Politika’nın, yönetim sanatı yanı sıra güç elde etmek için kurulan bir düzenek olduğu kabul edilmeden, onu anlamak mümkün olamaz.
İstisnasız, her politikacının amacının güce, nihai hedefinin sonsuz güce ulaşmak olduğu inkâr edilemez; çünkü güç olmadan politika yürütülemez.
Güç elde edebilmek için her şeyden önce hırsa ihtiyaç duyulur. Hırsı, tutkuya dönüşen politikacının riske giremeyeceği alan olmaz. Çünkü politikacı, imtina edilen konulara dahi argümanlar üreterek, ikna kabiliyeti kullanarak sorunların üstesinden gelme becerisi geliştirmiş kişidir.
Hannah Arendt’in gücü pozitif yorumlamasının altında yatan gerçeklik; yeterli güce sahip olunmadan; değiştirme, iyileştirme ve düzeltme kabiliyetinin bulunmamasıdır. Solcu düşüncenin önemli bir ismi olan bu filozof, yazmış olduğu kitapta gücün tanımını yapmakla kalıyor ve asıl irdelenmesi gereken sorunsalı gözden kaçırıyor.
Güç, kendi başına bir şey ifade etmez, çünkü gücün anlamı kendi içinde gizli değil; amacı yoktur; yöneltildiğinde amacı ortaya çıkar.
Baraj’ı güç olarak tanımladığımızda, o sadece bir su rezervuarı, güce dönüşebilecek potansiyelden başka bir şey değildir. Önü kontrollü bir şekilde açıldığında ve yönlendirildiğinde gücün tesiri görülebileceği gibi, anlamı da anlaşılabilirlik kazanır.
Kendisinden güçsüz olanı, mukavemeti zayıf olanı siler süpürür. Bundan dolayı, barajda su toplayan politikacı, onun altında kalmak istemiyorsa; ölçülü, dikkatli olması, oradaki enerjiyi iyi tartması ve davranışlarının şuurunda olması gerekir.
“Farklı düşüncelerin ve eğilimlerin yaşam hakkı” anlamındaki partileşme temayülünün, daha fazla taraftar bularak güçlenmeye yönelik olması, bireyin bir başına başlangıç oluşturabileceği ve fakat sonuca varabilecek kudrete sahip olamamasından kaynaklanır.
Esasen bireysel gerçekliğin, başkalarını da ikna ederek geçerlilik kazandırılması anlamı taşıyan, toplumsal teoriler yahut hizipler, taraftar buldukça anlamlaşır aksi halde sönüp giderler.
Bireyin, liderin veya fikir üreticisinin rüyalarını gerçekleştirmek için kullanmış olduğu politika enstrümanı, oldukça esnekliğe sahip olduğundan, oyun içinde kuralların değiştirilmesi ve düzeltmelere gidilmesi, izlenen hedefe fazla yara almadan varılmasına vesile olur.
Kabul edilmelidir ki, ilk oluşum fikri, sabit kalamayacağı gibi, liderin desüreklilik gösterebilmesi mümkün (zamansal) değildir. Bu sebepten, ne lider ne de fikir zirvesine ulaşabilir; gücün varabileceği nokta tasavvurdan (imajiner) uzak, ütopya olarak kalmaya devam eder/edecektir.
Politik oluşumlar, ya da menfaat cemaatleri, bir zaman aralığında doğar (ihtiyaç), sürekliliklerini uzatabilmek için yenilenmeye, oluşan gereksinimlere cevap verebilme yetisi geliştirmeleri ile doğru orantılı davranmak zorunda kalırlar.
Liderler ve fikirlerin sabit kalma şansları hiç yoktur; eo ipso lider değişir, fikir melezleşir, sabit kalan yegâne parametregüç olgusudur.
Vatandaşların isteyerek, bilerek politikacılara destek vermeleri, oyunun kurallarını anladıklarına, farkında olduklarına gösterge sayılabilir.
Bir kişiye kazandırılan güç, o ferdin bunu teşvik olarak yorumlaması ile doğallık ve meşruiyet alanının genişlemesine sebep teşkil eder.
