâm'ın benimsenmesi ve doğru uygulanması ise heyhat!
İslâm’ın kendisi ise, İslâm esasen parayla, altınla ölçülemez.
İslâm satıcılığı yapanlar bile pek öyle altın çağ yaşamıyorlar.
Herhalde, sadece bazı İslam kalpazanları altın çağlarını yaşıyorlar.
Bunlar, İslam'a salınan tetikçi güruhudur.
İSTANBUL İSTANBULLUĞUNU BİLECEK…
İslâm altın çağını yaşamıyor amma yaşayacaktır.
İslâm'ı, “Şi''îler''in belini kırmak” diye anlayanların “dolar çağı” son bulacaktır.
Artık hiçbir densiz hatun mübarek Dersaadet'de veya başka bir yerde emperyalizmin tetikçi elebaşılarına “hanginize kaç para vereceğiz” diye soramayacaktır.
İstanbul İstanbulluğunu bilecektir.
Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakk'ın! / Kim bilir? Belki yarın belki yarından da yakın! (Akif Merhum)
Bu altın çağ, Salihlerin, Adalet''e susayanların altın çağı olacaktır, hiçbir milletin değil!
Yol kardeşlerine selâm!
Hüseyin Hatemi, Yeni Şafak -14 Ağustos 2012 Salı-
:
Yazıda, -rahat okutma amaçlı- fazladan paragraf açmalar, siyahlaştırmalar ile ara başlıklar ve bir-iki küçük tashih bize aittir.
dikGAZETE.com