UYANDIRMA ŞEBEKESİ
Allah dilerse ilmini musibetle de yayarmış.
Covid-19 vesilesiyle, biraz da olsa kabuğumuza çekilip kendimizi ve etrafımızda olan biteni anlamlandırmaya vakit bulabildiğimiz bir süreç yaşıyoruz.
İç sesimizi dinledikçe ve düşündükçe, düşünce kanalları açılıyor; bilinç sıçrayışları yaşıyoruz.
Üns ve nisyan (Allah’a yakın olan ve bunu unutan) kelimelerinin birleşiminden oluşan “insan” hatırlıyor; hatırlamakla asli menziline doğru yol alıyor.
Kuşkusuz “uyanmak” pek çok insanın ereği.
Uyanma mefkûresiyle çıktığımız yolda, niyetimizde sebat gösterdiğimizdendir belki de yavaş yavaş perdeler kalkıyor, ilahi simülasyonun kodları akıyor ve gerçek sandığımız hayallerin boyası siliniyor.
Belki de içinde bulunduğumuz zamanın gereği esen şiddetli bir rüzgâr insana “uyan” diye seslenen.
Zihinlerimiz arasında var olduğunu düşündüğümüz görünmeyen iletişim ağlarının ve tabi ki yüce yaradanın izni ile gerçekleşen bir uyanış olduğunu siz de fark ediyor musunuz?
İnsan yavaş yavaş kim olduğunu, kimliğin ötesinde ne olduğunu hatırlıyor.
Şunu biliyorum; ben bir şeyler hatırlıyorsam başkaları da muhakkak hatırlıyor.
SEN NESİN?
Pek çoğumuz asli kimliğimizi biliyor fakat sürekli hatırlamaya ihtiyaç duyuyoruz.
Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerifler, Muhyiddin İbnü’l Arabi Hz., Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. ile araştırmacı yazar Mehmet Ali Bulut ve Deniz Erten’in eserlerinden yola çıkarak vardığım nokta; ‘insan’ın yaratılmışların en üstünü olabilme potansiyelini taşıdığı.
Bu potansiyel, kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın insana kendi ruhundan üflemiş olması ile kaimdir.
Varlık âleminde Allah’ın tüm sıfatlarını kendinde bulunduran insandan başka bir varlık yoktur.
Bu yüzden melekler insana secde etmiştir; iblis ise insana bahşedilen bu mukaddes özelliği kıskanarak isyan etmiş ve insana düşman olarak şeytanlaşmıştır.
Ne yazık ki insan, fıtratı gereği bu asli kimliğini daima unutmakta ve gaflet uykusuna dalmaktadır.
Şeytan ise bu durumu dünyevi yani kendi deyimimle simülasyona ait zevkleri kullanarak ve insanı, yaratılmışların en üstünü olma mertebesinden sürekli aşağı doğru çekmektedir.
İnsanın sınavı da işte tam bu noktada; mahiyetini hatırlayıp simülasyona aldanmamasında, asli varlığını tekâmüle erdirmesindedir.
Aşağı çekilen insan, kendi gibi aşağı varlık mertebesindeki insanlarla arkadaş olur; kendi kendine zarar veren eylemlere düşer; ta ki insanlık mertebesinden çıkıp esfel-i safilin (sefillerin en sefili) olana kadar.
Bu durum, insanı bazen zahirde zenginlik, mevki, itibar, şöhret gibi simülasyona ait değerler sahibi kılsa da insan, hakikatte sefillerin en sefili durumuna düşmüştür.
İşte o zaman, insan ile şeytanın savaşında şeytan galiptir; çünkü artık karşısında simülasyona ait değerleri asli değerlere değişmiş ve insan olma vasıflarını kaybetmiş bir insan vardır.
Elbette, Allah insanı asla terketmez; insan rotasını kaybetse de karşısına çıkan işaretleri takip edip doğru yola girebilir; kendisine tanınan süre içinde tövbe ederek asli varlığına geri dönebilir, mertebesini yükseltebilir.
NEDEN DÜNYAYA GELDİN?
İnsanlar, Kâl-ü Belâ’da yani ruhlar âleminde iken tekâmülünü artırabilmek için dünyaya gelmek istedi.
Tekâmülünü artırmak, Allah’a olan yakınlığını artırmak demekti.
Âlâ-yı İlliyin olmaktı.
Bunu başarabilmek gayesiyle dünyaya gelmek için Allah’a niyazda bulundu.
İşte, bu sebeple dünyadayız.
Kendimiz için, kendimizi daha üst bir varlık haline getirmek için.
Kendinde bulunan bize bildirilen “99 Esma”yı açığa çıkarıp; özümsemek için.
Bu dünyanın ilahi bir simülasyon olduğunu idrak eden insanı, bu dünyadaki hiçbir zevkle kandıramaz şeytan; çünkü bilir ki bunların hiç biri gerçek değil.
Gerçek olan ölümden sonra farklı bir boyutta ve sonsuz olandır.
Simülasyonu idrak eden insan ‘Ölmeden önce ölünüz’ hadis-i şerifinin gereğini yerine getirmekten acı duymaz.
Dünya hayatının nefsin arzularını doyurmadığı, aksine daha da körüklediğini fark eden bir insan, kendisinin bu ölümlü dünya için yaratılmadığını aksine sonsuz bir cennet için yaratıldığını da anlayacaktır.
SİMÜLASYONUN DIŞINA ÇIKABİLİR MİSİN?
İşte bu farkındalığa ulaşmış insan, nefsin tüm arzularını Allah’ın emir ve yasakları, haram ve helal; ifrat ve tefrit esaslarına uyarak gerçekleştirirse, nefsi arzuları ne kadar büyük olursa olsun, kendini durdurabilme yetkinliğini kendinde bulup, bu ilahi simülasyonun dışına çıkmış olacaktır.
Nefis terbiyesiyle, salih amelle, farz ve nafile ibadetle asli varlığını hatırlayan ve bu eylemlerinde istikrarını koruyarak kendini gerçekleştiren insan, Kâl-û Belâ’da arzulamış olduğu tekâmüle, yaratıcının izniyle kavuşacaktır.
Bu hakikat birkaç cümleyle anlatılabilse de pratikte uygulamak bir o kadar zordur.
İnsan kendini gerçekleştirme yolunda ilerlerken karşısına daima daha büyük ve zorlu sınavlar çıkmaktadır.
Fakat insan, tüm bu zorlukların simülasyon olduğunu anladığı anda zorluklar eski dirayetini koruyamayıp bir bir yok olacaktır.
İnsan, kendindeki uluhiyetini keşfedecek ve kendisini tekamüle ulaştıran yolda hızla yol alacaktır.
UYAN O ZAMAN, ZAMAN BU ZAMAN!
Şimdi uyanma vakti!
Belki hala uykudayız ama aynı rüyayı görüyoruz.
Artık, uyanma niyetine girdik, uyanmalıyız!
Hatırlamalıyız nereden geldiğimizi.
Nereye ait olduğumuzu.
Her an bir fırsat, her nefes gibi.
.
Nickola Berrygele, dikGAZETE.com