Espiyonaj gölgesindeki ateşkes: İsrail - HAMAS antlaşması

Serkan Yıldız

7 ay önce

Espiyonaj Gölgesindeki Ateşkes: İsrail & HAMAS Antlaşması

İsrail ile HAMAS arasında 24 Kasım TSİ 07:00'da başlayan 4 günlük geçici ateşkes, HAMAS'ın esir iadeleriyle dün bir gün daha uzatıldı.

Katar'ın öncelik ettiği bu ateşkes, birçok kesim ve topluluk tarafından olumlu bir adım olarak karşılandı. Ancak, ben durumun, genel algılanan 'neşeli ve rahat' havası kadar basit olmadığını düşünüyorum.

Bu tür ateşkeslerin ardındaki temel gerçek, askeri ve istihbarat açısından ciddi riskler ve tehlikelerle dolu olmalarıdır.

Ne yazık ki, güncel popüler ve sosyal kültür, bu gerçekleri görmezden gelmeye ve gündeme taşımamaya eğilimlidir.

Savaş tarihi, tecrübesi ve hatta savaşın doğası, bu tip ateşkes dönemlerinde sorunların daha da derinleşmesine neden olabilir. Çünkü adı üstünde bu ‘kısa süreli bir ateşkes’tir yani bir ‘Barış Antlaşması’ değildir. Bu sebeple bu kısa sürede meydana gelecek imkânlar, adeta bir kuluçka dönemindeymişçesine olgunlaşır ve pişer.

Bu durum, bir sonraki dönemde daha karmaşık sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir.

İmzalanan antlaşmanın bir ateşkes olduğu ne kadar doğrudur, bu da muammadır.

Gerçeklerin ve risklerin farkında olmak, sadece popüler algıya değil, aynı zamanda gerçekliklere de odaklanmamız gerektiğini hatırlamak adına önemlidir.

Ortada bir ateşkes vardır.

Vardır ama peki bu gerçek bir ateşkes midir?

Elbette, hayır!..

İsrail Savunma Güçleri (IDF), 29 Kasım Çarşamba gecesi saat 03:30 sularında işgal altında olan Batı Şeria'nın çeşitli bölgelerine beklenmedik baskınlar düzenledi.

Evet, ateşkes devam ederken yaşanan bu gelişmeler, bölgedeki hassas dengeyi bir kez daha sarstı.

Jenin kentinde yapılan baskınlar, Jenin Hastanesi'ni kuşatarak tıbbi hizmetlere ulaşamayan iki hastanın hayatını kaybetmesine neden oldu.

Yamun kasabasındaki ev kuşatması ise yoğun ateş altına alınarak içeridekileri teslim olmaya zorladı.

Nablus kentinde El-Askar mülteci kampına yapılan ciddi sayılabilecek baskınlar, bölgedeki gerginliği daha da artırdı.

Ramallah kuzeyindeki El Celazun mülteci kampında yapılan tutuklamalar da durumu daha da karmaşık hale getirdi.

IDF'nin zırhlı birliklerinin Ayn el Sultan ve Akabat Jabr mülteci kamplarını hedef aldığına dair sosyal medyada birçok paylaşım dolaşımda.

Bu kamplara inşaat makinaları ile giriş yapıldığı ve askerlerin mevzilendikleri haberleri de birçok ajansın konusu olmuş durumda.

Evet, tüm bunlar ‘kısa süreli ateşkes’ zamanında olan gerçekler…

Gazze kıyısı açıklarından Han Yunus ve Deir el-Balah yakınlarına demirlemiş İsrail Dz. K.lerine ait savaş gemilerinden yapılan topçu ateşlerinin ise bölgedeki gerilimi daha da tırmandırdığı görülüyor.

Tüm bu saldırılar, 24 Kasım'da imzalanan ateşkes antlaşması sonrasında beklenmeyen bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.

Bu ateşkesin amacının ‘esir değişimi’ olduğunu düşünürsek çokta manidar değil bu haberler…

Peki, bu bir ateşkes midir, yorum siz değerli okuyucularımızın…

Böylesine bir ateşkes yürürlükteyken -ki bunun gerçek bir ateşkes olmadığını görmek için uzman ya da asker olmaya hiç gerek yokken- böylesine homojen bir antlaşmanın altında yatan risklere de girmek gerekiyor.

Bu tür ateşkes durumlarında en büyük risk, ‘gerçekçi olmayan barış ortamında kendini güvende sanan’ siviller üzerinde toplanmaktadır.

Kesin olmayan ateşkes durumlarında, askeri birimler veya mevcut paramiliter unsurlar, sivil halk üzerinde bağlayıcı resmi ve yayınlanmış bir kanun olmadığı için hak ihlallerinde bulunabilirler.

İsrail'in bu süreçte gerçekleştirdiği saldırı ve taarruzların temelinde de bu durum yatmaktadır.

Kendilerini ateşkesle güvende hisseden sivil halk, rahatlamış bir psikolojiyle hareket etmeye başlar. Ancak bu durum, silahlı unsurlar için riskli bir durum olarak görülebilir.

İstenmeyen olaylar, sivil halkın güvenlik algısının gerçekçi olup olmamasına bağlı olarak ortaya çıkabilir.

Bu durum, sivillerin, ateşkesin sağladığı geçici bir sükûnet ortamında bile dikkatli olmaları gerektiğini vurgular.

Gerçek bir barış ortamı sağlanana kadar, sivil toplumun ve uluslararası topluluğun dikkatle gözlem yapması ve gelişmeleri takip etmesi önemlidir. Ancak görünen o ki, İsrail & HAMAS arasındaki ateşkeste böyle bir unsur ya da kurul ne yazık ki yoktur.

Bu tip suni ateşkeslerde en büyük riski, her iki tarafın karşılıklı olarak gireceği ‘Espiyonaj’ faaliyetleridir. Yani en büyük tehlike, casusluk operasyonlarından kaynaklanmaktadır.

Kısa süreli ateşkeslerde, tarafların bu ‘sessiz’ dönemde karşılıklı istihbarat toplamaya girişmeleri oldukça yaygındır.

Bu veri toplama sürecinde gerçekleştirilecek bir operasyon, ciddi zararlara yol açabilir. Ancak asıl yekûn hasar operasyonlardan sonra başlayacaktır.

Diğer yandan bu tür operasyonların yapılmadığını düşünmek de nektar bir saflık olur.

Şu anda, İsrail istihbarat servislerinin sadece Gazze'de değil, Batı Şeria, Lübnan’ın bazı bölgeleri ve Barselona'da düzenlenecek ‘Avrupa ve Arap Temsilcileri Konferansı’nda aktif olduklarına inanmak paranoyaklık değil, aksine istihbarata karşı koyma önlemlerinden kaynaklanmalıdır. Ancak, HAMAS'ınKontr-espiyonaj faaliyetlerini gerçekleştirecek kapasiteye sahip olduğunu düşünmek pek olası değildir.

Bu sessiz dönem, karşı tarafın toparlanma sürecini, eksikleri ve fazlalıkları, finansal kaynakları, çözülen ve çözülmeyen krizleri, dış destekleri gözlemlemek için mükemmel bir fırsattır.

İsrail Hükümeti'nin ateşkese kolayca ‘Tamam’ demesinin altında yatan nedenlerden biri de bu olabilir.

Casusluk faaliyetleri, etik kurallara bağlı kalmaz.

Bu tip ateşkes durumlarında, sahada görev yapan unsurların düşman sınırları arkasında ‘provokasyon ve manipülasyon temelli istihbarat operasyonlarına girmesi oldukça muhtemeldir.

Bu operasyonlar, karşı tarafın direncini kırmak, halkın gözündeki değerini düşürmek ve hatta bölünmelere neden olmak için kullanılabilir.

Koordinasyonu engelleme parametresi altında, birçok espiyonaj faaliyetine girişmek de mümkündür.

Bu, lojistik, askeri ikmal, temel yaşam ihtiyaçları, yardım ve bağışlar ve hatta enerji ihtiyaçları gibi birçok alana nüfuz edebilecek saha operasyonlarını ya da sabotajları içerebilir.

HAMAS yönetiminin ‘yardımların ulaşmadığına’ yönelik beyanlarının altında bu olduğunu düşünmek de oldukça mantıklıdır.

Espiyonaj faaliyetlerinde ateşkes zamanlarında faydalanılabilecek bir başka kritik nokta, 'ihlallerin alevlendirilmesi' stratejisidir.

Ateşkes durumlarında, temel kural 'silah bırakma' olduğu için, karşı tarafın sözde taarruzları ile ateşkesin ihlalini ortaya çıkarabilir, uluslararası arenada suçlanabilir ve gerginlik çıkmasına sebep olunabilir.

Hatta karşı taraftan gerçekleşmiş gibi gösterilen ateşkes ihlali gerekçelerine dayanan saldırılar dahi bu stratejiyi mümkün kılar.

Bu tür bir yöntem, sahada çatışma olmasa bile psikolojik bir savaşın temelini oluşturabilir.

Karşı tarafın hassasiyetlerini anlamak, bu stratejinin etkin bir şekilde uygulanmasını sağlar. Ayrıca, bu tür olaylar, uluslararası kamuoyunu etkileyebilir ve karşı tarafı izole etmeye yönelik bir baskı unsuru olarak kullanılabilir.

Bu tür bir espiyonaj faaliyeti, bilgi savaşının önemli bir parçasını oluşturur.

İhlal iddialarıyla tetiklenen olaylar, tarafların birbirlerine yönelik algılarını şekillendirebilir ve uluslararası toplumun olaya yaklaşımını etkileyebilir.

Sonuç olarak, ‘ihlallerin alevlendirilmesi stratejisi’ ateşkes dönemlerinde gerilimi artıran ve hatta çatışmanın yeniden alevlenmesine zemin hazırlayan, sinsi bir silahtır.

Her ne kadar ‘esir değişim’ temelli bir ateşkes imza edilmiş olsa bile bu geçen sürenin, bu kısa süreli sessizlik sonrası çok daha büyük kaotik ve savaş sorunlarına sebep olacağını düşünüyorum.

Bu süre içerisinde gerçekleşmiş espiyonaj faaliyet ve diğer istihbarat operasyonlarının, bu antlaşma sonrası devam edecek savaş haline çok büyük tesirleri olacaktır.

Her ne kadar antlaşma,esir değişim’ temalı olsa bile yürürlüğe girdikten sonra birçok operasyonun yapıldığını ve hatta sonuçlandığını düşünmemek elde değildir.

En nihayetinde bu ateşkes, savaşın bundan sonraki seyrini yoğunlaştıracak, geliştirecek ve çok daha kanlı bir bölüme geçmesine sebep olacak ‘sessiz bir kıyam sözleşmesi’nden başka bir şey değildir.

.

Serkan Yıldız, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI