Gücü merhametle ve tevazu ile yoğurmak

Hüseyin Burak Uçar

2 yıl önce

Kendine özgü olağanüstü bir taşlama ve mizah anlayışı olan, ünlü İtalyan yazar DİNO BUZZATİ’nin ülkemizde COLOMBRE ismi ile yayınlanan bir kitabı var. 1958 yılında yazılan bu kitabın tamamı gerçeküstü öykülerden oluşuyor. Çok değerli tespitler içeren, etkileyici ve alaycı bir üslup ile yazılmış bu öykülerin hepsi çok ilginç ve sıra dışı. İçlerinde benim en çok sevdiğim öykü: “1980 Dersi”.

Bu hikayedeki olaylar, yazıldığı 1958 yılı için bir gelecek kurgusu. Bugün için ise geçmiş bir tarih. Fakat çok ilginçtir ki, tam da içinde bulunduğumuz günleri anlatıyor. Çünkü Ukrayna - Rusya savaşı bu öyküyü daha da anlamlı kılıyor.

Öykü; Komünist Blok ile Batı Bloku arasında Ay üzerindeki bir kraterin sahiplenilmesine yönelik çekişme ile zirveye ulaşan soğuk savaşta, nükleer silah kullanımı tehditlerinin dünyayı felakete sürüklemek üzere olduğu günlerde geçiyor. Bu uzun hikâye özetle şöyle:

31 Aralık 1979 Salı tam gece yarısında Sovyetler Birliği Başkanı, verdiği davette yeni yılı kutlarken herkesin şaşkın bakışları arasında yere yığılır. Bu ölüm, diğer süper güç olan Amerika’nın derin bir soluk almasını sağlar, fakat aynı şey 7 Ocak Salı gece yarısında bu kez Amerika başkanının başına gelir. Bunu kimileri “gizli bir örgüt işi”, kimileri “uzaylıların müdahalesi”, kimileri “Tanrının Adaleti” olarak yorumlar.

14 Ocak’ta ABD başkanının yerine geçen kişi de tam gece yarısında ölünce, sıranın kendisinde olduğunu hisseden Çin’in ateist lideri, “bunu ilahi güçlere bırakamam” diyerek 21 Ocak sabahı intihar eder.

Sadece siyasettekiler değil başta dünyanın en zenginleri listesinin ilk sıralarındakiler olmak üzere, gücün doruklarında zehirlenme yaşayan bütün çok güçlü kişiler, her hafta aynı gün aynı saatte birer birer ölmeye başlar.

Birkaç ay sonra, ortada ne bir hükümet başkanı ne bir diktatör ne büyük parti önderi ne de bir endüstri devi kalır. Hepsi sıranın kendilerine geleceğinden korkarak istifa ederler; yönetimleri, kurullar üstlenir ve kimse kimseden daha üstün olmamak için özen gösterir.

Dünyanın en varlıklı insanları da biriktirmiş oldukları müthiş servetlerini, büyük hayır kuruluşlarına, toplumsal ve sanatsal etkinliklere bağışlar.

Salı geceleri, tam on iki de gerçekleşen ölümler Ekim ayında sona erer. Yeryüzündeki gidişatı düzeltmek için kırk kadar kalp krizi yeterli olmuştur.

Gerçeküstü bir kurgu olmasına rağmen günümüz gerçekleri ile çok örtüşen bu öykü, güç zehirlenmesinin hem kişilere hem çevrelerine hem tüm insanlığa verdiği zararı çok güzel ifade ediyor.

Gerçekten de insanlık tarihinde, kendisini ilah gibi gören ve halka zulmeden krallara, firavunlara, imparatorlara, diktatörlere çok rastlanmıştır. Böyle bir konu açılınca aklıma Büyük İskender’in sözleri geliyor:

Kendisi henüz 25 yaşındayken dünya üzerindeki toprakların çoğunu fethetmiştir. Bir yerde “Dileyin benden ne dilerseniz çünkü ben her şeye gücü yeten tek hükümdarım diye böbürlenir.

Bunu söylediği kişiler, ondan ölümsüzlük isteyince yapamayacağını söylemek zorunda kalır. Çok ilginçtir ki tarihe “Büyük İskender” olarak geçen bu insanın ömrü sadece 30 yıl sürer.

