Güçlü Türkiye İçin Güçlü Cemaatler
Büyük Alman sosyolog Ferdinand Tönnies, modernleşmeyi cemaatten cemiyete geçiş olarak tanımlar. Dolayısıyla insanları atomize eden, birbirine yabancılaştıran modernleşme krizinden kurtuluş, cemaat(ler)in bekasına bağlıdır. “Cemaat(ler)” demem, modernliğe direnen mikro cemaatlerin, aslen ülkenin gövdesini oluşturan makro cemaatin modernleşmeyle zevalini telafi etme potansiyelidir.
Asrın Felaketi 6 Şubat 2023 depremi, ülkemiz için cemaat-cemiyet farkını, cemaatlerin taşıdığı önemi gösteren ateşle imtihan olmuştur.
Çağımızda sekülerleşmeyle “cemaat” kavramının mânâsı da bulanmıştır.
“Cemaat-cemiyet” ayırımı, lafzen, Türkçede “topluluk-toplum” ayırımının karşılığıdır. Ancak ilginçtir ki günümüz Türkçesinde “toplum” kelimesi “cemiyet”in yerini almışken “topluluk” kelimesi “cemaat”in yerini alamamıştır; münsecim “cemaat-cemiyet” veya “topluluk-toplum” yerine melez “cemaat-toplum” ayırımı kullanılır olmuştur.
Bu ilginç çelişki, kelimelerin lafzî mânâlarının ötesinde etimolojik mânâlarının taşıdığı kavramsal önemi gösterir.
Birincil - İkincil - Üçüncül Cemaat
“Cemaat” (community) kelimesi, damla-deniz münasebetine benzer şekilde, hem makro cemaati (millet), hem onu oluşturan mikro cemaatleri ifade eder.
Buna karşılık “cemiyet” (society) kelimesi, makro mânâda “toplum”, mikro mânâda “dernek” demektir. Bu yüzden Batı’da mikro toplumlara önce “society=cemiyet” kelimesinden türeyen associations=birlikler, bilahare sivil toplum kuruluşları (STK) denmiştir.
Bu fark, bedenî hiyerarşiyle anlaşılır.
İnsan bedeni, “hücre, doku, organ, sistem”, benzer şekilde insan toplumu da “fert-aile-aşiret-cemaat” şeklinde organik bir hiyerarşiden oluşur.
Modernlik ise, organizmik hiyerarşiye aykırı mekanistik mantıkla insan bedeninin hücrelerden, toplumun fertlerden oluştuğunu varsayarak mekanistik “üçüncül cemaat” olarak sivil toplum kuruluşlarına vücut vermiştir.
Organizmik tasavvurda birincil topluluk olarak aşiret (oymak, taife, clan) ile ikincil topluluk olarak cemaat, İbni Haldun’un ifadesiyle, neseb asabiyeti ve sebeb asabiyetiyle kurulur.
Burada birincil topluluk ile ikincil topluluğun kuruluşunu sağlayan neseb asabiyeti ile sebeb asabiyetini soy bağı ve işlev bağı olarak almak yanıltıcıdır.
İki asabiyet türü de aslında kardeşlik demektir: Baştan bakıldığında birincil (ilk ebeveyn Hz. Âdem ile Havva’dan gelen) din kardeşliği ve ikincil (son ebeveynden gelen) soy kardeşliği. Tersine, sondan bakıldığında soy kardeşliği birincil, din kardeşliği ikincil de görülebilir.
Buna göre birincil topluluk olarak aşiret, ikincil kardeşlik, ikincil topluluk olarak cemaat, birincil kardeşlik ile kurulur.
Diğer bir tabirle aşiret, birincil cemaat, cemaat, ikincil aşirettir.
Nitekim İngilizce “brotherhood” kelimesi de lafzen, “Ahî teşkilatı” da denen “ahîlik=uhuvvet=kardeşlik”, sosyolojik olarak “cemaat ve tarikat” mânâsına gelir.
“Cemaat ve tarikat” mânâları, müminler topluluğunun mabetten dünyaya, dinî hayattan (ibadet) dünyevî hayata (âdet) açılması sürecine işaret ederler:
1. Cemaat: Dünyanın bütün dillerinde “cemaat”, aslen “Allah’ın huzurunda toplanan insanlar, mabet (havra, kilise, câmi) topluluğu” demektir.
Müminler topluluğu, câmide Peygamberin (s.a.v.) “arkasında” namaz kılarak kardeş ve cemaat olurlar.
