Ben koyu CHP’li bir aileden geliyorum. Babam Trabzon CHP’nin aktif bir üyesiydi, annem hâlen “ne olursa olsun CHP’li”, şimdi yüz yaşının eşiğinde olan beni yetiştiren halam, ilk görevi için genç bir kız iken Diyarbakır Ergani’ye giden bir cumhuriyet öğretmeni.
Onların dışında, ana ve baba tarafından ailemin tümü koyu CHP’li. Dahası, çok siyaset konuşulan bir çevrede büyüdüm ve dolayısı ile çocukluğum, “CHP neden sağ (ve dolayısı ile gerici) partiler ile baş edemiyor” kaygısı ve CHP içi bölünmelere hayıflanma kaygısının hâkim olduğu bir ortamda geçti.
Ben o tarihte, artık CHP ötesinde sosyalisttim, ama ailem 12 Eylül darbe Anayasa’sına ‘hayır’ oyu veren azınlık içindeydiler, bu benim için bir gurur kaynağı oldu.
28 Şubat sürecinde, fikirlerimiz ister istemez şiddetli biçimde çatıştı, ama sosyal demokrat, kadınlara önem veren, modern fikirli bir ailede yetişmenin özellikle bir kadın için ne kadar büyük bir nimet olduğunu hiç unutmadım.
Dahası, ben ailesine çok düşkün bir insanım, babam yıllar önce vefat etti, annem ve halam halen benim için çok değerli. Onlardan farklı düşündüğüm konular onları üzmesin diye, anlayışlı davranmaya özen göstermeye çalışıyorum.
Dahası, içinde bulunduğumuz koşullar altında, demokratik bir gelecek adına ana muhalefet partisi olarak CHP’nin çok önemli bir aktör haline geldiğini düşünüyorum.
O nedenle, CHP eleştirisi yaparken iki kere değil, çok daha fazla kere düşünüyorum, asap bozucu olmamaya çalışıyorum.
Ancak, CHP’nin 3 Aralık ‘İkinci Yüzyıl’ toplantısını izlerken, başta ailem olmak üzere tüm ilkeli CHP’lileri kızdırmayı göze almaktan başka çare olmadığını bir kez daha fark ettim.
Doğrusu büyük bir beklenti içinde değildim, ama insana özellikle başlangıcı itibarıyla, ‘bu kadarı da olmaz’ dedirtecek bir etkinlik oldu.
Doğrusu, ekonomi alanında danışman olacak yıldız isimler olarak takdim edilen Jeremy Rifkin ve Daron Acemoğlu hakkında pek olumlu düşüncelerim yok, ama hiç olmazsa zahmet edip toplantı için Türkiye’ye gelirler diye düşünüyordum.
Heyhat!
Bu zahmete katlanmamışlar.
Böylece iktidar partisine büyük bir koz verilmiş oldu; “adamlar/kadınlar ‘bizim liderimiz dünya liderleri ile ruberu görüşüyor, bunlar baş danışman yaptıkları adamı bile toplantılarına getiremiyorlar” demez mi?
Bu yetmiyormuş gibi, Rifkin bir de ekolojik kriz/yeşil enerji merkezli fevkalade sıradan bir konuşma yapmaz mı?
Türkiye’ye ve danışmanı olduğu partiye ilişkin vurgu yapmak aklına bile gelmemiş, “ben önemli bir adamım, bu kadarı yeter de artar” diye düşünmüş herhalde.
Bir Batı ülkesinin önemli bir partisine danışman olsa idi, aynı şekilde davranır mıydı emin değilim.
‘Boun pour L’Orient’, yani ‘Doğu için iyi’ diye bir tabir vardır, bu duruma çok uyuyor; “Batı standartları için yetersiz ama, Doğu ülkeleri için pekâlâ olur” tavrından söz ediyorum.
Bu açıdan ve belagat gücü açısından, doğrusu, Prof. Refet Gürkaynak ilk konuşmayı yapsa çok daha göz doldurucu olurdu diye düşünüyorum.
Rifkin ve Acemoğlu’nun neo-liberalizmin sözcüleri olması konusuna hiç girmeyeceğim, öncelikli konu o değil.
CHP’den sosyalist ekonomiye meyletmesini bekleyecek değiliz, doğrusu işin bu kısmı sadece CHP’nin sorunu değil dünya çapında, neo-liberal ekonomi modeline karşı toplumcu bir alternatif üretilmiş değil.
Ancak, en koyu savunucularının bile neo-liberalizmin sonunun geldiğinin ilan edildiği bir dönemde, neo-liberal modeli, ‘bilimsel’ diye takdim etmek, ancak dünyadan habersiz olmakla izah edilebilir.
Gerçi Acemoğlu, kendini neo-liberalizm ile tanımlamamaya özen gösteriyor, ancak nihayetinde o da neo-liberal ortodoksinin sözcülerinden biri.
Bu konuya, 2020’de yayınladığı ‘Dar Koridor’ başlıklı kitabı üzerine, bu yılın başında K24 kitap sitesinde yayınladığım eleştiri yazısında işaret etmeye çalışmıştım, o konuyu burada uzatmak istemiyorum.
Kaldı ki, Acemoğlu bile, Ekim ayında yazdığı bir yazısında, kitabının zaaflarına ucundan da olsa değinmek zorunda kaldı (‘Why businesses misbehave’, IPS Economy and Ecology, 10.10.2022).
İsimlere takılmadan kısaca, öncelikle ekonominin bilim konusu olmadığı gerçeğini hatırlatalım.
İkincisi, ekonomi modeli konusunda neo-liberal model örneğinde olduğu gibi bir mutabakat olsa dahi, teknokratik çözümlerin siyasal karşılığı olmuyor.
En yakın örnek, üstelik de Avrupa’nın göbeğinde İtalya; siyasal istikrarsızlığa çözüm olarak kurulan teknokratik hükümet istifa etmek zorunda kaldıktan sonra yapılan seçimden, aşırı sağ koalisyon, Mussoli’nin partisinin devamı olan partinin lideri Başbakan olarak çıktı.
Bizde doksanlı yılların sonunda kurtarıcı olarak Türkiye’ye gelen Kemal Derviş’in siyasal bir karşılığının olmadığını da hatırlayalım.
Gerçi, ikibinli yılların başında iktidar olan AK Parti, aynı modeli uyguladı, ama o modeli uygulamak için farklı temalar üzerinden iktidar oldu.
Şimdilerde, CHP’nin neo-liberalizme meylini dillerine dolamaları da ayrı bir ikiyüzlülük, orası başka.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com