Shakespeare’in ünlü karakteri Hamlet; “Olmak ya da olmamak” diye tanımlamıştı “bütün mesele”yi.
Yazılarımızda, nasıl daha iyi, daha faydalı ve tatmin edici bir hayat yaşayabiliriz sorusuna cevaplar aradığımız ve pergelimizin sivri ucunu yenilikçi düşünce üzerine konumlandırdığımız için, biz de meseleyi “ertelemek ya da harekete geçmek” olarak tanımladık.
- Bu hafta olmadı, haftaya kesin başlıyorum…
- Bu gün yetişmedi, yarın hazırlayacağım…
- En kısa zamanda diyete başlıyorum, bu kilolardan kurtulacağım…
- Yabancı dilimi geliştirmem lazım, bu ay bir kursa yazılacağım…
- Her gün beş kilometre koşmayı planlamıştım havalar iyi gitmedi; bahar bir gelsin…
- Daha birkaç gün var raporu hazırlamaya yarın başlasam da olur… Bu sohbet kaçmaz…
- Bu Ramazan’da olmadı, bir dahakine bırakırım ben bu sigarayı…
- Bu diziyi de bitireyim sıkı bir ders çalışma programı yapacağım…
- Şu an hiç çalışacak modda değilim…
- En iyisi konuşmayayım başıma iş alırım…
- Başlamak için en uygun şartları ve en uygun zamanı beklemeliyim…
Ertelediklerimize dair bunlar gibi daha birçok örnek verebiliriz.
Oysa şimdinin gücü ile kolayca halletmek varken, yarının belirsizliğine öteleyerek zora sokarız kendimizi.
Bizi harekete geçmekten alıkoyan nedir?
Bir çok sebep sayabiliriz fakat en yaygın olanı yukarıdaki örnek cümlelerde olduğu gibi ERTELEME HASTALIĞI.
“Procrastination” olarak da bilinen bu hastalık, “kişinin yapması gerekeni yapmaktan kaçınması ve sürekli olarak ertelemesi” olarak tanımlanıyor.
Bu kişiler, harekete geçmek yerine bahaneler üreterek yapması gerekenleri erteliyorlar.
Bunun sonucunda iş, okul ya da sosyal hayatlarında olumsuzluklar yaşıyorlar.
Bu hastalığın sebeplerine baktığımızda, çoğu hastalıkta olduğu gibi konu çocukluğumuza kadar uzanıyor; çünkü “Bir insanın anavatanı, çocukluğudur.” diyor Epictetus.
Buna sebep olarak da mükemmeliyetçi ve otoriter ebeveynler gösteriliyor.
Sürekli erteleyen ve bundan dolayı, strese ve sıkıntıya giren, buna rağmen bu durumu tekrarlayarak sürdüren kişilerde hastalık, kronik hale gelebiliyor.
Çaresi, bu problemin varlığını kabul etmek ve iyileşmeyi istemekle başlıyor. Hayatımızı felce uğratıyorsa psikolog yardımı almak en doğru yol olacaktır.
En azından bizim enerjimizi tüketen, hep problemle gelen, işimizi tamamlamamıza engel olan, ertelememize sebep olan, zamanımızı çalan insanlara “hayır” deme becerisi geliştirmeliyiz.
Çoğumuzda kronik şekilde olmasa da bu hastalığın belirtilerini yaşadığımız dönemler olmuştur.
En azından şu başaramama korkusu, çekingenlik, utangaçlık vb. gibi duygular yüzünden bir çok şeyi yapmaktan vazgeçmiş ya da ertelemişizdir.
Tam aksine; “edep adap kalmadı, ortalık kuldan utanmayan Allah’tan korkmayanlarla doldu” diyebilirsiniz. Ve haklı da olabilirisiniz fakat kastettiğimiz bu değil.
Utanmamız gerekmeyen yerlerde ve konularda yaşadığımız utangaçlıktan bahsediyoruz.
Bizim harekete geçmemizi engelleyen sebeplerden ikinci önemli ve yaygın sebeptir UTANGAÇLIK.
Saçmalamak dahil, delice ve tuhaf fikirlere açık olmak, hayal kurmayı teşvik etmek, eğitim sisteminin dayattığı düşünme şablonlarının dışına çıkabilmek, yenilikçi düşüncenin ön şartlarıdır demiştik.
Fakat durum böyle olmayınca fikirleri, düşünceleri, önerileri ifade etmeye çekinen bir psikoloji yaygın hale geliyor.
Çalışanlar verimliliği arttırabilecek tespit ve önerilerini paylaşmaktan, öğrenciler icat çıkarmaktan, eski köye yeni adet getirmekten çekiniyorlar.
“Utangaçlık” duygusunun başlangıcı da aile. Ebeveynlerin katı tutumu nedeni ile kendisini ifade edemeyen çocuklar öz güven sorunu yaşamaya başlıyorlar.
Eğitim sistemimizdeki bir çok uygulamanın bunu pekiştirdiğini söyleyebiliriz.
Bir araştırmaya göre, topluluk önünde konuşma korkusu yaşayan insanların oranı yüzde 40 gibi azımsanamayacak bir orandır.
Bu korku uçak, yükseklik, örümcek, ölüm korkularının da önünde geliyor.
Komik bir duruma düşmek ve rezil olmak bu sosyal fobinin en önemli sebebi olarak tespit edilmiş.
Bu konuda aklıma ilk gelen örnek, bir türlü öğrenemediğimiz yabancı dil konusu.
Nerede ise üniversite dahil 16 yıllık okul hayatımız boyunca eğitimini aldığımız yabancı dili öğrenemeyişimizin ve konuşamayışımızın sebebi yanlış konuşmaktan, mahcup olmaktan çekinerek konuşmamayı tercih etmemiz.
Oysa turistler bize “ben var gitmek nasıl” diye, gitmek istediği yeri hiç çekinmeden sorabiliyor.
Biz ise aşılması zor bir “gramer” duvarına çarpar dururuz yabancı dilimizi.
Topluluk önünde konuşamamak, iyi bir sunum yapamamak, fikirlerini ortaya koyamamak önemli bir başarı katili, harekete geçmemizi engelleyen önemli bir faktördür.
Size bu konuda Vizyon Koleji ‘CEO’su ABDÜLKADİR ÖZBEK’in “TED” konuşmasını tavsiye ediyorum. Kendisi, bu korkusunu nasıl yendiğini hangi yöntemlerin uygulanabileceğini, bizzat deneyimlerinden yola çıkarak esprili bir dille anlatıyor.
- 1 ile 10 arasında değerlendirecek olursanız siz ne derece mutlusunuz?
Bu soru, “Google”a iş başvurusunda bulunanların mülakatında sorulan çok ilginç onlarca sorudan biri. Bunu “Google” için değil fakat kendimizi ölçmek için cevaplayabiliriz.
Mutluluğumuza vereceğimiz puan, yeni kararlar almamıza, yaşama enerjimizi tüketenlere “dur” dememize, ertelediğimiz konuların azalmasına, bizi daha mutlu edecek şeyler için harekete geçmemize vesile olsun.
Cevabınızı ve akabinde aldığınız kararlarınızı dilerseniz "hbezau@gmail.com" adresimden benimle paylaşabilirsiniz. Ve yine dilerseniz, takibini beraber yapabiliriz.
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com