İNSAN BİR FABRİKA OLSAYDI, NE ÜRETİYOR OLURDU?
Profesör PAGE PİTT, sınıfa girdiğinde ilk önce şunları söyler:
“Gazetecilik okuluna hoş geldiniz! Benim köle gibi adam çalıştırdığımı duymuşsanız doğrudur. Elinden geleni yapmaya hazır olmayanlar şimdiden okulu terk edebilirler. Bir de el kaldırmamanızı istiyorum. Çünkü göremem. Adınızı söyleyerek kendinizi tanıtın ve konuşun.”
Öğrenciler ürkek bakışlarla birbirlerine bakarlar. Kör bir öğretmenden ne öğrenebileceklerini düşünürler. Çünkü beklentileri büyüktür.
Profesör PAGE PİTT ancak yüzde 3 oranında görebilmektedir. Görme yeteneğinin yüzde 97’sini 5 yaşında bir hastalık neticesinde kaybeder. İlkokula ancak 12 yaşında başlayabilir hem ilkokulu hem koleji arkadaşlarına kitaplarını yüksek sesle okutarak bitirir.
16 yaşında, yazları kömür madeninde çalışır. Boş kömür arabasını yakalaması gerektiği yerden yirmi adım ileriye kocaman beyaz bir mendil asar ve boş araba gelirken beyaz mendil kapanır, böylece arabanın gelmekte olduğunu anlayıp yakalar.
Evindeki eşyaları ve çiçekleri görebilmek için yirmi kuvvetinde bir teleskop kullanan bu adam, gazetecilik öğretmenliğinde o kadar başarılı olmuştur ki; 30 yıl, bodrum katında tutulan gazetecilik okulu, 8 katlı üniversite binasında iki katlı bölüm haline getirilir.
Daily Mail’in yazı işleri bölümüne girdiğinde ayakta alkışlanmıştır. Çünkü orada bulunan gazetecilerin hepsi öğrencisidir. Ders verdiği sınıflarda şu sözleri her fırsatta dile getirmiştir:
“Sizi bir habere gönderdiğimde bacağınız kırılır da hazırlayamazsanız, ambulans gelmeden beni haberdar edin. Yoksa sizi asla affetmem! Hayatta önemli olan mazeretler değil neticelerdir. Bana mazeret söylemeyin!”
Bir öğrencisinin “Size körlük mü daha zor gelirdi sağırlık mı? Yoksa bacaklarınızın olmaması mı?” sorusuna şu müthiş cevabı verir:
“Hiçbiri!.. Gerçek sakatlık gayesizlik, sorumsuzluk ve uyuşukluktur. 8 silindirden sadece ikisiyle hayatlarını sürdüren insanlar, acınacak insanlardır.”
Bu gerçek hikayeyi de içeren yazıyı, 40 adet kitabın müellifi Eğitimci-Yazar Recep Şükrü Apuhan’ın “7 Altın Gün 70 Altın Kural” isimli kitabında okuduğum zaman, Mazeret Üretme Hastalığının kendim dahil çevremdeki bir çok kişide oldukça ilerlemiş düzeyde var olduğunu fark etmiştim.
Birçok tanıdığım, birçok konuda, birçok mazeret üreterek kendisini teselli etmekte, diğer bir ifade ile, kandırmaktaydı. Bunu teşhis edip kabul ettikten sonra bu hastalıktan büyük oranda kurtulduğumu söyleyebilirim.
Büyük Düşünmenin Büyüsü kitabının yazarı Dr. David J. SCHWARTZ ise bir makalesinde, başarısız insanların düşünce yapısı incelendiğinde zihin öldürücü düşünce hastalığına sahip olduklarının tespit edildiğini belirtiyor.
Bu hastalığa Excustis ismi verilmiş. Mazeret Üretme Hastalığı olarak da ifade edebileceğimiz Excustis, bütün insanlarda az da olsa bulunmakta.
Şair İbrahim Tenekeci, kendilerindeki olumsuz değişimler için şartları bahane edenlere şöyle diyor: “Sığındıkları liman, kuru bir mazerettir. Hep söylediğimiz gibi: İnsan bir fabrika olsaydı, herhalde mazeret üretimi yapardı.”
