?>

Gölge etme başka ihsan istemez! İtimatın gücü…

Sümeyya Demirel

5 yıl önce

İTİMATIN GÜCÜ

"Gölge etme başka ihsan istemez."

PLASEBO Etkisi ve NOSEBO Etkisi denilenler;

Biraz farklı bakış açılarından ifade bulsa da, her ikisi de modern tıp tarafından kabul edilir ve literatürde sayısız örnek bulunabilir:

Etimolojide Plasebo: "Memnun edeceğim, kabul göreceğim". 'Placere', sonradan İngilizce 'to please' olan köken.

Etimolojide Nosebo: "Zarar vereceğim." 'Nocere', zarar hasar vermek, İngilizce 'to harm' ve ayrıca 'no' kavramının alt bilinç algısına da dikkat.

Bedenimizin temel çalışma prensibinin kutuplaştırılmış tanımları. Toplam inancın neyse O'sun. 

Toplam” derken, tüm parçalarda onaylanan inanç…

İman da diyoruz buna.

Bunu düşündüğünde nasıl hissediyorsun? 

Duygular itiraz mı ediyor? 

İçindeki parçalar vır-dır birbirleriyle kapışıyorlar mı? 

Yoksa bu inanca dair mutlak itimatı tüm dinginliğiyle NET olarak HİSsedeBİLİYOR musun? 

"İnandım, oldu bitti" gibi çok kolay olamamasının sebebi bu; Saf, mutlak itimatla olmalı. 

Saf itimatta olan, şüphe duymaz.

Habire dönüp bakıp kontrol etmez. 

Ötesini berisini sorgulamaz, araştırmaz.

NET olarak BİLİR.

İdrakla, imanla, gönülden itimatla...

Plasebo etkisi: Telkinle inançla iyileşme, yaşama dönme. Şahsi kanaatime göre burada daha doğrusu; tanımlanmış, kısıtlayıcı inançlardan ve inanç sistemlerinden özgürleşerek...

Nosebo etkisi: Telkinle, inançla hastalanma, hatta ölüm.

Plasebo etkisini, farklı bakış açısıyla da olsa sıkça kullandığını belirten modern tıp, nosebo etkisinden ise tamamen bihaber sanki. 

Peki bunun nedeni ne sence?

Tıp fakültesinde ‘nosebo etkisi’nin okutulmaması mı?

Bedene, zihin ve duygunun hiç etkisi olmayan, yakıtı verince çalışan, salt mekanik bir 'makine' olarak bakılması mı? 

İlaç şirketleri mi?

Dev, hasta garantili hastaneler mi?

Bazı cihaz ve sağlık ekipmanları tedarikçileri mi?

Hepsi mi?

Hiçbiri mi?

Kişiye özel bir bakış açısı mı?

Bilimde ilimde bu kadar yer bulmuş ve net olarak kabul görmüş bir konunun kişinin keyfine bırakılması normal mi? 

Bunlar etraflıca öğretilseydi, acil durumlarda elzem hayati konular haricinde ilaç ve cihazlar tamamen hükümsüz kalırdı.

Bu sebeple çok hassas bir konu. Tıpkı sayısız alternatif mümkünatın da hiç konuşulmadığı gibi...

Bilincin nihai sorusu: BAŞKA NELER MÜMKÜN?

Bilincin nihai inancı: MÜMKÜN.

Arama motoru”nun yaptığı açıklamaların birebir çevirisi: 

Plasebo için: 

"Beyninizin vücudunuzu sahte bir tedaviye ikna edebileceği fikri gerçektir - plasebo etkisi denen- ve bu binlerce yıldır kullanılan bir şifa yöntemi. Güncel bilime göre de, doğru koşullar altında, bir plasebonun geleneksel tedaviler kadar etkili olabileceğini bulgulandı."

Nosebo için: 

-Özet olarak- “Nocebo Etkisi gerçektir ve sadece hastaların olumsuz geçmiş deneyimlerine, müdahalesine veya beklentilerine dayanan bir tedavinin algılanan veya gerçek fiziksel yan etkilerine yol açabilir."

Ha ha ha, sevimli gıgıla bak sen?!

Bu açıklamalar tamamen atmasyon içerikli ve zihin kontrollü algı yönetimi yapıyor.

Plasebo etkisi konusunda yanlış bilinen: Genelde psikolojik bir hastalık için telkin olarak kullanılan 'sahte tedavi' sanılır. Yanlış. 

