Ergun Göze Ağabeyimle beni kıymetli büyüğüm çok sevdiğim komutanım Emekli Kurmay Albay Tamer Kumkale tanıştırmıştı.
Telefon açtı randevu aldı, Sultanahmet’deki “Boğaziçi Yayınevi”ne ziyaretine gittim.
Önünde bir kitap vardı, bana gösterdi, “bu kitabı gördün mü, okudun mu” dedi.
Baktım kitabın üstünde “Çanakkale’de Komutanlar Savaşı” yazıyor.
Elime aldım baktım; “Hayır, okumadım” dedim.
“Bunu sana veriyorum oku!..” dedi.
Kitabı imzaladı, hediye etti.
Ayağa kalktı kendi yazdığı kitaplardan bazılarını raflardan indirdi, imzaladı bana uzattı.
Bu ziyaretten sonra Ergun Abi’yi sık sık ziyaret ettim, bu dostluğumuz rahmetli olana kadar sürdü.
Kitabı okudum ama Ergun Abi, kitabı okuyup okumadığımı bana sormadı.
Bir ziyaretimde Türk ve İslam dünyasından kopuşumuzu misallerle anlattı.
Dedi ki; şu Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno’yu duydun mu? “Evet, çok duydum” dedim.
-Bizim gazeteler, dilini eşek arısı sokasıca aydınlarımız bu zatın adını soyadını nasıl söylüyorlar ve yazıyorlar biliyor musun? “Achmad Sukarno” ya da Hollandaca yazımı “Soekarno” şeklinde…
Bu adamın memleketindeki adı ne biliyor musun? “Ahmet Şükrani”…
Bir tarihte Uganda’da bir devlet başkanı vardı adı; İdi Amin…
Bu zatın ne yamyamlığı kaldı, ne ilkelliği…
Türkiye medyası ‘İdi Amin gel… İdi Amin git…’ Türk kamuoyunu senelerce zehirledi.
Adamı en sonunda iktidardan düşürdüler.
Meğerse adamın adı Adil Emin (*) ve kendisi de Müslüman’mış, ülkede Müslüman kimliğini koruduğu ve savunduğu için bu iftiralara maruz kalmış.
Neden adamların adını batılı dillerdeki kötü telaffuza göre söylüyoruz?
Batı dillerinde ‘Ğ, Ş, Ç, Ü, Ö,I’ seslerini ifade eden harfler yoksa bana ne, ben kendi dilime kendi mantığıma göre konuşurum” dedi.
Hakikaten “Türkçüler Bayramı”nı kutladığımız bu günlerde şu korona virüsü, salgını, hastalığı, korunma metotlarını ihtiva eden kelimeleri bir sürü ne manaya geldiğini bilmediğimiz kelimelerle ifade ediyoruz.
Bunları örneklerle anlatacağız.
Bulaş, bulaşı = bulaşma
Pnömoni = zatüre
Entübe edilen hasta = solunum cihazına bağlanan hasta
Droplet = damlacık
Pandemi = salgın
İmmün = bağışıklık
Bu ve buna benzer kelimeler, çoğu yazı ve sosyal medya organlarında bilgisizce manası bilinmeden kullanılmaktadır.
“Zatüre” dediğinizde halk bunun ciğerleri üşütme hastalığı olduğunu bilir.
“Kronik hasta” yerine “kalıcı hastalık” veya “iyileşmeyen rahatsızlık” derseniz herkes sizi anlar.
Şu durumda en az kelime ile kötü telaffuz ile el kol hareketi ile Türkçe konuşmaya ve meramımızı anlatmaya çalışıyoruz.
Bakınız ‘meram’ kelimesini kullandım.
İnanın bu kelimenin manasını etrafınızdaki gençlere sorun en az yüzde ellisi bilemeyecektir.
Mesela “açık” kelimesini; “görünen, küşade, boş, ayan, münhal, engelsiz, çıplak, aralıklı, aşikâr, sarih, vâzıh, fasih, berrak, aleni, müstehcen, saf, bedihî, arı, sade, saf, uzakta, ırakta, zahir, belirli” gibi kelimelerin yerine tek bir kelime ile ifade etmeye kalkarsanız içi boş, yavan, anlam gücünü, ifade gücünü yitirmiş ucube cümleler kurarsınız.
