Din işleri Yüksek Kurulu’nun sitesinde içinde “fiyatları Allah belirler” diye bir ifadenin bulunduğu bir şey yayınlanmış, laik kesimin tepkisini toplamış.
Doğrusu, mevcut iktidar döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere dini kurumların, inanç konularını iktidar siyasetinin lehine eğip büktükleri bir vaka.
Ekonomik kriz döneminde yoksulların, olayı kadere bağlamaları gerektiğine dair doğrudan ve dolaylı göndermeler yapıyorlar.
Tarih boyunca, dini kurumlar zamanlarının siyasi düzenlerine eklemlenmiş biçimde, yoksulların isyanını bertaraf etmek adına, “kader inancı”na sarılırlar.
Kendini dindarların temsilcisi sayan bir iktidar da başı sıkışınca aynı şeye sarılıyor, işin bu yanının altını çizmek gayet isabetli.
Diğer taraftan, isabetsiz tepkiler, mevcut iktidarın İslamcı/din propagandasının değirmenine su taşıyor. ‘İsabetsiz’ derken, konularda tepki ve eleştiri yapanların, din hakkında konuşurken dini bilgiden uzak değerlendirmelerinden söz ediyorum.
Her şeyden önce, vazgeçin artık “bu çağda bu anlayış”, diye başlayan yorumlardan, böylesi bir giriş, dindar kesimleri tartışma içine çekmek yerine, dışına itiyor.
Zira, inananlar açısından dini hükümler tüm çağlar için geçerlidir, “bu çağda” diye başlarsanız, “din değişmez” anlayışına toslarsınız.
Yok, “herkes ilahiyat öğrenmeli” veya “dini terminoloji ile konuşmak zorunda” demiyorum, muhatabınıza doğru soruyu sormaktan, doğru itirazı yapmaktan söz ediyorum.
Mesela, “arkadaş, tüm çağlar için geçerli hükümler, bugünün piyasa ekonomisine nasıl bakar ve uygulanır? Bırakın metaların fiyatını, ‘maddi değer’ neye göre ölçülecek de ilahi kurallara göre düzenlenecek?” ile başlayan bir tartışma, fevkalade faydalı olur diye düşünüyorum.
Malum, kendine dindar diyenlerin çoğu, ‘zekat’ başta olmak üzere maddi refahın ‘yeniden dağıtımı’na dair dini kuralları, fazla vermekten kaçmak için binbir şekilde tevil eder dururlar.
Sorun bakalım, barınak ve binek, zekat dışı varlıklar olarak tanımlandı diye, tek odalı evle malikane, deve ile Ferrari aynı hükümde mi sayılacak?
“Kaza ve kader inancı” gibi çok derinlikli konular bir yana, bu denli basit soruların dahi cevabını bulmakta zorlanırlar.
‘Din’ deyince olur olmaz itirazlara sarılacağına, sükûnet ve samimiyetle, “sahi siz dinden, İslam’dan ne anlıyorsunuz, içinde bulunduğumuz hali nasıl izah ediyorsunuz?” diye sorun bakalım.
Cevap, dinle değil, siyasetle alakalı olacak, inanç konularından kaçılacak, “Dindar iktidar içerden, dışardan yıkılmaya çalışılıyor” şeklinde olacak.
Ben yıllardır, özellikle İslamcı kesimden kadın yazarlara, “ne dersiniz, aile hukuku Şer’i hükümlere göre düzenlensin mi, konuşup tartışalım” diye yazdım durdum.
Tek bir cevap alamadım.
Zaten bu tür konulara girmekten, cevap vermekten kaçan, siyasi, bireysel çıkar, güç arayışlarını din adına dolaşıma sokan ‘İslamcılık’ Türkiye’de de, dünyada da iflas etti.
Öncelikle, Müslüman nüfuslu ülkelerde yoksulların, mağdurların ‘umudu’ olmaktan çıktı, kendine atfettiği ahlaki üstünlük çöktü.
Diğer taraftan, küresel konjonktürün kurbanı oldu.
Küresel ölçekte, “Komünizmle mücadele”de karşı güç, neo-liberal ekonomik modele dini kılıf olarak pohpohlandıktan sonra devri geçti.
Türkiye’de hala iktidarda olması, bu iflas etmediğinin işareti değil, tam tersine, kırılma noktasında milliyetçiliğe sarılmasının nedeni bu.
Laik kesimler de, artık çökmüş bir ideoloji ve siyasal söyleme, olur olmaz tepkiler ile suni teneffüs yapmaktan vazgeçseler diyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com