Dünyanın hiçbir yerinde kullanma talimatı olmayan herhangi bir cihaz satılmaz, yasaktır.
Bunun sebebi ise alınan üründen maksimum yararın sağlanması ve ekonomik ömrünün uzun olmasının temini içindir.
Güncel yazalım, daha iyi anlaşılması adına.
Bayiden bir araç aldığımız zaman, satış elemanı bize bir sürü detay anlatır ve buna ilave olarak da bir çanta dolusu kullanım kılavuzu tutuşturur elimize.
Eğer biz o aracı, fabrika çıkış ayarlarına göre kullanmaz isek uzun ömürlü olmaz ve sahibine de külfet olur maddi ve manevi olarak.
Araç motorin ile çalışıyor ise ona benzin koyamazsınız, koyarsanız hem motoru bozarsınız hem de gideceğiniz ilk yer, o aracın yetkili servisi olur.
Sözü getireceğim yer yine insandır.
Biz insanlara Allah tarafından emanet edilmiş koskoca bir evren vardır.
Bu evrenin nimetlerinden istifade etme imkânı vermiştir yaradan biz insanlara.
O imkânlardan istifade edebilmek için öncelikle kim olduğumuzu bileceğiz, daha sonra da emanete nasıl davranmamız gerektiğini…
‘Emanet’ derken -daha önceki bir yazımda bahsetmiştim- fiziki bedenimize emanettir ruhumuz ya da ruhumuza emanettir bu fiziki beden.
Ölüm hali ise ruhun bedeni terk etmesidir; tıpkı bir bilgisayar gibi, “Hardware” ve “Software” misali.
Zaman bizi değiştirmesin!..
Makamlar bizi değiştirmesin!..
Varlık-yokluk bizi değiştirmesin!..
Birey olmak zordur, doğar-doğmaz mücadele başlar.
Anne-baba olmak zordur, geleceğimize yön verecek nesillere öğretmenlik yapacağız.
Yönetici (müdür-başkan-bakan) olmak zordur, onların haklarını yemeden evlerine helal rızık götürmelerini sağlamaktır.
Hele ülkeyi yönetmek çok ama çok daha zordur.
Sevdiklerini de yönetecektir, sevmediklerini de.
Adaleti şiar kabul edecektir.
Şahsi hırslarını bir kenara koyacaktır.
Kişisel kıyafetini bir kenara koyup kutsal kıyafetini giyecektir.
Başka bir deyişle her bir canlıya güzel ahlak ile davranacaktır.
Nefsine kurban olmayacaktır.
Makam sahibi olanlar, bu ülke insanına hizmet için vardır.
Yüceltilmesi gereken makam değil halktır, vatandaştır, tabiattır ve o tabiatın içindeki bütün varlıklardır.
Halkını ziyarete gidip de halk ile arasına koruma ordusu çekenin oturduğu masanın adı makam mıdır?
Fabrika ayarlarını muhafaza etmek, günümüzde öncelikle yazılı ve görsel basının etkisi ile mümkündür.
Zinanın teşvik edildiği görsel medyanın yaptığı, fabrika ayarlarımızın bozulmasından başka bir şey değildir.
Zina sadece örneklerden bir tanesidir.
Fabrika ayarlarına karşı yapılan her türlü davranışın adı ‘reyting’ oluyor.
Bu ‘reytingler’ sayesinde, boşanmalar artıyor; bunun adı da “şiddetli geçimsizlik” oluyor.
Bu reytingler sayesinde, çok güzel adliye saraylarımız var dünyaya örnek.
Bu reytingler sayesinde son derece güzel cezaevlerimiz var bizim.
Gelin kutlayalım bu güzelliklerimizi!
Ne demiştim yukarıda “zordur Anne ve baba olmak”.
Her genç kızın ve erkeğin sıcak bir yuva kurma hayalleri vardır.
Bütün düğünler, bu sıcak yuva özlemi ile yapılır.
İlk tartışmalar ise daha düğün günü başlar fani konular yüzünden.
Doğuştan var olan nefsimize kurban oluruz.
Kız ya da erkek evlenince eşinin sahibi olmaya kalkar, “ben” der, dominant bir tavır yapar.
Yazık!..
Bu tür bir davranışın öncelikle kendisine zararı olacağını bilemez; çünkü daha yirmili yaşlarda hükümdar olmuşsun.
Yok, öyle bir dünya.
Ondan sonra ne oluyor?
Aileler arası huzursuzluk, dedikodu.
Asgari müşterekte buluşmak değil, asgari müşterekte ayrışmak başlıyor.
Bu huzursuzlukla başlayan bir ortamda büyüyen yeni nesil geçmişini bilmiyor, akrabalarını tanımıyor, geleneksel örf ve âdetinden yoksun yetişiyor, köyünü kasabasını bilmiyor ve sonra şehrin sokaklarında şuursuz bir gençlik ordusu oluşuyor.
Manevi değerlerinden yoksun olan bu şuursuz gençliği, başka bir söylem ile içi boş olan “hard disk”i başkaları, istedikleri gibi dolduruyorlar.
Görev, ilgili devlet makamlarınındır.
Sahip olduğumuz gücün farkında olmalıyız ve bu gücümüzü koruyacak tedbirleri almakta gecikmeyelim. Yoksa çok geç olur. Bu konudaki filyasyon aileden başlamalıdır, ama her aileden.
Yapmamız gereken sadece fabrika ayarlarımızda kalabilmek, güzel ahlakta kalabilmek.
Allah Resulü (SAV) bir hadislerinde “Ben sadece güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” demiştir.
Güzel ahlak sahibi olmak, günün her anını kontrol altında yaşamak demektir.
Güzel ahlaka sahip olan bir kişi, tabiatı düzgün kullanır, tarım yerine bina yapmaz, yaptırmaz. Atık suyu tabiata başıboş bırakmaz.
Güzel ahlaka sahip olan, suları boşa harcamaz, su havzalarını muhafaza eder.
Güzel ahlaka sahip olan, bütün canlılara ve varlıklara saygılı davranır, yol üzerindeki taşı bile ayağı ile itmez, eliyle alıp kenara koyar. Böyle davranan bir kişi ise kimsenin kalbini kırmaz.
Partiler, ülke yönetimine talip olan organizasyonların adıdır.
Bu tür organizasyonlar kurulmadan önce ve kurulum aşamasında akil insanlar bir araya gelirler, prosedürler hazırlarlar, yönetmelikler hazırlarlar ve parti politikalarını bütün ülke sathına yayarlar.
Bunun sonunda iktidara gelirler ya da muhalefette kalırlar. Ancak kılı kırk yararak bir organizasyonu kurarak bir araya gelen bu akil insanlara ne olurlar da ayrılıp başka bir siyasi parti kurarlar; “Ayrılıp kenarda oturacağım” denilse anlarım da, bunu anlamıyorum. Acaba halkın bilmediği başka bir plan vardı da işlemedi mi, ya da karınlarını doyuracak bir simit paraları da kalmadı mı!
Çok şey bilmem, bildiğim tek şey “Başka Türkiye Yok!”
Demokrasi, “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak öğretildi bize, başkalarının bizi yönetmesi değil.
Geçmişten ders almıyoruz!
Her zaman birilerinin maşası olmaktan haz alır hale mi geliyoruz!..
Türkiye Cumhuriyeti siyasi hayatına damga vurmuş olan rahmetli Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit, 1980 ihtilalinden önce ne tür hatalar yaptılar. Sonuç ne oldu?
Ülke 50 yıl geri gitti…
Bu günlerde ise aynı söylemler dolaşıyor.
Geçmişten hiç ders çıkarma gibi bir özelliğimiz yok.
Bizi bize bırakmayacaklarını unutmayalım!
Birbirimizi kırmayalım.
Fabrika ayarında yaşayalım iktidarı ile muhalefeti ile. Yoksa o pilavı ısıtıp ısıtıp önümüze koyarlar, biz de afiyetle yeriz; kanlı gözyaşlarımız kaşığımıza akarak.
Bizi “sağ-sol” diye ayrıştırmak istiyorlar, bizi mezhebimize göre ayrıştırmak istiyorlar, bizi milliyetimize göre ayrıştırmak istiyorlar, bizi kıyafetimizle ayrıştırmak istiyorlar.
Değer yargılarımız değişti.
Yaratanımızı sadece Cuma günleri camilerde riya pazarında hatırlar olduk.
Oradan çıktıktan sonra, taptığımız tek şey para oldu, kâğıt parçası oldu, maddiyat oldu.
İmamın söylediği fabrika ayarlarımızdan olan yardımlaşma kalmadı, büyüğe saygı-küçüğe sevgi kalmadı. Faizi, ‘kredi’ ile haramı da ‘ayıp’ ile değiştirip fabrika ayarlarımıza ikame yaptık.
Kendimizi kandırmayalım, zaman uyanma zamanıdır.
Mevcut durumları işimize geldiği gibi, nefsimizin istediği gibi şahsi menfaatimizin emrinde yaşamak her iki dünyada da bizleri hüsrana götürür.
Düşünebilmek güzeldir.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com