Tezvir, yani yalan söyleme, çarpıtma, farklı anlatma, kafa bulandırma en çok tarih ilmi için kullanıldı.
Batı âlemini toptancı mantığıyla eleştirmiyoruz.
En güzel ve nadide çiçeklerin bataklıkta yeşerdiğine de müdrikiz.
Batı coğrafyasında medeniyet maskesi takmış egemenleri deşifre ve teşhir eden namuslu Batılılar, haliyle ve fazlasıyla mevcuttur.
Bazı tarihçiler, kadim metinleri doğru okuyamadılar, yanlış tefsir ettiler, gerçekleri bilmelerine rağmen sustular veya susmak zorunda kaldılar. Çalışmaları askeri, sömürgeci ve yayılmacı amaçlar için suiistimal ve istismar edildi.
Coğrafyanın yekpare vücut olması, birlikte hareket etmesi, geçmişini bilmesi, medeniyet beşiği olduğuna müdrik olması, tarih bilincine ulaşması, genetik kodlarında devasa bir miras taşıdığını keşfetmesi ona bereketli bir moral aşılayacaktır.
Varlığının neyi temsil ettiğini idrak etmesi küllerinden yeniden doğması için vesile olacaktır. Yazımızla bu amaca katkıyı hedefledik.
Yazacaklarımız, yakın ve uzak coğrafyalarda yaşam sürdüren medeni toplulukların bir başlangıç noktası merkezi var mıdır, yoksa birbirlerinden bağımsız mı geliştiler, aynı kökenden mi geldiler yoksa egemen medeniyetin bir kolu veya bu medeniyetin etkisi altında mı yaşadılar bu sorularımıza en dakik unsurları sunan, dillerin yapısını, tarihsel gelişimini ve birbirleri ile ilişkilerini inceleyen bilim dalı olan lisaniyat ilmi yani Filolojidir.
Bu konunun yazılarını ilk medeni insanın anayurdunu ve buradan dağılışını incelerken filoloji tek başına yeterli bir ana unsur değildir.
Kadimde var olmuş olanı tüm yönleriyle ortaya çıkaran kazı bilimi arkeoloji, insanın biyolojik ve sosyal yapısını inceleyen bilim dalı antropoloji, üzerinde yaşadığımız yerkürenin dış kabuğunu oluşturan katı maddesinin içeriğini, yapısını, fiziksel özelliklerini, tarihini ve yer kabuğunu şekillendiren süreçleri inceleyen bilim dalı jeoloji, insanların etnik gruplara ayrılışını, bu grupların kökenini, oluşumunu, yeryüzüne yayılışını, aralarındaki bağlantıları ve bunların töre, dil ve kültür niteliklerini inceleyen etnolojinin, efsane, hikâye, masal değişler, müzik aletleri, şiirler özetle halk edebiyatı çerçevesi ve bütünselliği içinde yorumlayacağız.
Suriye-Irak hudut noktasında yer alan Deyr El-Zor şehrinin Güneyinde, Fırat nehrinin Batı yakasında Araplar’ın Tel El-Hariri (İpek Tepesi) ismini verdikleri devasa bir höyük vardır.
Bu mekân Fransız arkeolog Andre Parrot’un (1901-1980) dikkatine mazhar olur.
Antik (eski, kadim) medeniyetler üzerine araştırmaları ve keşifleriyle meşhur Andre Parrot 1933’te bu sahada kazı çalışmalarını başlatır. 1936’ya kadar süren itinalı kazı, devrim niteliğinde bir buluşun doğmasını sağlar; Mari Kenti.
Amur, Asur, Akad, Babil, Kiş, Ebla, Mari, Ugarit, Finike, Kenan, Halep, Damascus, Eriha, Sidon ve daha nice isimlerle zuhur eden Şehir devletler, farklı dillere, tarihe, kültüre, ırka mensup değildi.
Aynı dil, kültür, soy familyasından gelenlerin inşa ettiği şehir devletlerdi.
Benzer şehir devletlerini ve ihtiva ettği hayat tarzını Anadolu ve buradan Ege, Trakya, Atina, Roma ve Akdeniz’e komşu diğer Avrupa coğrafyasına bina ettiler.
Tarihte lokal hükümdarlık idaresi merkezini Suriye-Irak coğrafyasından ilk kez Nil Deltası (Mısır), Türkiye, Yunanistan, İtalya, Fransa, İspanya, Sicilya, Korsika, Akdeniz havzası, Trakya, İran, Karadeniz, Kafkasya, Horasan, Türkistan, Hindistan diyarına kadar taşıyan Assyrian Devleti'dir yani Suriyeli’nin Devletidir.
Herodot, Küçük Asya’dan (Anadolu), Kapadokya’dan, Suriye diye bahseder.
Lidyalıların, Truvalıların, Freglerin, Hititlilerin, Yunanlıların, Romalıların Yemenden Irak ve Suriye’ye buradan Anadolu, Trakya, Yunanistan, İtalya ve Alemin birçok yerine taşınan Suriyeli Merkez Devletin türevleri ve tohumları oldukları bilimsel kanıtlarla ibraz edilmiştir.
Mari’yi keşfeden Andre Parrot, 7 bin küsur sene önce temel taşlarını atmış olan bu şehrin Saray kütüphanesi ve onlarca evinde binlerce tablet buldu.
Bu tabletler dönemin işgal kuvveti Fransa tarafından Paris’e (asıl Faris Süvari demektir) götürüldü.
İhtiva ettiği bilgiler, şehrin muazzam planlı görünümü, bakır ve bronzu eriten sanayinin mevcudiyeti, sanat ve idarenin ulaştığı seviye karşısında Haluluya yani Allah-u Ekber narası atmış ve şu tarihi ifadesini haykırmıştır:
Her Medeni İnsanın İki Vatanı Var Doğduğu Yer ve Anavatanı Suriye.
.
Prof. Dr. Mehmet Yuva, dikGAZETE.com