AK Parti’nin HDP’yi ziyareti, doğal olarak tüm hafta tartışıldı. AK Parti’nin bir yandan HDP’yi ‘terör’ ile ilintilendirip, dahası CHP’yi HDP ile yakınlaşmak üzerinden yıpratmaya çalışıp, diğer yandan böyle bir hamle yapmasında aslında şaşacak bir şey yok. Zira, AK Parti’nin bu konuda temel stratejisi, Kürt meselesini kendi ‘oyun alanı’nda tutmak.
Muhalefet, özellikle CHP cesaretle bu stratejiyi boşa çıkaramadığı sürece açığa düşecek, düşüyor.
Diğer taraftan, iktidarın dışardan ortağı MHP’nin, bu konuda iktidar partisini destekler tutum almasında da şaşılacak bir şey yok, ama özellikle İYİ Parti açısından öğrenilecek önemli bir ders var. Zira, MHP iktidar partisini zora düşürmekten özenle kaçınmasına karşın, İYİ Parti, muhalefet ittifakını zora sokmaktan imtina etmiyor.
Nitekim, AK Parti ziyareti ertesi, İYİ Parti’nin verdiği tepki, AK Parti’nin yeni bir ‘çözüm süreci’ başlatacağı iddiası ve dolayısı ile çözüm siyasetlerinin karalanması şeklinde oldu.
AK Parti’nin böyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum, ‘keşke olsaydı’!
Diğer taraftan gerek AK Parti’nin stratejisi gerek MHP’nin seçim hesabı ile sınırlı olsa da kendine göre son derece ılımlı bir tepki vermiş olmasının Türkiye’nin, Kürt meselesine ilişkin gerçeklerinin dayattığı bir sonuç olduğunu kavramak gerek.
Tam da bu nedenle ve doğrusu, bu konu sadece siyasi hesap konusu da olmamalı; İYİ Parti’nin bunun ötesinde, milliyetçi ezberler üzerinden siyaset yapma kolaycılığı yerine, Kürt meselesini, Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacı çerçevesinde yeniden değerlendirmeli.
Aksi takdirde, muhalefetin, iktidar partisi ve mevcut otoriter siyasetlere karşı, Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde ittifak ettiği iddiası da anlamını yitiriyor. Zira, Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu, sadece parlamenter rejime geri dönmekten ibaret değil, zaten tam da bu nedenle, muhalefet cephesinin hesapları bir türlü tutmuyor.
Her şeyden önce, iktidar partisi, ne hesapla olursa olsun, bu hamlesi ile HDP’nin meşru bir siyasi parti olduğunun hakkını teslim etmiş oldu.
Muhalefet, karalamak veya geçiştirmek yerine, bu hamleyi HDP ile diyalog açısından önemli bir fırsat olarak değerlendirmeli. Ama, zaten tüm birlikte resim verme, masalara oturup kalkmalara rağmen, hala bir muhalefet ittifakından söz edilip edilemeyeceği de belli değil.
Gelelim, HDP cephesine; HDP’nin bu ziyarete olumsuz cevap vermesini beklemek haksızlık olurdu.
İktidar tarafından, demokratik, meşru siyaset alanının dışına itilmeye çalışılan, muhalefet cephesinin de birlikte görünmekten imtina ettiği bir partinin, iktidarın bu hamlesini geri tepmek akıl alır bir iş olmazdı.
Diğer taraftan, Kürt siyasetinin de “Türkiye’nin demokratikleşmesi” konusunda tavrını netleştirmesinde fayda var.
“Daha ne kadar net olalım?” diyebilirler. Ancak, “Kürt meselesinin çözümünün Türkiye’nin demokratikleşmesi ile mümkün olduğunu” ifade etmelerine rağmen, bu tavra zaman zaman “Kürtlerin kendi başlarının çaresine bakacağı” imaları şeklinde bir gölge düşüyor.
Bu noktada, muhalefet partilerinin Kürt meselesi, bu meselenin çözümü, Kürt siyaseti ile diyalog konusunda gönülsüzlüğünün yarattığı tepkileri anlamak lazım.
Yine de sonuçta, Nasreddin Hoca gibi ‘sen de haklısın’ (yani herkes kendi açısından haklı) sonucuna varmanın kimseye faydası olmuyor.
Bir şekilde bu kısır döngünün kırılması gerekiyor.
Bir yandan muhalefet cephesi, Türkiye’de demokratikleşme adına ittifak kurarken, demokratikleşme ufkunda Kürt siyasetini dışarda tutuyor, diğer yandan, bu tavra tepki olarak Kürtler, Türkiye’nin gerisinden bağımsız bir çözüm olabilirmiş gibi “biz de kendi başımızın çaresine bakarız” noktasına geliyorlar.
Sonuçta, her iki tarafın ‘demokratikleşme ufku’na gölge düşmüş oluyor.
Hatırlarsanız, akim kalan ‘barış süreci’ esnasında, gerek ‘başkanlık pazarlığı’ rivayetleri, gerek Kürt siyasetinin Gezi olayları dışında durması vesilesi ile bu konular tartışma konusu olmuştu.
Doğrusu, ben her şeye rağmen ‘barış süreci’nin önemli bir imkân olduğu düşüncesi ile Kürt siyasetini yıpratmamak açısından, bu tartışmaların kanırtılmaması gerektiğini düşünenlerdendim, halen de öyle düşünüyorum.
Ancak, asgari müşterekler zemininde kalsa da ‘demokratikleşme’ perspektifini ortaklaştırmadan, kimse için bir çıkış yolunun olmadığı açık ve HDP’nin de bu konuda üzerine düşeni yapması gerekiyor.
Nitekim, Genel Başkan Mithat Sancar, ziyaret sonrası, İçişleri Bakanı’nın sözleri vesilesi ile iktidar partisinin ikili tavrının kabul edilemeyeceğinin altını çizdi.
Dolayısı ile, iktidar cephesinin, HDP ile “kedinin fare ile oynadığı gibi oynama” taktiğine karşı net bir tavır gösterdi. Ama, diğer taraftan, bir kısmı AK Parti’ye, bir kısmı HDP’ye yakın, bir kısmı her ikisine yakın duran ve “Kürt meselesinin ancak AK Parti ile anlaşma üzerinden çözüleceğine” inanan bir grup, yeniden sahneye çıktı.
Kime yakın olurlarsa olsunlar önemli değil, en önemlisi, bu kesimin ‘siyaset yapma’yı, “her tür manevra yapma becerisi” olarak tanımlamaları.
Bir hatırlatma yapalım, ilkesel siyaseti ‘diyaloğa kapalılık’ olarak anlamak ve icra etmek nasıl bir çıkmaz ise siyaseti, ilkeleri hiçe sayan bir esneme becerisi olarak görmek de diğer bir çıkmaz yoldur.
Kürt siyasetini, moral üstünlüğünü yitireceği çıkmaz sokaklara itmenin, sadece ilkesel değil, stratejik zaaflar sonuçları olur.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com