Bir kere ‘hastalık’ denilen beden tepkileri kökeninde, travma tanımlı duygusal bir şok anının baskılanmış hafızası yatar. Dolayısıyla ‘psikolojik' veya ‘fiziksel rahatsızlık’ olarak ayrım yapılamaz aslında. Ve hatta bu konuların esasında ne kadar bilindiğine tanık oldukça şaşar kalırsın da: Peki madem en azından, tedavilerde psikologlarla işbirliği yapılmaması nedir?

Plasebo denilince; “kafanın ürettiği sahte bir hastalığın, telkinle sahte tedavisi” gibi anlaşılıyor. 

'Gerçek' hastalık olarak tanımlananlarda da saat gibi çalışır. Yeter ki telkine itimat etsin. 

Hastalık’ denilenin çoğu kaynağı da kafada. 

İnsanlar kafanın hasta ettiğine inanır, yalnız aynı kafanın iyileştirebileceğine pek inanmaz.

Bedenin 'kendi kendine' hastalandığına inanır, 'kendi kendine' iyileşebileceğine inanmaz.

Mesele şu ki: Zihin mi kafanın içinde yoksa kafa mı zihnin içinde? Nereden nasıl bileceksin değil mi? 

Belki de 'ya O, ya bu' değil de 'hem O, hem bu' esası...

Bazı uzmanlara göre, mevcut ilaçların büyük çoğunluğu plasebo etkisiyle iyileştiriyor zaten.

İlaçlar, 'şok anı' dediğim kökeni iyileştirmez, sadece bunun verdiği beden tepkisini dindirir. Bu beden tepkilerini bir hastalık olarak tanımlar. 

Kişi, bu süreçte beden tepkileri dindiği için iyileştiğini düşünür, ancak kökeni çözülmediyse bir süre sonra tekrarlar. Buna da ‘kronik hastalık’ derler. 

Bazen, yine plasebo etkisiyle, hastanın bu ilaçla iyileşmeye dair inancı çok güçlüyse, konu kökten de çözülebilir.

Aslında fark etmese de, bu inanç vesilesiyle, tam da bu iyileşme sürecinde kökenindeki hafıza kaydına dair bir deneyim yaşamıştır. Bu baskılanmış, ötelenmiş duygusal şok anı, bir şekilde ortaya çıkmış, ifade ve kabul görmüştür. 

Bir şekilde, bazı konularda farklı düşünmeye, davranmaya, hissetmeye başlamıştır. Ama konuya hakim değilse bunlar arasında bağlantıyı kuramaz tabi ki...

Şahsi deneyimlerde plasebo etkisinin aslında şu olduğuna karar verdim: 

Beden mükemmel yaratılmış. 

Kişisel zihniyetle gölge etmediğin sürece ne nasıl yapacağını en iyi bilen. 

Hastalık tanımlarından, nesillerden aktarma ilginç inançlardan, kurgusal beklentilerden, öğretilmiş kitlesel inanç kalıplarından özgürleştiğin an olay yön değiştirmeye başlıyor. 

Beden, kendi olağan doğal sistemine geri dönüyor ki aslında müdahale edilmese ve başka bölgesel işleyişlere zorlanmasa tek bildiği de bu; DAİMA İYİLEŞME... 

Bu sebeple plasebo etkisine 'iyileşmeye inanç' demek yerine; 'konuya dair zihniyetin ettiği gölgeleri sıfırlama' olarak bakıyorum daha çok.

Gölge etme başka ihsan istemez” sloganını, yazının sonunda bahsi geçen bilimsel deneyle tescilledim de sayılır.

Bir ihtimal daha var, O da inancım mı dersin?

Gelelim saklanan, gizlenen, hiç bahsi geçmeyen ‘nosebo etkisi’ne;

Bunu da, “inançla belirli bir tedavinin yan etkisinin ortaya çıkması” gibi yazıyor.

Gülünç

Buraya gelince de yan etkiyi ortaya çıkaran, ilacın bölgesel orantısız müdahalesi değil de, inanç oluyor birden bire... 

Bunun aslı: Telkinden şuursuzca etkilenen hastalanabilir ve hatta ölebilir, literatüre göre.

Buna dair çok fazla hikaye dolaşır ortalıkta. 

Hangileri doğru, hangileri atmasyon bilemeyiz. Herkes kendisi araştırabilir. 