2. Tarikat: Müminler topluluğu, câmi dışında da “tarikat-ı Muhâmmediye” denen Peygamberin (s.a.v.) “yolundan” (tarikat, sünnet) giderek kardeş ve cemaat olurlar.
Türkiye’de seküler geçinenlerdeki İslâm düşmanlığında olduğu gibi, düşmanlık, “tarikatlar ve cemaatler, İsmailağa tarikatı” gibi tabirlere yansıyan İslâm hakkındaki cehaletten kaynaklanır; Hz. Ali’nin dediği gibi, kişi, bilmediği şeyin düşmanıdır.
Tarikat ile cemaat, aynı değildir; Nakşibendîlik gibi ortak bir tarikata bağlı İsmailağa, İskenderpaşa, Erenköy gibi farklı cemaatler vardır. Bu açıdan “dinî cemaat ve tarikat” demek, “atlı süvari” demek gibidir, zira dinsiz, tarikatsız cemaat olmaz.
Seküler geçinenlerin düşmanlığı, cemaati (vahyî) dinle aynılaştırmalarından kaynaklanır. Hâlbuki tabiat boşluk kaldırmaz, cemaat, sosyolojik vakıadır; insan nesli tükenmedikçe ortadan kalkmaz, ateistlerin bile kendilerine göre din, tarikat ve cemaatleri vardır.
Sırf analizi ve anlamayı kolaylaştıracak bir adlandırmayla “üçüncül cemaat” dediğim sivil toplum kuruluşlarının cemaatlerin yerini tutması, birbirine bağlı iki açıdan imkânsızdır: Yapı ve işlev. Ferdinand Tönnies’in tipolojisinde cemaat-cemiyet ayırımı, iktisaden feodalizm-kapitalizm ayırımına tekabül eder.
Tönnies, “sivil toplum”u Charles Montesquieu (1689–1755) ve Alexis de Tocqueville (1805-1859) gibi devletle değil, cemaatle karşılaştırır. Yani modern dünyada “sivil toplum kuruluşu” (STK) denen kuruluşlar, burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadelesinden doğan kapitalizmin ürünüdür, dolayısıyla kadim cemaate nisbetle üç özellik taşırlar:
1- Cemaat yerine ferdiyet
2- Kamu maslahatı yerine grup menfaati
3- Dayanışma yerine çekişme
Buna göre sivil toplum kuruluşları, iki açıdan cemaatin yerini tutamaz:
1- Yapı: Fıtrî organizmik hiyerarşiye aykırı mekanistik mantıkla insan bedeninin hücrelerden, toplumun fertlerden oluştuğunu varsayması
2- İşlev: Cemaatte olduğu gibi kardeşlik ruhu verme aczi, kültürel bölünmeye ve menfaat çekişmesine açıklık.
Aradaki farkın en tipik misali, Ahî teşkilatıdır.
Horasan’da neşet edip Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Anadolu’da devam eden Ahîlik (Ahiyân-ı Rum), Ahî Evran tarafından Hacı Bektaş Velî'nin tavsiyesiyle kurulan esnaf dayanışma teşkilatıdır.
Ahîlik (brotherhood) kelimesinin de ifade ettiği gibi bu, meslekî teşkilatın dinî cemaatte, meslekî ahlakın fütüvvet denen tasavvufî ahlakta, meslekî menfaatin kamu maslahatında temellendiği bir örgüttür. Hâlbuki modern meslekî birlikler, sadece ortak menfaate dayanır.
Manevî bağdan mahrum, sadece maddî bağla, ortak menfaatle kaim bir birlik ise sağlıklı ve kalıcı olamaz.
Bu yüzden, denebilir ki, kapitalizm sistemi liberalizm felsefesine, liberalizm felsefesi ise “modus vivendi” düsturuna dayanır.
Türkçeye bazen “anlaşamamak üzere anlaşmak” diye çevirilen modus vivendi, “Taraflar arasında potansiyel çatışmanın patlak vermesini önleyecek geçim tarzı” olarak tanımlanabilir. Bu yüzden kapitalist sistem, aslında patlamaya hazır bir bomba gibidir.
Sivil toplum, Montesquieu ve Tocqueville gibi Batılı filozoflar tarafından “fert ile devlet arasında yer alan ara yapılar”, başkaları tarafından “aile, devlet ve piyasanın dışında kalan alan” olarak tanımlanmıştır.
Görüldüğü gibi birinci tarifte, sivil toplumun siyasî, ikinci tarifte, iktisadî işlevi ağır basar. Ancak “Sivil toplum, aile, devlet ve piyasanın dışında kalan alandır” tarifi, sadece teoriktir; pratikte Batı’da aile bile piyasanın yörüngesine girmiştir.
