ESKİ DEFTERLER ESKİMESİN
75 yaşımı bitirmek üzereyim; bundan sonra 50/60 yıl anca yaşarım. Rabbime şükürler olsun dopdolu bir yaşam sürdüm.
Hemen hemen her aklımdan geçeni bahşetti yaradan bana.
İnsan geçici de olsa bu dünyada bir iz bırakmak istiyor.
Aktörlük dediğin nedir ki; kendini anlatma isteği, anlatılacak bir değerin olmasa bile…
Örnek olma büyüklenmesi bana çok uzaktır.
Yine de küçüklü-büyüklü hatta ortanca bazı ipuçları verebilirim.
Tiyatro yaşamımdır.
Ve bu sona yaklaştı gibi yani tiyatrom.
15 yılı ‘Karşı Mahalle’de 40 yılı da ‘Bizim Mahalle’de geçti. Bizim(mi)?kilerin Mahallesi’nde geçti.
Hani “deldi de geçti” de dense abartı sayılmasın.Aralarından ayrıldığım arkadaşlarım arkadaşımdır; yine bir zamanlar Sol’da yaşadıklarımı ortaya döküp saçacak da değilim.
Sokakta bana kötü kötü bakıp, yüz çevirenler boşuna çekiniyorlar benden.
Ve “dönek” diye bakıyorlarsa evet ben bir “Dönek”im elhamdülillah.Hayy’dan gelip Hu’ya giden bir ‘Dönek’, Rabbimizin bir isminden diğerine sığınan bir dönek.
Bu tabir Cem Karaca’nın “Hakiki Dünya”ya geçişi ardından yazdığım yazının başlığıdır ve kendi yazımdan yaptığım alıntıya intihal denemez bu açık.
Cem Karaca’dan başlayalım…
TAM PORSİYON AYDIN “CEM KARACA”
Gençliğimizin yıldızlarındandı ve hayatta en sevdiklerimden Şükran Sururi ile oyuncu Mehmet Karaca’nın oğluydu.
Cem, büyük dayım Muammer Karaca’nın değil ancak ‘Şuşu’ Muammer Karaca’nın Tuna Tunca adlı kızlarının ve Sinan adlı Galatasaray mezunu Fenerbahçeli Sinan’ın anneleriydi ve “Sururiler Tiyatrosu” diye anılabilecek İstanbul Tiyatrosu’nun müdürüydü.
Hayır yanlış değil “müdire” uydurma bir sözcüktü.
Ben babaanemle dedemle, bir bankanın kadim binasının en üst katında lojman olmalı, bir dairede oturuyorduk ve Karaca Tiyatro, tam kaşımızda, İstanbul Tiyatrosu da 50 metre aşağıda Elhamra Pasajı’ndaydı.
Ve ben Şuşu’dan torpilli, oyun olsun olmasın İstanbul Tiyatrosu’ndaydım tabii.
O gün müdüriyetteyim, gündüz tiyatro salonundan orkestra sesleri geliyor.
Hemen yan merdivenlerden atnalı biçimindeki balkona çıktım, gizlice izlemeye başladım.
Prova yapıyorlardı…
Bilmezsiniz orkestra provası uzun meşakkatli bir iştir.
Bir soluklandıklarında Cem;
- Kardaş, Güneydoğu'dan bağlamacı, yağız bir delikanlı alacaksın. Yüzünde şark çıbanı, saçlar uzun, belinde… Muazzam olur yani.
Yıllar sonra Cem Karaca, niye yurtdışına çıktığını şöyle anlatıyor;
“Spor Sergi’de politik bir gece. (şimdiki adı Lütfü Kırdar) Bizden önce bir saz şairi çıktı; Aşık Perişani. Herif hakikaten perişan… Dökülüyor.
Bir Meydan Sazı elinde, tellere bir vurdu, tırammm ve haykırdı; KAHROLSUN EMPERYALİZİM!
Bir daha dokundu tellere, sıkılı sol yumruk havada; YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!..
Ulan bi gezinsene tellerde; yook!
Ben de 1972’de Almanya Münih’e gittim. Lisanımı perfekt yapıp, üniversiteye de girdim.
Annemden para geliyor, 10 sene orada keyfedebilirdim ancak utandım. Annemin parasına yazık, bir orada kalırsam eylemsiz iç kavgalardan bitap solculardan olurum diye de korktum. Döndüm.”
Rabbim düşmanımı bile yadellerde mülteci komasın.
Cem Karaca, yıllar sonra Özal sayesinde yurda döndü, has bir mü’min olarak.
Parazit yapanlara da özgün has müziğiyle cevap verdi; “Raptiye Rap Rap”, “Ceviz Ağacı” veeee “Yarım Porsiyon Aydınlık” ve diğer eserleriyle…Cenazedeydim; alkış istemediği, tekbirlerle gömülmeyi dilediği için kopartılan vaveylanın emaresi yoktu.
İki-üç alkış denemesi susturuldu.
Herkes oradaydı; Fedon da!.. Bıçkın bir şarkıcının menacerinin, ürününü ön sıralara itme çabasını da benden başka gören olmadı.
Cem defnedildi…
Ahali, mezardan uzaklaştırıldı.
Caferi imamları, başucuna geldiler Anne Toto Karaca Ermeni, Baba Mehmet Karaca da Azeri’ydi.
Ülkemizden bir Cem Karaca geçti ama gitmedi.
“Yaar Yaaar” seslenişiyle gönlümüzde kardeşimiz.
.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com