“Zübde-i alem” olan insanın iç alemine doğru serin bir yolculuğa niyet etsek, “yedi basamak”da konaklayacağımızın farkında ve şuurunda ‘Kal’den ‘Hal’e, sözden öze insek; insek, işlensek…
“Yedi basamak” dedik de “inmek”ten murad, iç evrim yolunda varlığa kavuşmanın aşkıyla eritirken yedi basamağı, dış evrimde, benlik esaretinden kurtulmak için de tek tek çıkabilmek çıkarabilmek topraktan başını.
Makamâtın yedi hücresinde çile çekmek, her kişinin niyetine resmedildi mi çileyi aşka dönüştüren er kişilere açılır gönül kapıları..
O gönüller ki ızdırap içindeki ruhları, hakikat ummanlarına taşıyan ırmaklar gibi coşar…
Organik hayatın canlandığı, dünyanın nefes aldığı, arındığı günlerden, çevirmeden mi geçelim aynayı kendimize.
İnsan olduğumuzu unuttuğumuz ortada iken “Ey insan!..” ikazına sırt mı dönelim!
Yoksa muhatabı olduğumuzu farkedip bu ilahi sese cevap vermenin yedi tas suyunda yıkayalım da ruhumuzu, temizlenen dünyaya, temizlenen dünyamızla aynı düzlemde, aynı ritimde, aynı aşkla kavuşmaya mı niyet edelim!..
Eski belli ki eskimişliklerimiz.
Yeni bir değişim ve dönüşüm için arkada bırakmamız gerekenler...
Riya ile çürümüş ne varsa bize ait olan...
Kibir ve ego ile yaptığımız ne kadar putumuz varsa tek tek kırarak, hakka yönelmeye kendimizi davet etsek.
TEVBE (nefs-i insani) basamağı ile “Niyet” etmeli insan kendi manzarasının serüvenine…
Hatalarımızın seyrinde pişmanlık pınarı ile doldururken avuçlarımızı, hastalıklı alışkanlıklarımızdan kurtulmanın arzuhalini arınma dileği ile mühürleyip yollamak “Tevbe edin, kabul edeyim” diyen Rabbe..
Tövbe ile yeniden uyanma basamağında yüzleşmek kendimizle..
Ruhumuzu ve bedenimizi, tahrip eden her şeyden özgürleştirmek...
Birinci basamakta yolculuğu, niyetin saflığına sabitleyerek adaba uygun devam etmek yola…
VERÂ (nefs-i levvâme) ile bedenî ve ruhî yüklerden tek tek kurtulmaya…
Artık dünyanın makyaj yapılmış bir kocakarı olduğunun bilinci ile başını yoluna eğerek arınmaya devam etmeye…
Adımlarımızı ‘eskiden kurtuluşa’ değil, ‘yeniden doğuşa’ atmaya
Havf ve Recâ arasında umut ipine tutunmaya…
Dünyevi arzularımızı bir bir çıkarıp atarken, ‘kınama’ tokmağı ile tozunu alarak nefsimizin, umut ile hedefe yaklaşıp, geleceğimizi inşa etmeye…
Dirilttiklerimize sıkı sıkıya sarılarak.
ZÜHD (nefes-i mülhime) misafirhanesine doğru yol almaya…
Dünyalık şeylere rağbet etmemek ve arzulamaktan arınmak yoluna girerken…
Dünya malından, makam, mevki, şan ve şöhretin esaretinden azad olmayı dilemeye…
Sadece haramlardan uzak durmaya değil, mübah olanların da azıyla yetinmeye nefsimizi terbiye etmeye…
Peygamber-i Zîşân’ın tabiriyle “Az yemek, az uyumak, az konuşmak” ilkesini doktrin kabul etmeye…
Bâyezîd-i Bistâmî’ye ‘zühd' sorulduğunda, “Ben zühdde üç gün (devir) kaldım, dördüncü gün zühdden çıktım.
İlk gün, dünyaya ve dünyada olan şeylere, ikinci gün âhirete ve orada bulunan şeylere, üçüncü gün Allah’tan başka ne varsa hepsine karşı zâhid oldum.
Dördüncü gün olunca bana Allah’tan başka bir şey kalmadı ve ilâhî aşk beni şaşkına çevirdi” şeklinde cevap vermiştir.
‘Zühd’, infantil davranış metotlarının, narsist ve dürtüsel arzuların baskı ile değil, rehabilite edilerek etkisizleştirildiği, içsel dönüşüm ödevlerinin çok mühim misafirhanesidir.