Kapitalizm, görünüşte kamu maslahatı için kurulmuş sivil toplum kuruluşlarını bile piyasa mantığına uyduran, paranın gücüne dayanan bir sistemdir.
Nitekim görünüşte kamu maslahatı için kurulmuş çevreci örgütlerin bile, meslekî menfaat örgütlerinin, petrol şirketlerinin Truva atı olduğu bilinmektedir.
Muhtemelen bu yüzden Türkçedeki “sivil toplum kuruluşu” (STK) tabiri yerine Batı dünyasında daha formel “hükümet-dışı örgüt” (non-governmental organization, NGO) tabiri kullanılır.
Sadık Cemaatlerden Hain Örgüte
Geniş mânâda alındığında vakıflar ve derneklerin yanı sıra birlikler, kooperatifler, sendikalar, meslek odaları ve partiler gibi farklı maksatlar için kurulan örgütler (organization), STK kapsamına girer.
STK kapsamına giren sendikalar ile meslek odaları, birlikleri ve dernekleri, grup menfaati güden örgütler, vakıflarsa, doğrudan kamu maslahatı güden kuruluşlar sayılırlar.
Bu bakımdan vakıflar, şekilde kadim ile modern, cemaat ile cemiyet arasındaki irtibatı, özde ikisi arasındaki ihtilafı gösterir.
Zira kadim vakıflar, şahıslar tarafından kurulmuş olsalar bile cemaatlere dayanırlardı. Ancak günümüzde bilhassa eğitim alanında faaliyet gösteren vakıflar, şirket gibi tamamen piyasa mantığıyla işleyen kuruluşlardır.
Birincil topluluk olarak aşiretler, daha ziyade Türkiye’nin doğusunda hüküm sürer.
Doğu’dan Batı’ya, köylerden bilhassa İstanbul gibi büyük kentlere göç sürecinde aşiretler çözülür, çözülen aşiretlerin boşluğu, çekirdek aile, hemşeri çevresi ve cemaatlerle doldurulur.
Yapılan araştırmalar, son yıllarda derinleşen sosyal çözülme sürecinde insanların sığınacakları son kale olarak aileyi gördüklerini göstermektedir.
Bu şekilde birincil topluluk olarak aşiretlerin kentselleşme olarak modernleşme sürecinde çözülmesi, diğer taraftan üçüncü topluluk olarak sivil toplum kuruluşlarının yapısal ve işlevsel zaafı karşısında insanlara yegâne alternatif olarak cemaatlere intisap kalır. Dediğimiz gibi vakıf, (dinî) cemaatin STK kılığına bürünmüş halidir.
Mutlak olarak “cemaat” isminin verilmesi, FETÖ’nün Türkiye’de 1960’lardan itibaren giderek artan sosyal değişme sürecinde büyüyen bu sosyal ihtiyacı istismarından kaynaklanır. Ancak İslâm ve vatan düşmanları, FETÖ’nün maskesinin düşürülmesini bizzat cemaatin inkârı, cemaatlerin imhası için bahane aldılar.
“Sû-i misâl, emsâl olmaz.” (Kötü örnek, örnek alınmaz) atasözü, Mecelle'deki “Batıl, makîsun ‘aleyh olmaz." kaidesinin tercümesidir.
Sahte cemaat yüzünden cemaatin inkârı gerekseydi, bu mantıkla, sahte ilahlar yüzünden Allah’ın, sahte peygamberler yüzünden nübüvvetin, sahte mehdîler yüzünden mehdiliğin inkârı gerekirdi.
Tam aksine FETÖ gibi kötü örneklerin teşhiri, “Sû-i misâl emsâl olmaz, hüsn-i misâl emsâl olur.” sözünce, iyi örneklerin, sağlam cemaatlerin tarifine ve takdirine vesile olur.
15 Temmuz, bu açıdan cemaat kılığındaki hain örgüt ile sadık cemaatlerin karşılaşma ve hesaplaşma vesilesi olmuştur.
15 Temmuz 2016 askerî darbe teşebbüsünde cemaatlerin başını çektiği halkın direnişi olmasaydı, belki de Türkiye düşürülecekti.
Hakikî millî cemaatler, gerek Gezi ve 15 Temmuz gibi insanî afetlerde (kalkışmalarda), gerekse de Şubat 2023 depremi gibi tabiî afetlerde daima devletin ve halkın yanında yer aldılar ve bu felaketlerin atlatılmasında büyük rol oynadılar.