Güce destek vermenin başka bir amacı da, mevcut güçten istifade etme, onun himayesine girme; en azından, kendinde göremediği gücü, başka vesileyle devşirerek güçlü görünme çabası olduğu söylenebilir.
Bir oligarşik gruba teslim olunarak, kendi vatandaşlık görevlerini onlara havale etmenin getirmiş olduğu rahatlığın bedeli (Kant) vesayetin kabul edilmesi anlamına gelir ki, daha sonraki pişmanlıkları, büyük bedeller ödeyerek tekrar dengelemek mümkün olur.
Gücün çok az elde toplanması her zaman tehlike potansiyeli oluşturur. Çok iyi niyetlerle başlatılmış ve hatta bir süre iyi neticeler doğurmuş oluşumlar, kontrol edilmedikleri takdirde, başka istikametlere yönelme riskleri yükselir.
Güç, elit gruplara yaptırım özgürlüğü verirken; ayartıcı hükmetmenin cazibesini de tatma ayrıcalığı yaşatır. Hükmetmenin esir alıcı sarhoşluğu, uzayan bir süre içerisinde karşıt seslerin duyulmamasından kaynaklanır.
Her yaptığının doğru olduğuna inanan elit yapılanma, muhataplarının büyük bir bölümünü de buna ikna edebildiği takdirde; daha sonraki kararların da aynı hoşgörüyle karşılanacağına inanır ve özgüveni artar, bu da alışkanlık getirir, yaptığı her eylemi sıradan görmeye başlar. Son durak; kendisine geçici olarak verilen gücün esiri olur ve elindeki gücü tüm değerleri, gerekirse şiddet kullanarak savunur. Bu yüzden tercihimizi demokrasiden yana kullanarak, oligarşik bir sınıfın yönetimine izin vermek istemeyiz. Görev ve vazifenin sınırlı olması, bu sebepten gereklidir.
Kendi rüyası olmayan vatandaşların, başkalarının çizgisinde hareket etmeleri kaçınılmaz olduğundan dolayı, vizyoner olanların partiler kurup onları havuzlarında toplamaları kaçınılmaz olur.
Birey olamamamın rahatlığını tercih eden fertlerin, liderlere ihtiyaç duymalarının yanı sıra uyum ve mutabakat da aramaları, çelişkilerden korkup geri çekilmeleri, kendi varlıklarını sürdürebilmedeki temel paradigmadır.
Her yeni oluşum, geçmişin deneyimlerinden inkişaf eder; taraftar toplayabilmek istiyorsa, buna zamanın ihtiyaçlarına yanıt verebilecek elementler taşıması gerekir.
Belirli ideolojilerin, yeni oluşumlara geçit vermediği zamanımızda (komünizm (sosyalizm)-kapitalizm-liberalizm ve faşizm), inanç duyarlılığından kaynaklanan oluşumlar da doyum noktasına ulaşmış görünüyor.
Kurulan partilerin, bir ideolojiyi benimseyerek kendi doğrultularında üye edinmeleri oldukça sınırlı kaldığından; kuruluşlarında her ideolojiye, inanç grubuna, menfaat birlikteliklerine de yer vererek eklektisist yapılanma tercihleri, katılımcılığı teşvik ettiği kadar, kimlikleşmeyisilikleştirmeamacına yöneliktir.
Bir taraftan her kesime hitap eden bu oluşumlar; kişinin kendisinden izlere rastlamasını sağlamak, diğer yandan keskin (contour) çizgilerinkoyuluklarını törpüleyerek, ideolojilerin de sınırlarını elimine etme girişimi olarak okunabilir.
Her paletten bir element alındığı için, bazen öyle bazen böyle söylemleri destekleyen ideolojiye atıfta bulunmak mümkün olur, meşruiyet sorunu kalmaz.
Çelişkilerin uyuşmacı rol alması, birinin diğerinden beslendiği gerçeğini ortaya çıkartırken, sığlığın, fikir üretememenin de reel bir zemin kazandığının göstergesidir.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com