En yaygın mazeretler ise şunlar:
1- Kör Talih-Şansızlık
2- Sağlık konusundaki engeller
3- Eğitim ve imkanların yetersizliği
4- Yaşlılık-Gençlik (Çok gencim ya da yaşlıyım)
5- Ebeveynlerinin hatalı davranışları -Eş ve Çocuklarla ilgili- sorunlar
Kanaatimce listenin bir numarası hiçbir zaman değişmiyor ve değişmeyecek.
Çünkü çoğu insan başarısızlığının temel sebebi olarak kör talihini, şanssızlığını öne sürmektedir.
“Talihsizliklerin bir türlü yakasını bırakmadığı” bu “kara bahtlı” insanlar, kendi başarısızlıklarını buna bağladıkları gibi, başkalarının başarılarını da onların ne kadar şanslı olduklarına bağlamaktadırlar.
Üstelik bu şans faktörünün içinde torpil kelimesi de yer almaktadır.
Onların nezdinde birçok başarılı insan, bu başarısını önemli mevkide bir tanıdıkları oldukları için gerçekleştirebilmişlerdir. Oysa bunun çok istisnai bir durum olduğunu, başarılı insanların da önüne aynı engellerin çıktığını, bu engelleri aşamadıkları zamanlar olduğunu, fakat bu durumda gereken dersi alıp, daha hazırlıklı bir şekilde tekrar denediklerini bir türlü idrak edemezler.
Bunu bir şans olarak değil de bir plan, bir hazırlık, artı bir çaba, vazgeçmemeyi öğrenmiş zihinsel bir yaklaşım farklılığı olarak değerlendiremezler. Çünkü onlar, başarısızlıktan dersler çıkarmak yerine, ilk yenilgide vazgeçmeyi tercih ederler.
Başarıda şansın çok etkili olduğunu düşünmelerine rağmen, şans kapıyı çaldığında da hazırlıksız yakalanırlar.
Bu hastalıktan kurtulmanın en önemli şartı ise kişinin bu hastalığın kendisinde olduğunu kabul etmesidir.
Kendisini talihsiz görüyorsa, başarısızlığının suçunu ailesine, çevresine ve veya imkansızlıklarına yüklüyorsa, üst düzey bir tanıdığı olmadan başarmasının mümkün olmadığını düşünüyorsa, internetin tüm imkanlarına rağmen eğitiminin yetersizliğine takılıyorsa bu hastalığa yakalandığı muhakkaktır.
Teknoloji Yazarı Serdar Kuzuloğlu, eğitim konusunda maddi imkansızlıklarını mazeret gösterenlerin, interneti ve sosyal medyayı “bir uzmanlık alanı oluşturmak için” kullanabileceğini söyleyerek şöyle devam ediyor:
“Tek yapması gereken, yapacak bunca şey, oynanacak bunca oyun, izlenecek bunca dizi varken hayatının birkaç senesini, bu sıkıcı ekranın karşısında geçirecek, sonrasında hayatı kurtulacak.”
Aksi taktirde Profesör PAGE PİTT’in dediği “acınacak insanlar”dan olmak kaçınılmaz olacaktır.
Ne diyordu bu Kör Profesör:
“Gerçek sakatlık gayesizlik, sorumsuzluk ve uyuşukluktur. 8 silindirden sadece ikisi ile hayatlarını sürdüren insanlar acınacak insanlardır. Bana mazeret söylemeyin! Hayatta önemli olan mazeretler değil sonuçlardır.”
“Orman Çocuğu” adlı kitabıyla tüm dünyada ün kazanan İngiliz şair ve yazar Rudyard Kipling, Nobel Edebiyat Ödülü alan en genç yazardır.
1907'de Nobel Edebiyat Ödülü aldığında 42 yaşındadır. Çocukluğu, ailesinden ayrı ve büyük zorluklarla geçen yazar, buna rağmen başardığını anlatmak için şu sözü söylemiştir:
“Başarısızlıkta 40 milyon tane neden vardır da bir tane bile mazeret yoktur”
Yazımızı Kipling’in konumuzla örtüşen “Adam Olmak” isimli şiirinin bir bölümü ile bitirelim:
çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir
ikisine de vermeyebilirsen değer
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
koyulabilirsen işe yeniden
döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı-turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu
herkesin bırakıp gittiği noktada
sen dayanabilirsen eğer
her şeyiyle dünya önüne serilir
üstelik oğlum adam oldun demektir
-Çeviri: Bülent Ecevit-.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com