İnsanların genel olarak eğilimi;
- Kendi mutsuzluklarını görmek…
- Ve başkalarının mutluluklarını görmek üzere.
Şeytanın oyun alanı.
Hem komik, hem hüzünlü.
“Komik” çünkü, gerçeklikten o kadar uzağa düşüyoruz ki…
“Eksiksiz herkesin gamdan da, lütufdan da hissesi vardır. Sadece nispeti, kişinin istidatına, amellerine, hallerine göre değişir” diyor üstadımız, Muhyiddin İbn Arabi (ks).
İlahi isimlerin, “benliksiz” ve “farkındalıklı” olarak bizde can bulmasına, “Allah ahlâkı ile ahlâklanmak” denmiş ki; bu süreçte sabır (isimleri benlikle sahiplenmemek için sabır, eylemlerimizi Hakkani çizgiye uyumlu kılmak için çaba) ve şükür (farketmek ve değerlendirmek)…
Bencillikten kurtulmaya başladıkça görüş açımız, iyice genişlemeye başlar ve "at gözlükleri" ile algıladığımız olayların, hikmet ve rahmete dayanan yüzleri bize gülümsemeye başlar.
Sana karşı işlenen hataları, suçları affedebilirsen;
-aziz olursun,
Başkalarına karşı işlenen suçları değil affetmek, yok sayarsan;
-zelil olursun…
*
Sevdiğim bir salâvat:
“Allahım! Kendisi nur âlâ nur olan, sırrı bütün görünen, varlıklara, (Güzel) isim ve sıfatlara nüfuz etmiş bulunan Efendimiz Muhammed’e salât ve ona layık şekilde selam eyle. Bu salat ile bizim de kalbimizi, basiretimizi, yolumuzu nurlandır”
Nacizane anladığım büyüklerimizden, şu şekilde:
- Esma - isimler, Hüsna - En güzel…
- Esmâ-i Hüsnâ - En güzel isimler…
Ve bu Esmaül Hüsna içinde, “Kahhar, Dâr, Müntakim, Mâni, Mümit” gibi isimler de mevcut.
“Ona ruhumdan üfledim”, “Zerre, küllün aynasıdır”, “Sen kendini küçük alem sanırsın, Oysa ki alem sende dürülür” gibi ‘Hakikatimize’ dair işaretlerce bilinen…
İnsan bütün Esma’ya câmi ve -potansiyel olarak- aziz bir varlıktır.
Makro alemde mevcut bu isimlerin hepsi, mikro alem olan insanda da mevcut.
Ve sadece vedud, sadece cemil gibi isimler değil, bütün Esma’ya; “Esmaül Hüsna” deniyor.
Nacizane anladığım, denge yani “sevgi ve adalet” prensibi (ki bu Kur’an ahlakı) “bütün” bu isimler kullanıldığında, “Allah ahlâkı ile ahlaklanmış” oluyoruz.
Yani isim ve sıfatları; yerli yerince kullanmak; adalet..
Bunları benliksiz, sevgiyle fiiliyata geçirmek, bizi tekâmül ettiriyor.
Mesela intikam alan, Müntakim esması; bunu haddi aşarak, egomuzu besleyecek şekilde değil (mesela bunun bir örneği, kendimize yapılan hataları bağışlamak olabilir), ancak şahit olduğumuz; bir mazlumu ezen zalim varsa; benliksiz bir şekilde; orada Müntakim esmasını işleve sokmak ve “adaletin uygulayıcısı olmak” gibi diye anlıyorum..
Bu yönüyle, yani denge ile ölçü ile gereken şekilde kullanımı güzeldir.
Zulümde iyice haddi aşmışa, Vedud olmak değil; Kahhar olmak daha rahmete uygun düşebilir.
Allah bunları basiretle değerlendirmeyi nasib etsin bize.
*
Kur’an ahlâkının “adalet + sevgi” olduğunu…
- İlâhi yasalarla her daim muhatap olduğumuzu…
- Her şeyin mutlaka karşılığını, biz fark etsek de fark etmesek de bulduğunu/bulacağını...
Değerler üzerinden değil, insanlara gösterilen kadarımızın üzerinden gelen itibar, beğenilerle; ‘ol’duğumuzu zannetmek, yüzleşmek kapısını kapatır; ihlasın hayatımızda yer bulmaması kadar vahim bir durum (mekr) olabilir mi..
Allah bu tutarsızlığı, riyayı; içi ve dışı bir olmamayı affetmez.
Af edilmemek; yüzleşmenin, samimiyetin olmadığı noktada düğüm, kilit oluşmasıdır.
Allah muhafaza.
Dünya hayatımızda kısacak süre, pek sınırlı algımızla, dağılmış dikkatimizle her zaman fark edemesek de her şeyin her yaptığımıza/yapılanlara şahitler olduğunu...
Bilse idik…
“Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu”
Allah bize de kolaylaştırsın, bilmeyi, ‘ol’mayı..
Umarım şu hızlandırılmış süreçte, her günümüzü, “Euzu-Besmele” (:dualiteden/şirkten arınmış bir anlayış-euzu, rahmani potansiyelden rahimiyyeti ile meydana çıkan ayetleri/oluşları) ile açıp, hazmı ile, aşk ile okuyanlardan oluruz.
Her günün, ömür kitabından bir sayfa olduğunu bilip; sevgiyle, saygıyla, hürmetle öperek o sayfayı kapatabilirsek, ne mutlu her birimize...
.
Gülşah Aslı, dikGAZETE.com