Nereye gidiyorsun; öyle habersiz, sessiz sedasız; bilmiyorum?!.
Gittiğin yere beni de götür…
Cehennemin dibi olmasın, başka her yere varım; gelirim; hatta uçar gelir, koşar gelirim…
Çünkü ben cehennemin dibinde, en dibe vurmuşum!..
Köpek öldüren şarabına ölen meyyal ve müptela; hasta ruhlu cinsel sapıktan halliceyim ama halde değilim!..
Beni de götür!..
*
Bu şehrin üstüne duman sis değil, cehalet deve gibi çökmüş, köpükler saçıyor ağzından… Salih’e söz verip, sözünden dönen ve deveye ok atan Semud Kavmi’nin en azgın ferdi olmaktan korkuyorum…
Ve deveyi öldürmekten!..
Korkumdan su sıramı hepten veriyorum, deve içsin… Benim dudaklarım çatır çatır çatlasın ama beni götür bu şehirden!
*
Muhafazakâr şehrin şehvet düşkünleri, odun kütükleri, kara yeller… Sen o bulutu yağmur mu getirecek zannettin?!
Helak olacaksın öküz!..
*
Ben bir ağacın altında bekliyorum…
Yasak değil!..
Dut gibi salla beni!
Kutsal zeytin gibi çırp!..
İstersen incir dik ocağıma!..
Yeter ki götür…
Ne zaman götüreceksin beni; götür bu şehirden?!
*
Varaklarında altın yaldız, ırmaklarında tertemiz su… Bitir bu kâbusu!..
Kevser şarabına daldır; cinnet halindeyim galiba; bu odun kütüklerini üzerimden kaldır…
*
Baltana sap olayım, götür beni İbrahim!..
Mancınıktan atsınlar, ateşinde gül olayım götür beni!
Sen dur; kurban ben olayım İsmail!..
*
Hani hâkim olacaktın Karl; ‘kapital’ oldu hâkim?!. ‘Parka ve yürek delik deşik…’ Parkasız ve şapkasız; yüreğiyle, ‘Benim adım Maşallah’ dedi gitti ‘Maşallah Ali!..’
Mekke’nin yakışıklısı Musab bin Umeyr’e kefen bulamadılar da, otlarla örtüler bedenini… Kefensiz gitti, Habeşistan’a ailesinden kaçarak giden Musab bin Umeyr…
En sevgilinin, sevdiklerindendi…
Gitti…
Gittiğin yere beni de götür!
*
Çoban bile yapmadılar beni bu şehirde…
Oysa ne de çok severdim çoban Esved’i…
Kâfir miyim diye korkuyorum bazen… Müseyleme’nin doğrulayıcısı muamelesi çekiyor burada bana Abdullah İbni Ubey tayfası!..
Esasında Ebu Zer kadar münferit ve yalnızım…
Yalnızlık ne büyük mutluluk!..
*
Enes bin Malik gibi rest çektim ibadethanelerine!
Götürmeyecek misin beni?!
Kılavuzsuz kuş uçmaz derler; ben bu şehirde yüzüstü yatırılmış, toprak üstü ölülerindenim!
Kaldır topraktan ve kılavuzum ol, götür!
İçimde günlerce, haftalarca seyrüsefer... Kaza üstüne kaza…
Patlıyorum…
Kezzap içindeyim keza!..
*
Önceden haberli gitme…
Habersiz de gitme…
Ansızın, küt diye çık gel; beni de götür...
Yeni bir dünyanın kapısını aralamama yardım et; ateşe at beni, yak; yık, tarumar et ama bu şehirden götür!
Bir derviş sabrıyla nasıl beklenir bilmiyorum. Bu şehrin ve bu mekânların hüzünlü müdavimi olmak istemiyorum artık...
Götür beni bu şehirden.
*
Yoksa Yunus gibi kaçacağım!
Pişman olmam diye korkuyorum!
Kırkıncı gün gelmeden…
Kırk birinci geceye varmadan…
Kırk ikide kalmadan…
Elli ikinci gece bitmeden…
Gazeteye kayıp ilanı vermiş ve aradığını bulmuşçasına götür…
*
Ölüm ilanı vermiş gibi teessürle öğrenip, yanında ölenden habersizcesine riyakârlık yapmadan götür; bu kirli topraklarda bırakma!..
*
Peygambere eziyet eden ve 15 asır önceden ikametgâhı cehennem görünen cahillerin babası, ‘geçenler geçti seni uçtu pabucun dama...’
Atıldı ama…
Bu şehirde o kadar çok pabuç o kadar çok dam!..
İkametgâhımı iptal etsin mahallenin muhtarı...
Götürmezsen, bodoslama!..
Ben gidiyorum!..
.
Ali Mevlüt Kaya, dikGAZETE.com
Twitter: @alimevlutkaya