Böylece cemaatlerin ülkenin bekası için hayatî işlevi bir kez daha anlaşılmıştır.
Buna karşılık STK kapsamına giren, devasa miktarlarda paraya hükm eden büyük meslekî örgütler, sendikalar ve şirketlerin Şubat 2023 depreminin rehabilitasyonu sürecine yardımı, “dağın fare doğurması” kabilinden kaldı, kamuoyunu hayal kırıklığına uğrattı.
Hatta bazı STK ve şirketlerin Gezi ve 15 Temmuz gibi kalkışmalarda bırakın devlete desteğini, devlete karşı hainlere gizli desteğini de millet unutmadı.
Sivil toplum kuruluşlarının burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadelesinden kaynaklanan, sayılan üç özelliğine göre cemaatlerin Şubat 2023 depreminin rehabilitasyonu sürecine katkılarını iki başlık altında değerlendirebiliriz:
A- Grup menfaati yerine kamu maslahatı
Şubat 2023 depremi akabinde partiler bile kısır çekişmeye düşerlerken dinî cemaatler, fütüvvet ahlakıyla insanlığı, kamusal iyiliği önceleyerek, yekvücut olarak yardım ettiler.
Şubat 2023 depreminden en çok etkilenen Kahramanmaraş, Hatay, Malatya, Adıyaman illerinde Türkiye’nin en büyük ve organize cemaati İsmailağa başta olmak üzere tüm cemaatler, Millî Mücadele’deki gibi tam bir gayret ve fedakârlıkla devlete destek vermişler, büyük bir varlık göstermişler, devlet-cemaatler işbirliğiyle deprem yarası hızla sarılmıştır.
Normalde üç senede sarılabilecek deprem yarası, cemaatler sayesinde üç ayda sarılmıştır.
Cemaatler olmasaydı bırakın yaralıların kurtarılması, ölenlerin cenazeleri bile ortada kalır, dinî merasimle defn edilemezdi.
B-Bölücülük yerine birleştiricilik
Bilindiği gibi deprem gibi afetler, din ve dil, inanç ve ırk ayırımı yapmadan bütün insanları vurur.
Buna rağmen seküler geçinen fanatik kesim, deprem gibi millî afetleri bile siyasî muhalefete alet ettikleri, halkı “seküler-Müslüman, muhalif-yandaş” diye bölmeye devam ettikleri halde, cemaatler, din ve ırklarına göre ayırım yapmadan bütün depremzedelere yardım elini uzattılar.
Fütüvvet, insanlığa ve milletine sadakat, insanseverlik ve vatanseverlik demektir. Buna göre hakikî cemaati, FETÖ gibi cemaat görünümlü hain örgütlerden ayıran, aslında fütüvvetin iki boyutunu oluşturan iki kıstas vardır:
1-Philanthropy (insanseverlik)
2-Patriotism (vatanseverlik)
Güçlü Ülke İçin Güçlü Cemaatler
Cemaatlerin afet hallerinde ortaya çıkan ülke açısından taşıdıkları öneme dair bu açıklamadan aşağıdaki sonuçları çıkarabiliriz.
Buradaki “hakikî cemaatler” vurgumuz, milletin gövdesinin kabul ettiği Peygamberin (s.a.v.) yolundan giden cemaatleri, FETÖ gibi sapkın kültlere dayalı örgütlerden ayırmak içindir.
Belki de cemaatler açısından asıl risk, büyüdükçe nitelik ile nicelik arasındaki ters orantının da büyümesidir.
Türkçedeki “Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz.” sözünün de ifade ettiği gibi, asıl çekirdek cemaat, birbirini çok iyi tanıyan kırk kişiden oluşur. Ancak cemaat, zamanla kırk kişiden dört yüz, dört yüzden dört bin ve dört milyon kişiye çıktıkça hainlerin sızması riski artar.
Bu sızma riskine karşı cemaatler, çok sıkı aidiyet kriterleri geliştirmek ve uygulamak zorundadırlar. Aksi halde FETÖ misalinde olduğu gibi, bir gün o cemaatin devlet aleyhine ele geçirildiğini görebilirler.