Özellikle dikkatimi çeken: Bir üniversite bünyesinde yapılan deney sırasında, inancın gücüne hiç ihtimal verilmemiş olacak ki, konudan habersiz kobay asistanın hayatını kaybettiğinden bahsediliyor. Tamamen kurgusal bir ortamda öleceğine inandırıldığı için ölmüş yani...

Bir başkasında; Bir geminin soğuk hava deposunda kilitli kalan çalışanın, duvarlara yazdıklarından ve beden tepkilerinden donarak öldüğü sanılsa da, aslında depo istisna yükü gereği +18 dereceye ayarlıymış. Soğuk olacağı ve süreçte öleceği varsayımı, bedenin ölümüne bu tepkileri göstermesine sebep olmuş. 

Buradaki konu, çalışanın orayı hep soğuk olarak bilmesi ve başka bir olasılığa ihtimal vermemesi...

Her iki durumda da telkin unsurunun gücü, ikna gücünü artırır. 

Telkini yapanın, buna dair ne kadar bilinçli ve donanımlı olduğu da önemli.

Öğrenciyken kısa bir dönem hosteslik yaptım. Eğitimde uçuş korkusundan muzdarip hastalananlara plasebo ilaç hazırlamamız söylendi ve bununla konu geçildi. 

Bir kalkış öncesi, yolculardan birinde aşırı terleme, nefes darlığı gibi belirtiler dikkatimi çekti.

Sadece aşırı uçuş korkusu olduğunu ve midesinin de bulandığını söyledi; “Tam da bunun için mükemmel bir ilacımız var. Hemen getiriyorum…” dedim. 

Biraz ılık suya çok az miktarlarda çözülen kahve, kola, biraz baharat ve soda kattım. 

Yanına döndüm; “Bu ilacı, özellikle bu konu için bulunduruyoruz. Çok etkilidir. Hemen rahatlayacaksınız. Sakince için ve gözlerinizi kapatıp dinlenin bir süre…" 

Biraz sonra yolumdan çevirdi; "O ilacın adı neydi? Çok iyi geldi. Sanırım yanımda taşısam daha iyi olacak!..”

Hadi ayıkla pirincin taşını...

Genelde bilinen plasebo etkisi bu. 

Yalnız 'gerçek' tanımlı rahatsızlıklarda da, O şok anındaki duygusal bağ kesildiğinde ve farklı bir açıdan bakılabildiğinde, mucizevi iyileşmelere tanık oldum:

“Kaç onyıldır doktor psikolog geziyoruz, torba torba ilaç yuttuk nafile!..” diyenlerdi çoğu... 

Hiçbir ilaç kullanmadan, sadece zihin-duygu alanlarına nokta atışı çalışmayla, onbeş dakika kadar kısa bir süre sonra bile fiziki kısıtlamadan tamamıyla iyileşme görülebildi. 

İşte burada, esasında biz bir şey yapmıyoruz. 

Sadece buna izin vermeyen inançları güncelliyoruz. Ötesi bedenin ‘plasebo etkisi’ denilen kendini iyileştirme gücü. Muhteşem olan bedenin kendisi.

Bunlar ışığında, ‘nosebo etkisi’ne dair aklımda deli sorular:

Sigara paketleri üzerindeki telkinler, sigaranın kendisinden fazla zarar verir. 

Hem satıyor, hem üzerine bunları yapıştırıyor. 

Üzerinde 'ölümcül derece sağlıksız' uyarısı bulunan başka bir şeyin bu kadar rahat satıldığını gördün mü? 

Peki bu şekilde amaç?

Hal böyleyken 'hasta' gibi bir tanım bile olamaz: Danışan olmalı.

'Hastane' kavramı da hükümsüz: Şifahane olmalı.

Bunlar ışığında hiçbir hekim veya kurum, kitlelere 'çaresizsiniz' mesajı veremez. "Çaresini biz bilmiyoruz" diyebilir.

Hatta bunlar ışığında oturup uzun uzun anlatıp hastalık bile tanımlayamaz, durumun ne kadar kötü olduğunu istatistiklerle kimseye telkin edemez.

Durum kötüyse kötüdür!

Kendinde ve etrafında bir tek pozitif veri de yokken, sadece bazı varsayımlar üzerine bunların çığırtkanlığı da yapılamaz haliyle. 

