Farklı açılardan ele aldığımız birçok konu, hem birbirleri ile bağlantılı hem de bir bütünselik oluşturmaya yöneliktir.
Mesela, "İnsanlaşma Süreci”nin oluşmasında etkili olan "içsel dinamikler”, benzer şekilde "Devletleşme Süreci" için de etkili olmuştur.
Çünkü, Devlet organizasyonu bizzat "insan aklı”nın kollektif şekilde yönetime yansımasından teşekkül etmiştir.
"Devletleşme Süreci”ni henüz tamamlamış toplumlarda "akıl/irade" ve "içgüdü/dürtü" eksenli oluşan ayrışmada, büyük çoğunluk, içgüdüsel eksenli hareket ediyor olacaktır.
Toplum içindeki "akli/iradi" gücü yüksek bireyler, Devlet/Yönetim kademesine hakim olurlarsa, toplumun geri kalanını yükseltecek olan "İnsanlaşma Politikaları" uygulanacaktır.
Aksi durumlarda ise siyasi figürlerin popülist/demagogsal vaatleri ile "demokrasi masalları”na inandırılan toplum, hatalı seçimlerle/tercihlerle kendi yükselişini bloke etmiş olacaktır.
"İradi Güç" unsurunun devreye girmesiyle "frenleme ve zamanlama" imkanının ortaya çıkmasını daha önce ifade etmiştik, aynı mekanizmanın "Devletleşme Süreci" için de geçerli olduğunu gözlemlemek mümkündür.
Bu süreçleri iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk, "çok partili" hayata geçişi geciktirerek bir "frenleme" uygulamıştır, çünkü toplumda henüz yeterli oranda "bilinç devrimi" gerçekleşmemişti.
Bu sürecin uzatılması, istenen bilinç düzeyine ulaşmak için bir "zamanlama" imkanı sağlamak üzereyken, 1946'da "çok partili hayat”a geçilmek suretiyle, bu süreç sekteye uğratılmıştır.
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinden beri toplumda zaten bir "seçim" eğilimi mevcuttu, fakat bu seçimlerin hiçbirisi İradi/Akli kuvveti ön plana çıkarmaya yetmemiştir,
Dolaylısıyla Atatürk'ün "düşünce sistematiği”ni ve sahip olduğu öngörüleri kavrayabilmek, ancak bahse konu olan bu "içsel dinamikler”i anlamakla mümkündür.
1946'dan bu yana gelinen noktada, halen anayasa/ rejim/ sistem tartışmaları yapılıyorsa, cemaatler/ darbeler konuşuluyorsa, "demokratik seçimler" adı altında yapılan tercihlerin nelere mal olduğu açıkça ortadadır.
.
Cengiz Han Güven, dikGAZETE.com