Hakikî cemaatler, büyük kentlerde yaşanan kökünden koparılma, sosyal çözülme hallerinde fertleri sosyalleştirerek yabancılaşmadan koruyan, sosyal patlamayı önleyen bir kanal olarak toplumun sağlıklı faaliyeti ve bekası açısından hayatî işlev görürler. Mesela İsmailağa cemaati, şeyhi Mahmud Ustaosmanoğlu’nun memleketinden dolayı genelde Karadeniz ağırlıklıdır. Böylece bu tür cemaatlerde birincil hemşerilik bağı, ikincil dinî kardeşlik bağını, manevî bağı daha da pekiştirir, cemaatin dayanışma, koruma gücünü arttırır. Montesquieu, sivil toplum kuruluşlarının hükümdar ile halk arasında tampon işlevi gördüğünü söyler. Hâlbuki tarikat ve cemaatler, gerek Osmanlı’da, gerekse Türkiye’de normal zamanlarda halk ile devlet arasında tampondan ziyade köprü olarak işlev görürler. Cemaat ve aşiretlerin halk ile devlet arasında gördüğü köprülük işlevinin iktisadî ve siyasî olarak iki ana boyutunu ayırt edebiliriz. İktisadî olarak cemaatler, büyük kentlerde yeni bir hayat kurma peşindeki insanlara eğitim, iş, aş, eş temini açısından mikro sosyal devletler olarak işlerler, sosyal devlete yardım ederek onun boşluklarını doldurur. Aslında “âmme=kamu” kelimesi, lafzen hem halka, hem devlete atıf yaparak halk-cemaatler ile devleti birbirine bağlar. Bu kavram, Osmanlı’daki asker-reâyâ, hassa-âmme ayırımından gelir. Osmanlı’da askerî (idarî) sınıfın muhallefâtı hassa beytülmal emini, reâyânın muhallefâtı âmme beytülmal emini tarafından zapt edilirdi. Hassa-âmme ayırımının Batı’daki karşılığı, şâhâne-kamusal (royal-public) idi. Cemaat ve aşiretlerin halk ile devlet arasında gördüğü köprülük işlevinin siyasî boyutu, temsille ilgilidir. Cemaat ve aşiretler, gerek seçim zamanlarında toplu oy kullanılacak partiyi belirleme, gerekse normal zamanlarda iktidara tabanının taleplerini iletme işlevini görürler. Bu tercih istikrar kazandığında o cemaat ve aşiret, “filan partinin arka bahçesi, oy deposu” sözleriyle eleştirilir. Hakikî cemaatler, darbe ve deprem gibi ülkenin zora düştüğü hallerde devletin halktan beklediği seferberlik için dinamo işlevi görürler. Bunlar, gerek Gezi ve 15 Temmuz gibi insanî afetlerde (kalkışmalarda), gerekse de Şubat 2023 depremi gibi tabiî afetlerde daima devletin ve halkın yanında yer aldılar ve bu felaketlerin atlatılmasında büyük rol oynadılar.Bu sebeplerle cemaatlerin, halkın hamisi, vatanın bekçisi, milletin gövdesi ve ülkenin omurgası, güçlü ülkenin güçlü cemaatlere bağlı olduğu hakikati açıkça ortaya çıkmıştır.
İsmailağa cemaati şeyhi Mahmud Ustaosmanoğlu’nun 24 Haziran 2022’de Fatih Câmisi’nde kılınan cenaze namazına Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere bütün devlet erkânıyla birlikte, katılmak isteyip de katılamayanlar dâhil, yirmi milyon kişinin katılması, devlet-cemaat bütünleşmesinin en çarpıcı misalidir.
Batı’nın yönlendirdiği Türkiye düşmanlarının, sürekli formel ve sosyal medyada her yerde, her kurumda işlenebilecek münferit suçları çarpıtarak, “büyük yalan” taktiği ve algı operasyonuyla, kara propagandayla “tarikatlar ve cemaatler kapatılsın” diye cemaatleri hedef alması, bu açıdan tesadüf değildir.
Buna karşı seçimden sonra hükümetin ilk işi, güçlü ülke için cemaatlerin tanımlanması ve güçlendirilmesi için gereken yasal düzenlemeleri yapmaktır.
Zira FETÖ misalinde görüldüğü gibi cemaatler, hayatî sosyal işlevlerinden dolayı bir ülke için iki ucu keskin kılıç olabilirler.
Cemaatlerin tanımlanması ve güçlendirilmesine yönelik yasal düzenlemeler, Türkiye’nin hayrına üç hedefe hizmet edecektir:
1. Devlet ile halk arasında daha sağlam, organik bir münasebetin kurulması
2. FETÖ gibi sahte cemaatlerin tanınması ve önünün kesilmesi
3. Hakikî vatansever ve insansever cemaatlerin ve dolayısıyla ülkenin önünün açılması
.
Prof. Dr. Bedri Gencer, dikGAZETE.com