Ve akledene, toplam veriler tamamıyla farklı bir tablo çiziyorken de; bazı özel şirketlerin ve kişilerin devletlere tahakkümü hiçbir koşulda kabul edilemez.

Uyarı başka, telkin başka!..

Uyarı bile olsa, bu bilgiler dahilinde gördüğümüz şekillerde alıştığımız ifadelerde yapılamazdı.

Beden, zihin-duygu-fizik-tezahür parçalarıyla BİR-BÜTÜN olarak çalışan bir sistem.

Zihin komutu verir, duygu buna dair bilinçaltındaki tüm kayıtların eşzamanlı titreşimidir, fizik beden de buna göre şekillenir.

Dr. Bruce Lipton bir söyleşisinde, üniversitelerde yirmi seneden fazla “DNA'nın mutlak kader olduğunu” öğrettiğini belirtiyor. Sonradan konuya uyandığına göre, aslında ellerinde mantıklı bir açıklama dışında hiçbir somut bilimsel kanıt da yokken. Mikrobiyoloji alanında aynı DNA'yı taşıyan malzemenin farklı ortamlarda farklı yapılar kurduğunu belgelemiş. 

Nedense bu görüşü, para üzerine kurulu olduğunu belirttiği 'merkezi dogma' tarafından dışlanmış ve süreç, üniversitelerle ilişkisini kesip "İnancın biyolojisi' adlı kitabı yazmış. 

DNA'nın sadece bir 'blueprint' olduğunu söylüyor. 

Proteinin ne olacağını zihin, nasıl şekilleneceğini çevre belirliyor” diyor. 

Bir tek blueprint verisiyle, kaç farklı mimar kaç farklı yerin imkanlarıyla kaç farklı yapı çıkarabilir!..

Mimar adedince” mi dediniz?

Kendisine katılmadığım tek konu: 'Çevre' denilenin kendimizden ayrı bir parça gibi ifade edilmesi. 

Çevre denilen de bilinçaltının tezahürü neticede. 

Bilinçaltında bulunmayan hiçbir şeyi tezahürde göremezsin. Tezahürde gördüysen de bil ki bir ara bir yerlerde bunu görmeyi deneyimlemeyi değerli kılmışsın. Bir duyguyu aşırı baskılamış veya ötelemişsin. Sormuşsun. Merak etmişsin. 

Burada altını çizelim: 

Soru cevaplanır. Merak da soru sayılır. Bu sebeple: "Daha ne olsun, nasıl bu kadarı olabilir?" gibi sorduklarına da bu niyetle merak ettiklerine de özellikle dikkat et. 

Bakış açımda, bu 'alan' -The Field- denilen mtDNA

İlginç bir şekilde neredeyse hiç bahsedilmeyen ezeli, ihtişamlı mitokondriDNA

Bedende duygu-his alanı.

His, sadece şimdide HİSsedileBİLİR. Alana algı yüzeyinden gelen titreşim. 

Duygu sadece içeriden gelir. Bilinçaltı kayıtlarına dayanır. Alanda küçük bir hatırlatıcı tetikleyebilir. Geçmiş kayıtlarla veya gelecek kaygılarıyla da ilgili olabilir. 

Duygu bağımlılığı, buna dair tezahürü, bu tezahür de tetiklediği duyguyu ortaya çıkaran bir döngüye girebilir.

Buna tekrarlanan kalıplar da deniyor. 

DNA kromozomlarının yarısı babadan yarısı anneden alınıyorken, mtDNA kadına ve erkeğe sadece anneden aktarılır. 

Mitokondri DNA'nın en ilginç özelliklerinden biri de, bazı bilim insanlarına göre 'mitokondri Eve' olarak anılan 'fenomen': Bulgulara göre tüm insanlığın ANAsı tek bir kadına çıkıyormuş.

Fenomen, etki gibi ekler takılmış ne varsa, yakından incelenmeye ve araştırılmaya değer. 

Esası anlatılmak istenmiyorsa yapıştırıyor etiketi: "Açıklayamıyoruz -siz de çok merak etmeyin- ama öyle."

100 Maymun" fenomeni derler!

Sen maymun musun ki?!

Ne maymunu?!

DNA'lar arasındaki küçücük farklar, aleme ne kadar büyük yansıyorken...

"1 İNSAN" FENOMENİ.

Tüm zamanlarda bir tek insanın bildiği, tüm insanlığın erişimine açıktır aslında. 

