?>

Huntington ışığında Türkiye siyasetini okuma denemesi

Dr. Begüm Burak

4 yıl önce

Bu yazımın temel çıkış noktasını, Türk siyasetinin, içinde bulunduğumuz ekonomik krizler ile şekillenen dönemde, hakim siyasi ve bürokratik aktörlerin eylemlerine bağlı olarak hızla demokrasiden uzaklaştığı argümanı oluşturmaktadır. 

1997 yılında yaşanan ve literatüre “post-modern darbe” olarak geçen 28 Şubat Süreci’nin şüphesiz siyasi sahneye en derin etkisi Milli Görüş geleneğinde yarattığı bölünme olarak bilinmektedir.

Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde AK Parti, 2001 ekonomik krizinin oluşturduğu güvensizlik ortamının ve mevcut siyasi aktörlerin çözüm üretme adına çizdiği zayıf profilin etkisiyle 2002 seçimlerinde oyların yüzde 34.28’lik oranını alarak seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır. 

2002’den bu yana geçen zaman diliminde AK Parti, tek başına iktidarda olmayı başarmıştır, ancak AK Parti’nin 2019 yerel seçimlerinde ciddi bir meydan okuma ile baş başa kaldığı da bilinmektedir. 

Ankara’yı kaybeden AK Parti, İstanbul seçimlerinin de iki defa yaptırılmasına rağmen CHP’li aday Ekrem İmamoğlu’nun seçim zaferini engellemeyi başaramamıştır.

Bu yazıda, temel referans noktam, Samuel Huntington ve “Political Order in Changing Societies” (Değişen Toplumlarda Siyasal Düzen) isimli kitabı. 

Huntington, “Political Order in Changing Societies” isimli eserinde, 20. yüzyılın sonlarında gelişmekte olan ülkelerin dikkat çeken özelliklerinin şiddet, istikrarsızlık ve siyasi kaos durumları olduğunu vurgulamıştır. 

Bu ülkelerin siyasi sistemlerini anlamanın yolunun ise bu tür şiddet ve istikrarsızlığın nedenlerinin analizi ile mümkün olduğunu belirten Huntington, şiddet ve istikrarsızlık durumlarının devamlı olmadığı müddetçe gelişme için gerekli olabileceğini öngörmüştür. 

Huntington'ın siyasi gelişmeye yönelik fikirlerinde temel varsayım, siyasi kurumsallaşmanın istikrar için şart olduğu ve istikrarın (diğer ifade ile düzenin) hem normatif olarak kendi içinde hem de politik gelişme için bir gereklilik olduğudur.

Kurumsallaşma, yapıların ve süreçlerin siyasi sistem için meşruiyet ürettiği bir araç olarak tanımlanabilir. 

Huntington'a göre çoğu Üçüncü Dünya ülkesi, modernleşme sürecinin ortasında olduğu için tam bir kurumsallaşma ve meşru bir siyasi sisteme de sahip değildir.

Huntington, “siyasal bozulma” terimini, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsız olan birçok ülkenin yaşadığı istikrarsızlığı tanımlamak için kullanmıştır. 

Yazara göre, siyasi kurumlar, istikrar ve öngörülebilirliği sağlayan kurallar ile yönetilir ancak zaman zaman siyasi kurumlar, “siyasal bozulma” olarak nitelenen süreçte, elitlerin kişisel çıkarları veya konformizm nedeniyle düzen sağlamada ve meşruluk kazanmada başarısız olabilmektedir.

Huntington’ın analizleri ışığında, Türkiye’deki yönetimin siyasal bozulmanın eşlik ettiği bir otokratik yönetim yapısını yansıttığını söylemek mümkün. 

Bugünden geçmişe bakacak olursak, 1950 yılında başlayan demokrasi yolculuğunda neredeyse her on yılda bir askeri darbe ile bölünen sivil siyaset 1997 yılında yaşanan müdahale ile “sosyal mühendislik” süreci olarak da adlandırılan bir dizi anti-demokratik uygulamalara sahne olmuştur. 

Öte yandan, 27 Nisan 2007 tarihli “e-muhtıra” da askeri vesayetin son örneği olarak hatırlanmaktadır. 

Askeri bürokrasinin tahakkümünün ve “sosyal mühendislik” uygulamalarının geçmişte kaldığı 2000’ler Türkiye’sindeki siyasetin, daha karmaşık ve çözülmesi zor sorunların sebep olduğu bir siyasal bozulmaya ev sahipliği yaptığı söylenebilir.

Bu bozulmanın izlerinin sürebileceği bir alan seçimlerdir.

Seçimler, demokratik yönetimin olmazsa olmaz öğelerinin başında gelir. Ancak burada altı çizilmesi gereken, seçimlerin dürüst ve adil bir ortamda gerçekleşmesinin gerekliliğidir.

Seçimlerde rekabet eden siyasi partilerin kampanya sürecinde sahip oldukları finansal kaynaklarda ve halk ile aralarında köprü kuran kitle iletişim araçlarına erişimin gölgesinde yaşanan seçimlerin, demokratik süreçlere katkısının ne olduğu sorgulamaya değer çok önemli bir nokta.

Siyasi bozulmanın izlerinin sürebileceği bir diğer alan ise medya özgürlüğünün içinde bulunduğu çıkmazdır. 

Yasama, yürütme ve yargı erklerinden sonra bağımsız ve tarafsız basın organlarının demokratik rejimlerdeki rolünün elzem olduğu bilinmektedir.

Dördüncü kuvvet” olarak nitelenen medyanın, özgürlük ve bağımsızlığı hakkındaki uluslararası kuruluşların sunduğu raporlar, Türkiye’nin bu konudaki karnesini göstermesi açısından önemlidir. 

2020 yılına ait “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi”ne göre Türkiye, Kamboçya ve Cezayir gibi ülkelerin de gerisinde 180 ülkenin analiz edildiği raporda 154. sırada yer almıştır.

Öte yandan, siyasi bozulmanın izlerinin sürebileceği bir diğer alanın hiç şüphesiz yargı sistemi olduğu bilinmektedir.

Demokratik yönetimlerde vatandaşın özgürlüğünün teminatlarından biri ve yönetimin demokrasi kalitesini belirleyen temel etmenlerden biri yargı mekanizmasıdır.

Yargının siyasallaştığı bir ülkede, mahkemelere olan güvenin sarsılması ve demokrasinin zayıflaması kaçınılmazdır. 

İsviçre merkezli “International Commission of Jurists” (Uluslararası Hukukçular Komisyonu) tarafından 2016 yılında yayımlanan “Turkey: the Judicial System in Peril” başlıklı rapora göre, yargı üzerindeki yürütme kontrolünün genişletilmesi, Türkiye'de insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün korunmasının sarsılmasına da sebep olmuştur.

Özellikle 2018 yılındaki rejim değişikliği sonrası arttığı bilinen otoriterleşmenin izleri, ifade hürriyeti meselesinde de açıkça görülmektedir. 

Demokrasi teorisyeni Montesquieu, en önemli özgürlüğü düşünceyi açıklama özgürlüğü olarak tanımlamıştır. 

AİHM'de 2018 yılında kırk yedi devletin ifade özgürlüğü ilkesinin ihlal ettiği toplam karar sayısı 77, bunun 40'ının ise Türkiye’ye ait olduğu biliniyor. 

Siyasi bozulmanın izlerinin sürebileceği bir diğer alan, parti sistemiyle ilgilidir. 

Ergun Özbudun, “Çağdaş Türk Politikası: Demokratik Pekişmenin Önündeki Engeller” adlı eserinde, demokratik parti teşkilatlanmalarını demokratikleşme sürecinin olmazsa olmaz koşulları içinde sıralamıştır. 

Türkiye'de parti ve seçim sisteminde bulunan bazı yapısal sorunlar hala çözülebilmiş değildir. 

Türk demokrasisinin özellikle 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması sonrası olağanüstü koşullara eşlik eden düzenlemeler ile gerilediği de bilinmektedir. 

1999 yılında ivme kazanan Avrupa Birliği üyelik sürecinde adımları atılan asker-sivil ilişkilerinin demokratik dönüşümü gibi gelişmeler maalesef Türkiye'de demokrasinin pekişmesine yol açabilmede yeterli değildir. 

Türkiye’de son yıllarda yaşananların, Huntington’ın ifadesi ile “siyasal bozulma” örneklerini yansıttığı söylenebilir. 

Belli koşulların ihtiyaçlarına cevap vermek için oluşturulan siyasi kurumların, değişen koşullara uyum sağlayamadığı ve işlevini yitirdiği bir siyasal bozulmadan söz etmek mümkün. 

Elbette, 2021 yılı “reformlar yılı” olarak değerlendirilirse demokrasi adına umutlu olabiliriz yeter ki bu reformlar evrensel standartlarda temel hak ve özgürlüklere dayansın…

.

Dr. Begüm Burak, dikGAZETE.com

Kaynaklar

Huntington S. Political Order in Changing Societies, Yale University Press; The Henry L. Stimson Lectures Series edition, 2006, (1. Baskı: 1968).

Reporters Without Borders, Basın Özgürlüğü Raporu, 2020, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi (Erişim: 29.01.2021)

International Commission of Jurists,  Türkiye Raporu, 2016, 57ee8e674.pdf (refworld.org) (Erişim: 29.01.2021)

YAZARIN DİĞER YAZILARI