Dilimizi doğru kullanmak, ifade gücünü en zengin biçimde kullanmak, dinimizi ve dini esasları bilmek milli duruşun vazgeçilmez temel umdesidir.
Milli duruşun diğer bir cephesi ise Türk ve İslam Dünyasındaki isim ve sıfatları doğru telaffuz etmek, fonetiğini Türkçe ile anlatmaktır.
Mesela Hüseyinof, Hüseyinov, Hasanova, Nermanof, Musayeva gibi Slav takı ekleri yerine “oğlu, kızı, bey, ağa, hanım” gibi takı eklerini ismin sonuna katarak kullanmaktır.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın adı “İlham Aliyev" değil, “İlham Alioğlu” şeklinde kullanılmalıdır.
Bu sorun, batılı dillerden yapılan isim tercümelerinde daha kötü şekilde kullanılmaktadır.
Mesela Fransa’da yaşayan ve adı Yusuf olan bir Faslı’nın ismi Türkçe’ye “Youssof” olarak, Kerime, “Karima”… Hüseyin, “Housein”… Kerem, “Kareem”… Tayfun, “Typhoon”… Cezmi Koçarslanlı, “Jerzy Kosinski”… Şevki, “Schewky”… Gökhan, “Skykhan”… Vildan, “Wheeldone”… Yezdan, “Yesdone”… Arzu, “Rzoo”… Yasemin, “Jasmine”… Kâmuran, “Cameron” olarak tercüme ve telaffuz edilmektedir.
Bizim medya organlarımız da adı Kâmuran olan bir ismi “cameron” veya “Kamerun” olarak okuyabilmektedir.
Milli şuur, milli duruş yokluğu had safhaya çıkmıştır.
Dil devriminin böyle kötü manaya dönmesine imkân verilmemelidir.
Sn. Ekrem Erdem Bey’in “Bizimki Türkçe Sevdası” adlı kitabı, başvuru eseri olarak değerlendirilmelidir.
Gene onun öncülüğünde kurulan Türkiye Dil Ve Edebiyat Derneği’nin sloganı 'Dilimiz kimliğimizdir' sözü, sıradan bir söz ve cümle değildir.
Bu derneğin internet ortamındaki ifade hataları, “F klavye” daktilo kullanılması yönünde yayınladığı makaleler çok büyük önem taşıyor.
Türk Dil Kurumu, milli kimliğimize sahip çıkacak şekilde yeniden yapılandırılmalı, “Agopyan hastalığı”ndan kurtarılmalıdır.
300 kelime ile konuşan kabile kültürüne mensup insanlar yetiştiren, tarzanca konuşma ile asrın muazzam hafıza genişlemesi karşısında kelime, kavram ve ifade bulmakta aciz kalan bir yapıdan uzaklaşmalıdır.
İlkokuldan itibaren yeni nesillere Osmanlı harfleri öğretilmeli 1.400 yıllık kültür ve tarih mirasımıza sahip çıkmalıyız.
Bütün nesiller, eski ve yeni yazımızı kullanmayı bilmelidir.
Milli ruhun, milli bilincin dirilişi, Türklük düşüncesinin yükselişi, Türkçe’nin önemsenmesi ve bağımsızlık anlayışının güçlenmesi ile mümkündür.
3 Mayıs Türkçüler Bayramı’nda, Türk dili meselesinin en büyük Türkçülük ve milli duruş meselesi olduğunu hatırlatmak isterim.
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
(*) İdi Amin ile ilgili olarak Prof. Hüsnü Koyunoğlu Hocamız, bir yanlışı düzeltmemizi istedi.
Aynen şöyle: İdi Amin, Adil değil, Îyd (عيد = Bayram) Emin dir. Yani “İdi Amin”, “Bayram Emin" manasına geliyor.
Ergün Abi bana bunun doğrusunu söylemiştir. Ancak aradan çok zaman geçtiği için ben unutmuşum. Hatırladığım gibi yazdım. Düzeltir özür dilerim. Hüsnü Hocama hatayı düzelttiği için teşekkür ederim.
Ergun, Göze, ve, Milli, Şuur,Suat, Gün, @SuatGUN1, yazdı,..., #ErgunGöze, #MilliŞuur,