Biraz daha ileri gidelim: Hepimizdeki sağ beyin aynı sağ beyin; tek bir beyin.

Kitlesel bilinç.

Bunun üzerine de: "Zaman aslında bir illüzyon” deniyorsa işler iyice ilginçleşiyor değil mi? 

Bütün bunlara istinaden, böylelerini “uçuk-kaçık-sıyrık” olarak tanımlayabilirsin. Bu sıfatlar aslında bazı açılardan isabetli de olabilir yalnız şıp inançlılığın burada yeri yoktur.

Sürekli şu 'olumlu' ve 'olumsuz' etkilenen pirinç deneyini duyarız. Gösterilenlere bakıp hep düşünürdüm: İyi de bunların kontrol grubu yok ki?

Sonra hiç etkilenmemiş üçüncü kontrol grubuyla yapanları da gördüm. Bu defa da kafama başka bir konu takıldı.

Kendim yaptım.

Herkese açık sayfamda ilk günden itibaren aşamaların fotoğraflarını yayımladım. Süreç sonunda bunlarda en iyi durumda olan 'olumlu' etkilenen gibi duruyordu. Hiç etkilenmeyene göre çok az farkla. Ancak her ikisinde de olumsuz etkilenene göre daha az da olsa, küflenme görülüyordu.

Bu gözlemci -çevre- etkilerine maruz kalmış gruptu. Asıl merak ettiğim, gözlemci etkilerine kapatılan eşdeğer bir grubun ne olacağıydı. Eşzamanlı hazırladığım ayrı grubu da aynı ortamda fakat evdeki kimsenin de göremeyeceği şekilde saklamıştım. 

Gözlemci etkilerinden uzak gruptaki sürpriz; hiç etkilenmemiş olan seçeneğin tertemiz olmasıydı. Olumlu etkilenende ise çok az da olsa küf vardı.

Buradan yine başka bilimsel bir soru ortaya çıktı. 

Bu kontrol grubunu sadece ben gördüğüme göre: "Gölge etme başka ihsan istemez" inancım ne kadar etkili olmuştu? 

İşte bu sorunun cevabını verecek olan da, bu inanca sahip değilken aynı deneyi yapanın sonucu. Hatta bir de değil, bir dizi kontrol deneyi verecektir cevabı; verilecek bir cevap varsa o da...

Neticede kar taneleri kadar benzersiziz de...

Kar taneleri adedince çareler, sonuçlar MÜMKÜN.

Bir anın sonsuz olasılıkları...

Aynı türün içinde bile sonsuz olasılıklar gösteriyor bize doğa.

Bak,

çaresizsiniz diyorsun bitiyor.

Kaç yazıdır kaç çeşitleme yaptım diğerine:

çareSİZsiniz

ÇAREsizSİNİZ

çareSİZSİNİZ

ÇAREsizsiniz

Herkesin kusurlu yaratıldığı” varsayımıyla başkaca etkenler de gözetilmeksizin “herkes için tek bir doğru” olduğu yaklaşımına uzaktan yakından bilim ilim denemez...

Çare bilim” diyorsak da...

Bilim insanı” dediğin kim; neye kime hizmet ediyor?

'Bilimsel' eğitim ve göstergeler kimin elinde, bunlar kime neye hizmet ediyor?

Kontrol grubu bulunmayan varsayımsal önermelere “bilim” denilebilir mi?

Bu kafa, ortalıkta dönenlere 'bilim' diyebilir mi?

Sıradan bir insanın aklına kontrol grubuyla deney yapmak gelebiliyor da; bazı ‘bilim insanları’ dahil, kontrol grubu bulunmayan verilere ‘bilim’ denmesi normal mi?

Amaaaan! Neyse ne…

Televizyon izleyen herkes, bilimin alasını biliyor nasılsa. Hatta toplumu hizaya getirmeyi görev edinmiş, komşuyu, eşi-dostu azarla uyarıp, ihbarı iş edinecek kadar. 

Neredeyse göbels göbeleriyle göbek atan nasi Almanyası'ndan hallice haller. 

Sonra da: "Bizim haberimiz yoktu ayol, biz halk olarak masumuz!..

Tabi tabi...

Kurgusal kitlesel akıma kapılanlardan gayrı herkesler 'gombılo deyorisyeni' sayılınca...

Tall Poppy Syndrome. 

Ezcümle: Yengeç Sepeti.

Plasebonuz bol olsun.

Sevgiyle

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI