?>

Göktürk - Selçuklu - Türkiye Cumhuriyeti

Dr. Erdem Ulaş

7 ay önce

Göktürk - Selçuklu - Türkiye Cumhuriyeti

Bilinen ve bilinmeyenler içinde tarih, bakılan pencereye göre değişmektedir ve arkeolojik kazılar ile arkeoloji bilimi Anadolu'nun Atatürk'ün ifade ettiği gibi; 7.000 yıllık Türk beşiği olduğunu, hatta 21. Yüzyıl ile birlikte özellikle Mezopotamya’daki buluşlara bakınca Ön Türklerle ilgili milattan öncesi döneme ait sürekli güncellenen bulgularımız mevcut.

İskitler, Kimerler, Etruskler, Sakalar ...ve Göktürk Devletinden Selçuklu'ya uzanan yazılı tarihi limitli olan Osmanlı imparatorluğu ile yazılı daha çok tarihe lakin asimilasyona da başlanılan bir döngü içine girdik…

Osmanlı’yı 1299 yılında Oğuz Türklerinin Kayı Boyu kurmuştur.

Osmanlı imparatorluğu;

- 1299’da kurulmuş, 1579’a kadar 3 asır YÜKSELMİŞ....

- 1579’dan 1699’a kadar,

1 Asır DURAKLAMIŞ.

- 1699’dan 1919’a kadar.

GERİLEMİŞ VE YIKILMIŞTIR.

Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı;

- Halifeliğe kadar olan Osmanlı... (1299-1517) Nam-ı diğer Türk İmparatorluğu

- 1517 tarihinde Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğumuz…

Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu...

Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…

O günkü şartlarda halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler... (1516-1517)

Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerdedir. (1517)

Ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler...

İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.

Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarından seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebussuud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmeleri sağlanır...

İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir deyişle; Türk İslam’ının terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.

Bu projeyi Araplar da destekleyince proje, hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” TÜRK kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!”, “Türkmen’im!” diyen “Kızılbaş” diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir.

Bu dönem, sadece Kuyucu Murat Paşa’nınTürk’üm!", “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.

Maalesef Osmanlı’nın son 350 yılı, ilk 250 yılın aksine, Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur...

1603 yılına gelindiğinde artık Ehl-i Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır, kapatılır; yerine Halidî, Nakşî, Kürdî Tekkeler kurulur.

Yine bu dönem, Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir,

1839 birinci Tanzimat Fermanı’na kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…)

Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilirler…

Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar…

Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar…

Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı, bu mollalara kızar ve canını kurtarmak için de Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler.

Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıvadır… Buna tarihimizde “Ekrad (kürtleşmiş) Türkmanlar” denir…

Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…)

Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu, bu politikalar sonucu gelişir ve büyür.

Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir, artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir... Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…

Mollalar, başta matbaa olmak üzere, Astronomi, Tıp Kadavra, Bilim hususunda bir sürü saçma sapan fetva verirler…

Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar…

Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur. 1563’te ise Rumların matbaası vardır.

Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı, Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra, 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir!..

Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır:

1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir Türk imparatorluğu (Osmanlı) varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de Kurtuluş Savaşı yapmak zorunda kalmıştır

Osmanlı, bu dönemde; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.

Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi; koca bir imparatorluk batar mıydı?

Ve yine; Yunus Emre'lerin, Hacı Bektaş'ların, Seyit Gazi'lerin, Ahmet Yesevi'lerin İslam’ı, İslam değil miydi?

Osmanlı’yı kuran Şeyh Edebali'lerin İslam’ı, Akşemseddin'lerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebussuud'lara teslim edip batırdık koca imparatorluğu…

Bugün de aynı sürecin devam etmesi, tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir lakin Göktürk, Selçuklu devamında kurulan son Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye Cumhuriyeti devletinde de uyanış ve değişim, aydınlanma ve gerçeği daha iyi analiz edip görme başlamıştır...

Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi der ki:

Din seçimdir Türklük kaderdir!” bununla ilgili bir kitapçık, 2015 yılında ASAM bünyesinde Rahmetli Yalçın Koçak ağabey ile hazırlayıp ücretsiz halkımıza dağıtmıştık.

Değişen konjonktürel gelişmeler, Anadolu sıklet merkezinde Türklüğün ve dünya Türklüğünün ebediyetini de göstermektedir. Türksüzleştirme ve Mülksüzleştirmeye çalışılan ülkemizde “Arap sevici, mezhepçi” değil, binlerce yıllık Türk beşiğinin devamı Türk'üz ve Atatürk'ün izindeyiz. Ve bu değerlere endeksli Üretim Üretim Üretim diyerek geleceğe düşünceleri ve fikirleri yazarak, aynı ülkü ve azimle çalışarak müreffeh bir nesil bırakacağız.

.

Dr. Erdem Ulaş, dikGAZETE.com

-ASAM Kendir Enstitüsü Başkanı-

YAZARIN DİĞER YAZILARI