Ki…
Yanılsamalardan sıyrılarak olgunluğa yakınlaşma adımlarının atıldığı evredir.
Zühd evresine eşlik eden sufilerin “ilham edilmiş nefs” diye tanımladıkları ‘nefs-i mülhime’dir.
İdris Şah; “Gerçek zihinsel bütünleşmenin başlangıcıdır Nefs-i mülhime" der ve devam eder; “Orada zihin eski verimsiz halinin aksine daha yüksek seviyede işlemeye muktedir olur.”
“Zühd", maden ocağına inmek gibidir..
İnfantil yansımalar, bedenin ve ruhun acı çekmesine neden olan alışkanlıklar, narsist tavırlar üzerinde kazı çalışması yapılması, iç benliğin set vurulmuş dehlizlerine ulaşılma gayreti ve azmi ile tevazu gömleği giyerek bu evreden devam etmeli yolculuğa…
FAKR (nefs-i mutmainne) aşamasına doğru yol almaya…
Yol fakr, yolcu fakirdir..
Sahip olma dürtülerinin içsel savaşının yaşandığı materyalizm putunun yıkıldığı, varlığın insan olma zeminine sabitlenip, varoluşun tokmağının tutulabileceği ve belki de kapısının açılabileceği, dünyadan el-etek çekmek değil, ayak bağlarından kurtularak özgürleşmenin mücadelesi bu evrede…
Vermeye; kapitalist ve tüketim çarkının kurbanı olmaktan vazgeçmeye…
Tüketen değil, üreten insan olmaya, durgunlaşmaktan durulmaya geçme; değişimler ile varoluşun konforunu keşfetmiş insan modeli olma hali; FAKR...
Artık hiç bir şey eskisi gibi değil!..
Dirilirken gömdüklerimiz arasında nefsi bir savaşın ortasındayız!
Ya SABIR (nefs-i râzıyye)…
Vazgeçtiklerimizin tahripkarlığına karşı direniş gösterme, tahammül etme, psikolojik karşı koyma aşaması…
Yedi basamağın bütünleştirici gücü.
Benliği nefse hapsetmiş setlerden kurtarırken, sabırla durulanmak.
İnancın özüne ulaşmanın, insani dirilişin fiiliyatta buluşmasının zamanını yakalayabilmek vakti…
“Sabır” esmasına bağlanarak…
Yeniden doğuşa boyun eğmek.
Adanmışlığa giden yolda, teslimiyet anahtarı ile açılan kapı…
TEVEKKÜL (nefs-i marzıyye)...
Hastalıklarımızdan iyileşmek için gereken tedaviye başladığımız, elimizden geleni aşkla ve samimiyetle yaptığımız, halimizi “Takdir”e havale etme aşaması…
“...Kararını verdiğin zaman, artık Allah’a dayan ve güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âli İmrân, 159) ayetine sarılma vakti..
TEVBE…
VERÂ…
ZÜHD…
FAKR…
SABIR…
ve TEVEKKÜL…
“Ölmeden evvel ölünüz” nasihati ile insanı, nefsi arzularının esaretinden kurtarıp manevi dünyaya yeniden dirilişe giden yolda…
RIZA (nefs-i kamile) kapısı aralayabilme, sızlanmalardan şikayetlerden yakınmalardan sıyrılıp, hoşnut ve memnun olma…
Boyun eğme, ruhu hürriyetine kavuşturma aşaması; arınmış ve kemale ermiş bir nefisle kanaat etmeye yönelme durumu.
İçsel tatmin, adanmış bir ruh, kötülükten sakınma/ sakındırma; iyiliği çoğaltma ve yayma…
Yaratılış gayesinin, ritmiyle kavuşma hali..
“Vaktin insanı” olarak, akıl yanılmalarının ve akıl tutulmalarının zihnî ve ruhî kirliliklerin tümüne meydan okuma cesaretini kuşanma ideali…
Tasfiye ve tezkiye gerektiren zorlu bir yolculuk neticesinde “Er kişi” olma seviyesini kazanan insan, kul olma bilincini, hayat paradigmalarının merkezine koymalı.
“Hoştur bana senden gelen.
Ya gonca gül, yâhud diken!” beytindeki inceliğe ermeli.
Önce iyi bir kul olmaya adanmalı varlığı insanın, sonra insanlığa.
.
Elif Rana, dikGAZETE.com
Hoştur, bana, senden, gelen,..., Ya, gonca, gül, yâhud, diken…,Elif, Rana, @Elfrana_, yazıyor..., #ElifRana, #KöşeYazıları, #HoşturBanaSendenGelen, #YaGoncaGülYâhudDiken, elif rana,