Devlet, belirli bir ülke içinde yaşayan insanları idare eden organizasyondur.
Devlet, toplumsal düzeni ve sosyal istikrârı sağlayan bir kurumlar bütünüdür.
Bu organizasyon, toplumsal düzeni sağlayacak olan kural ve kanunları belirler ve uygular; uygulamalar sırasında gerekirse şiddet dahi kullanabilir.
Devlet, egemenliğini sahip olduğu kurumlar (hükümet, ordu, polis, mahkeme, meclis vs.) aracılığıyla tesis eder.
Devletin kesinlikle sahip olması gereken üç temel unsuru vardır.
Millet (Halk),
Vatan (Ülke) ve
Egemenlik (Hükümet)
Devletin üç temel özelliği de vardır.
Bir teşkilâta sahiptir.
İki “hukuki bir kişilik” sahibi olmasıdır. Devlet “tüzel kişilik” adı verilen bu kişilik sayesinde, hak ve sorumluluklara sahiptir.
En önemlisi ise; Devlette devamlılık, süreklilik esastır.
Türk Milleti, devleti “Devlet, ebed müddet” ve “Ya Devlet başa, Ya Kuzgun leşe!..” diye tanımlamıştır.
Devleti meydana getiren insanlar, yöneticiler, hükümetler, kanunlar ve hatta rejimler değişebilir ancak devlet var olmaya devam eder.
Devlet süreklidir.
Bizim devlet geleneğimizde batıda söylenen “Kral öldü, yaşasın yeni Kral!” gibi bir söz de yoktur; çünkü Türk Milleti, devlete hizmet edenlere karşı kusurlu olsalar dahî vefâ göstermeyi, devlete sahip çıkmanın bir parçası görmüştür.
Hükümet ise, bir ülkenin siyasetini belirleyen ve bu siyasete göre devlete yön veren kuruldur.
Meşru hükümetler, seçimle yani Milli İrade ile onaylananlardır.
Demokrasilerde hükümetler, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşur, yaptıkları çalışmalar Meclis tarafından denetlenir.
Hükümetler gelir geçer.
Esas olan Devlettir.
Bir de Hikmet-i Hükümet anlayışımız vardır bizim.
Milletimiz, bekâsı için tarihimizde zaman zaman kendi koyduğu kamusal kuralları dahî aşmaktan imtinâ etmemiştir.
“Hikmet-i Hükümet Anlayışı” esas olarak devletin varlığını ve bekâsını gözetmeyi hedefler; devletin merkeze alındığı, devletin “üstün ve kutsal” kabul edildiği bir siyasî düşünce tarzıdır.
Devletin devamlılığı ve bekâsı söz konusu olduğunda, her türlü düşünce ve eylem tarzı mubah görülebilir.
Hatta devletin bekâsı için fertlerin fedâ edilmesine kadar gidebilir.
Hikmet-i Hükümet Anlayışı, “büyük, ulvi bir amacın” yani devletin devamlılığını sağlamanın bütün araçları meşru kıldığı bir anlayış olarak özetlenebilir.
“Hikmet” kelimesi bizde Rabbimiz için kullanılır.
Malûm, “Hikmetinden suâl olmaz” deriz; yani, “O ne yaptıysa en doğrusudur.”
Milletimiz, devletimizi de ‘hikmet’ kelimesi ile taçlandırmış ve “Hikmet-i Hükümet Anlayışı” ile şereflendirmiştir.
Özet; Devlet bâki, hükümet, devletin bir organı ve geçici.
Güzel de hükümet, devletin en baş unsûru değil mi?
İktidârı döneminde ebed olan devletin tüm kararlarını o vermiyor mu?
Hükümet edenler üç temel idealle ülkeyi yönetecekler.
Birincisi, Devlet, ebed müddet için. Yani devletimizin güçlü, bayındır, kalkınmış, millete hizmet görevini ifâ eden yapısını daha da güçlendirmek. Ülke içinde ve dışarıda devletin saygınlığını arttırmak.
İkincisi, Milletimizin “Tüyü bitmemiş yetim hakkı” ile eş tuttuğu devlet malını korumak ve adâleti tesis etmek. Adâlet, mülkün (devletin, dirliğin ve düzenin) temelidir diyor Hz. Ömer. Adâlet özetle.
Üçüncüsü ise, halkın refâhını gözetmek ve arttırmak.
Hükümetler, Milletimizin mefkûresine uygun davranırlarsa Milletimiz onları başının üzerinde taşır. Hükümetler meşrûiyetini halktan alırlar.
Bugün yüzde 50’nin üzerinde halkın teveccühünü alan bir hükümet tarafından yönetiliyoruz.
Bir de sürekli muhalefet eden kemikleşmiş, kendilerinin ya ne istedikleri belli değil ya da resmen dış emperyal güçlerle işbirlikçi birileri ve onlara âlet olanlar var.
Düşünün, hükümet kendi siyasî mülâhaza ve duruşu dışında acil ve hayâtî kararlar veriyor.
“Adam” bu devletin memuru.
Ama devletin kararlarına yasal sınırlarını zorlayarak engel olmaya, devletin çarklarını durdurmaya çalışıyor.
İlgili âmirlerin bir kısmı ise maâlesef devlet gelenek ve tecrübesi içinden gelmediği için bu tarz adamlar ve uygulamalarına karşı lâkayt davranıyorlar.
Aziz Milletim!..
Şu anda bazı kamu kurumlarında inanın, sırf hükümet karar aldı diye, sırf hükümeti toplum nezdinde küçültmek için, klasik anarşist solcular, radikal CHP’li ve Kemalistler, bölücüler, kripto FETÖ’cüler, bazı cemaat ve tarikâtlerin mensupları, Erdoğan karşıtı bazıları, kesinlikle örgütlü ve organize davranıyorlar.
Eskiden solcu, sağcı, dindar, lâik vs. gibi alenî duruş ortaya koyardı ya insanlar.
Unutun artık bunları!
Bilin ki, şu anda sinsi Erdoğan ve AK PARTİ karşıtlığı, resmen Devlet düşmanlığına doğru evriliyor.
En kötüsü de gizli bir el, karanlık odaklar, bu kişileri anında organize ediyor. Başlıyorlar zarar vermeye.
Bakın karşı çıkmak demiyorum, zarar vermek…
Her gün birlikte görev yapan insanlara bakıyorsunuz.
Diyelim heyetçe, yetkili kurul aracılığı ile karar verilecek.
Şaşarsınız.
Klasik iktidar yalakası, dindar, mütevâzi pozlarda ama sinsi adam, ateist, hatta geçmişinde hapse bile girmiş, aşırı sol görüşlü bir adamla birlikte el kaldırıyor.
Oradaki yönetici, sana soruyorum, bu adam kripto değil de nedir?
Sen orada bostan korkuluğu musun?
Milletimizin âlî menfaatine her seviyede çomak sokmaya çalışan bu adamları neden dağıtamıyorsun?
Eğer gereğini yapmıyorsan üç sebebi var.
Bir, sen de o gözü dönmüş gürûhtansın.
İki, yasadışı menfaat temin ediyor, suç işliyorsun. Sana göz yumsunlar diye idâre ediyorsun.
Üç, ferâsetsiz, liyâkatsiz bir adamsın.
Her üç durumda da sen de seni atayanlar da yarın milletimize hesap vereceklerdir.
Azîz Milletim, Ferâsetli insanım!..
Devletimiz bizim.
Düşünün, bilinen 5.000 yıllık devletimiz var.
Sâdece hükümet edenler değişiyor.
Sahip çıkalım.
Şu anda meşrû bir hükümetimiz, ülke ve medeniyet coğrafyamızda çok sevilen bir Cumhurbaşkanımız var.
Çevremizde olup bitene karşı duyarlı olalım.
Müdahâle etmek için âmir, polis, güvenlik personeli olmaya gerek yok.
Yazalım dilekçeyi.
Duyuralım devletin ilgili kurumuna.
İhânet, ya ihânetin içinde, ya sorumsuz insanların içinde, ya da ferâsetsiz, liyâkatsiz yöneticilerin içinde yaşar.
İlgili mercîlerin kusurlarını gözlerine sokmak gerekirse sokalım.
Böyle yapmaz, sokakta dedikodu edersek sâdece iftira oluşturur ve büyütürüz.
Daha da kötüsü, devletimizin şahs-ı mânevîsine zarar veririz.
Bu devletimize zamanla güvensizlik duygusu oluşturur ki asıl düşmanlarımızın istediği de budur.
Biz büyük bedeller ödemiş, tarihte en çok kayba uğramış Milletiz.
Fedâkarlığımızla büyüdük, nemelâzımcılık ya da yersiz tevâzuu ile eridik.
Eskiden kışlalarda duvarlara şöyle bir slogan yazdırmışlardı. “Orduya sadâkat şereftir”.
Doğrusu şudur; “Milletimize sadâkat borçtur”, “Devletimize sadâkat borçtur”
350-400 yıldır Devletimiz zor günler geçiriyor.
Kolay mı!..
Ecdâd diyor ya: “Taş olsa erir” diye.
Unutmayın..
“Büyük başın büyük sıkıntısı olur.”
Sâdık, emîn, âdil olanlardan olmak temennîsi ile..
.
Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-