Güç zehirlenmesi örnekleri, insanlar yaşadıkça farklı kişiler unvanlar ve topluluklarla devam etmiştir. Bunun tersi örnekler de çoktur elbette.

Tarih zaten iyilerle kötülerin mücadelesinden ibarettir. Elde ettiği güçten zehirlenmeyen nadir insanlar sayesinde iyilik ve insanlık bu günlere kadar ayakta kalabilmiştir.

Güç zehirlenmesinin farklı tezahürleri, farklı türleri var.

Her kademeden yöneticinin, yetkilinin ve makam-mevki-para sahibinin karşılaşabileceği bu durum, ailede de söz konusu olabilir, kişisel ilişkilerde de, küçük işletmeler de de…

İşletmelerde ve kamu kurumlarında hak etmediği makamlara gelenler için çok daha çabuk etkisini gösteren bu zehir, yetki gücünün yanlış kullanılmasına ve başarısız sonuçlara neden olmaktadır.

Kişisel ilişkilerde de güçlü olanın zayıfı ezdiği durumlarla çok karşılaşıyoruz.

Fiziksel gücünü, üstünlük olarak gören ve bu gücünü eşi veya sevgilisi ya da çocukları üzerinde kullananlar, son dönemlerde haber programlarının yarısını işgal etmiş durumda.

Peki zehirlenmemek için ne yapabiliriz?

Öncelikle bu konuda mutlaka önlem almamız gerektiğini kabul edelim.

Hepimize, bizi kibirli yapan, hız, hırs ve haz üçgeninde bir hayat tarzı dayatılıyor.

Çoktan zehirlenmiş olabiliriz veya zehirlenme riskimiz çok fazla.

Etrafımız dev aynaları ile sarılmış durumda. Ve biz, kendimizi sadece dev aynasında görüyoruz. Gerçek durumumuzu gösterecek aynalara, dostlara, bilgelere ihtiyacımız var.

Osmanlı İmparatorluğunda, padişahın tahta çıkışında ve her Cuma namazından sonra, öğrenci gençler, alimler ve halk tarafından “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” nidaları ile uyarılması, onun güç zehirlenmesine yakalanmaması içindi.

Batılıların Muhteşem Süleyman dedikleri Kanuni Sultan Süleyman’ın taraf olduğu bir davada kendisi aleyhine karar veren kadıyı tebrik etmesi, “Mevkiler önce Allah’a sonra devlete karşı sorumluluktur” ve “Kibir ve gurur şeytanın hayvanlarıdır. Siz onlara hükmedemezseniz onlar size hükmeder” sözleri ünlüdür.

Hz. Ömer’in şahsi geliri ile bir adam tutup kendisine her gün “Ölüm de var ya Ömer, hesap var, mahşer var” şeklinde hatırlatma yapmasını istemesi de “gerçek dostlarım bana hatalarımı hediye edenlerdir” demesi de güç zehirlenmesinden korunmak içindi.

Dolayısıyla, bize geri bildirim verecek, hatalarımızı söyleyebilecek, her dediğimizi ve her yaptığımızı onaylamayacak, sadece iltifat etmeyip, gerektiğinde eleştirecek, bizim her fikrimize katılmayıp, farklı fikirler üretebilecek dostlar ve veya ekip arkadaşları edinmeli ve biz de onlar için böyle bir dost olmaya özen göstermeliyiz.

Kişisel farkındalığımızı arttıracak aktiviteler de çok önemli.

Arada yavaşlamak, hızı, hazzı ve hırsı dengelemek, doğayla yakınlaşmak, gökyüzüne daha çok bakmak, daha çok yürüyüş yapmak, rutinin dışına çıkmak, farklı hobiler edinmek, bol kitap okumak, ihtiyaç sahiplerini, huzur evlerini, çocuk yuvalarını ziyaret etmek, hastane ve mezarlık ziyaretleri yapmak, kendimizi dev aynasında görmekten biraz olsun uzaklaştırabilir.

Güçlü olmakta bir sorun yok aslında. Hatta bilakis güçlü olmalıyız. Fakat mutlaka yapmamız gereken şey, bu gücü merhametle, tevazu ve sağduyu ile yoğurmak olmalı.

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI