Medeniyet dediğimiz kavram, devletlerin, toplumlarına doğru yatırım yaparak şahlanıp ayağa kalkması ile birlikte inşaa edilebilecek bir yapıdır. Şayet devletler, kendi toplumlarına yanlış yatırım yapar ise medeniyet kavramının hayata geçmesi söz konusu olamaz.
Tarihin akışında yaşam gereği birçok kırılma noktasına şahitlik ettik veya okuduk. Her kırılma noktası, yeni kararlar almayı da beraberinde getirdi maalesef.
Lakin bugün karar alarak uygulamaya koyduklarımız, tarih akışında yeni rotalara yönelmemizi de beraberinde getirir. Bugün aldığımız kararları uygulamak, bugün için küçük değişiklikler olarak görülse de, yüzyıl, beş yüz yıl sonra bizleri nerelere savuracaktır; bunların hesaplarının ciddi şekilde yapılması elzemdir.
MEDENİYET, GÜZEL AHLAK SINIRLARI İÇERİSİNDE, İNSANLIĞIN UYUMLU BİR ŞEKİLDE YAŞAMASINI AMAÇLAMIŞ OLAN KURGULAMANIN SONUCUNDA ELDE EDİLENDİR.
Yerküreden kaç medeniyet gelip geçti ve bıraktığı izlerin bugünün insanına etkisi nedir?
Medeniyetlerin doğmasını tetikleyen etkenler nelerdi; medeniyetleri zirveye çıkartan uygulamalar nelerdi; medeniyetlerin çöküşüne sebep olan yaşanmışlıklar nelerdi, araştırıp sorgulamak, bugün insanlığın geldiği noktada incelenmesi elzem konuların başında geliyor.
Medeniyetleri liderler mi kurar? Yoksa toplumsal taleplerin zirve yaptığı dönemlerde, liderlerin bu talepleri karşılaması ile mi medeniyet inşası başlar?
Toplumsal gelişmişlik seviyesi, başka bir toplumun az gelişmişliği karşısında nasıl bir ivme yaşar? Çatışırlar mı, birbirlerini beslerler mi?
Medeniyet tarihlerinde yaşananlar içerisinde rastladığım önemli konu, özellikle çöküş dönemlerine dair çok enteresan bilgiler arz etmekte.
Bir medeniyet doğuyor, gelişiyor ve ardından zenginleşiyor. Bu saatten sonra başlayan durağanlığın sebebi, medeniyetin elde ettiği zenginliği koruma, savunma dürtüsü ile birlikte toplumuna yatırım yöneliminin, savaşçı yetiştirmek üzere şekillenmesidir.
Yani bilim, ikinci plana itilmiştir artık.
Bu stratejik karar, medeniyetin o vakte kadar biriktirmiş olduğu tüm zenginlikleri, artık savunma ve saldırı konseptine uyarlanan kararlar doğrultusunda harcamaya dönüşmüştür. Gerileme ve çöküşün fitili ateşlenmiş demektir artık.
Bu dönüşüm, çatışma temelli olduğu için yaşanılanlar artık ahlâki çöküşü de tetikler hale bürünecektir.
Askeri olarak savunma ve saldırı sırasında yaşanan kayıpların, toplumlarda ahlâki yıkımı da beraberinde getirmesi, sonu gelmez bir kısır döngüyü başlatmış oluyor.
DİN VE AHLAK, İÇ İÇE GEÇMİŞ DAVRANIŞLAR MANZUMESİ MİDİR?
Bu minvalde iki farklı düşünce sistematiğinin çatışması da gözlemlenmektedir.
Askeri düşünce sistematiği… Sivil düşünce sistematiği…
Yanlış anlaşılmaların önüne set germek için bir açıklama yapmak durumundayız.
Örnek; Asker ile katili ayrıştıran bir takım ahlaki kuralların ihlali veya takibi, katili ve askeri farklı konumlarda tutar.
Hangi medeniyet, insana yakışan ahlaki hayat tarzını kendisine düstur edinmiş ise hayatta kalma süresini uzatmıştır.
Lakin günümüzde yaşanan ahlâki bozulmalar artık pirim yapar hale getirilmiş ve ahlaksızlık pompalanır hale gelmiştir. Bu da insanlığa zarar veren ve katliamların yaşandığı günümüz dünyasını yapılandırmaktadır.
İLERİ MEDENİYET Mİ, TERSİNE MEDENİYET Mİ!.. HANGİSİ İNSANLIK İÇİN FAYDALI OLACAKTIR? ARTIK İNSANLIĞIN KARAR VERME AYRIMINA GELİNDİĞİ NOKTADAYIZ.
Din’in medeniyet inşaa edilmesindeki rolü nedir?
Din, medeniyeti inşaa etme mükellefiyetinde değildir. Din, güzel ahlâkı yaymakla mükelleftir.
Medeniyeti inşaa etmek ise, güzel ahlâk ile donatılmış toplumun mükellefiyetidir.
Politikayı belirlemek ‘devlet aklı’ının mükellefiyetidir.
Devlet politikasını zorluklar karşısında çeşitli manevralar yaparak hayata geçirmek ise siyasetin mükellefiyetindedir.
Bundan dolayı din işlerinin, devlet işlerinin, siyasetin birbirlerinden bağımsız lakin çatışmadan uyumlu şekilde, aynı hedef doğrultusunda ayrı sorumluluklara sahip ve birlikte çalışmaları elzemdir.
Sağlıklı medeniyet kurmak ve bu hedefe ulaşabilmek için öncelikle, ‘ortak ve üstün akıl’dan oluşan bir referans ortaya koymak şarttır. Sonrasında bu ‘akıl’ın zerk edileceği yek vücud olmuş ahlâklı bir toplum oluşturmak elzemdir. Şayet gerekli enstrümanlar oluşturulamaz ise sağlıklı bir medeniyet kurmak hayalden öteye geçemez.
DİNİN GÖREVİ, GÜZEL AHLAKI REFERANS HALİNE GETİRİP YAYMAKLA BİRLİKTE, TOPLUMSAL BİRLİKTELİĞİ DE SAĞLAYICI YAPILAR HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ ELZEMDİR. YANİ HERKES ASLINA, KÖKLERİNE RÜCUU ETMEK ZORUNDADIR.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce başlatılan ve sonrasında dahi devam ettirilen, kendi köklerimizden kopartılarak Batı’nın köklerinden beslenilmesinden artık vazgeçilmelidir.
Batı, her ne kadar Endülüs Medeniyeti’nin sütünden beslenerek büyüdüyse de kendi genlerinin gösterdiği reflekslerden kaynaklı olarak yine aslına rücu etmiş olduğu da yadsınamaz bir gerçektir.
Tek olan Allah’a iman etmiş ve bu düsturu iliklerine kadar zerk edebilmiş referansların artık aktifleşmesi ve bozulmuşlukların düzeltilmesi zaruriyyet arz etmektedir.
HER NE ARARSAN KENDİ ÖZÜNDE ARA!..
Son söz;
GEÇMİŞİNDE SANA AİT OLAN MEDENİYETİNİ BUGÜN HAKKI İLE TEMSİL EDEBİLDİĞİN ORANDA GELECEĞİNİ BELİRLEME ŞANSINA SAHİP OLABİLİRSİN.
AKSİ TAKDİRDE BAŞKA MEDENİYETLERİN GÜNÜMÜZDE Kİ TEMSİLCİLERİ GELİR, GELECEĞİ VE GELECEĞİMİZİ TAYİN EDER.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @KARANIAli , @dikgazete