Bugün sizlere cehaletin hangi ortam ve boyutlarda hayatımıza girdiği ve sonuçlarının nelere mâl olacağından bahsetmek istiyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, “Spor İstanbul”da engelli bireylere yönelik görevimizi yerine getirirken, şahit olduğumuz sadece iki olayı sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Çocuk seanslarında, soyunma odasında amputeli (kolu-bacağı, bir uzvu olmayan) çocuğu gören bir veli, çocuğuna hastalık bulaşır kaygısıyla, soluğu tesis işletme amirinin odasında alıyor ve “Bu tür (engelli) çocukların, benim çocuğumla aynı seansa devam etmesini kabul etmiyorum” şeklinde, sözde şikâyetini dile getiriyor.
Tesis amiri arkadaşımız ise, hayatında belki de ilk kez özel gereksinimli (amputeli) bir bireyle karşılaşan o üyeye, gördüğü manzarayı normal karşılaması gerektiği, o tür bireylerin diğer akranlarından farkının bir tek, bir uzvunun eksik olmasından ibaret olduğunu belirtiyor.
Şikâyette bulunan kişi, bu durumu sonradan nasıl değerlendirdi, tabii bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek bir şey vardı, o da özel gereksinimli, halk diliyle “engelli” bireylerin diğer bireylerden bir farkı olmadığı gibi, kendilerine gerekli ilgi ve imkân sağlandığı takdirde, sportif faaliyetler dahil, hayatın her aşamasında elde ettikleri başarılarla toplumda önemli bir yere sahip olduklarını görmekteyiz…
Spor yapan özel gereksinimli (engelli) bireylere bakış açısının, varsa olumsuz bu bakış açısının nasıl değişebileceğinin bir başka örneğini, yine Spor İstanbul’daki görevimizi yerini getirdiğimiz dönemlerden vermek istiyoruz.
Engelli yüzme seanslarıyla ilgili, çocuğunu spora getiren velilerle zaman zaman bir araya gelip, çalışmalarımız hakkında onları bilgilendiriyorduk.
Kendilerine sunulan hizmetle ilgili bir beklentileri olup-olmadığı yönünde onları dinliyor, çözüm önerileri getiriyorduk.
Çocukların yüzme eğitimi aldığı bir ortamda, velileri tribünde toplayıp, karşılıklı düşünce paylaşımı esnasında bir hanımefendi ani şekilde; “Beyefendi siz bir şeyleri anlatmaya çalışıyorsunuz da, havuzda ki şu çocuk (çocuğu işaret ederek) zor anlar yaşıyor” şeklinde ani bir çıkışta bulundu.
Tribündeki velilere yüzüm dönük olduğu için, havuzdaki çocukları göremiyordum.
Kafamı çevirip, havuza baktığımda, her şey normal görünüyordu.
Fakat merakımı gidermek için, hangi çocuğun tehlike oluşturduğunu, şikâyette bulunan hanımefendiye sorduğumda, “mavi boneli çocuk” olduğunu söyledi.
O kastettiği çocuğa baktığımda, yüzerken sadece başını ve bir kolunu kullanabiliyordu.
Çocuğun velisine, çocuğu için tehlike oluşturacak bir durum söz konusu olup olmadığını sorduğumuzda, çocuğunu altı yıldır yüzmeye getirdiğini ve serebral palsi rahatsızlığı olduğu için öyle yüzmek zorunda olduğunu söyledi.
Şikâyette bulunan hanımefendiye, “sizin çocuğunuz bu seansta mı”, şeklinde soru yönettiğimde ise çocuğunu bir sonraki normal seansa getirdiğini, havuza erken geldiği için engelli seansını merak edip, merakını gidermek için izleyici olarak tribünde bulunduğunu söyledi.
Heyecana kapılıp, yaptığı bu çıkış/itirazdan dolayı, özür diledi.
Tabii bilmemekten daha çok, insanın eksikliğini görmesi/anlaması önemliydi.
Ayrıcalıklı, dahası engelliliğin ne olduğu ve herkesin bir engelli birey adayı olduğu bilgisini teorik ve yaşanmış örnekleriyle aktarma, kamuoyuyla paylaşma görevinin, içerisinde yer alan herkes gibi bizlerin de önemli vazifesi olduğu, böylelikle yaptığımız işin önemini bir kez daha anlamış olduk.
Anlatmak kadar, uygulamalarıyla toplumun içerisinde yer almak da gerekiyor.
Buna yine bir örnek, 2019 yılına kadar görev aldığımız, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tesislerinde 3 binin üzerinde her engel türünden vatandaşımız, yüzde 80-85’i yüzme olmak üzere dokuz farklı branşta spor hizmetlerinden yararlanıyordu.
Engelli seanslarından birinci etap eğitimi tamamlayan üye, bir sonraki süreçte normal seansta kendisine ayrılan yüzde 10 kontenjandan faydalanarak bu hizmetten yararlanıyordu.
Böylece, engelli veya engelsiz ayrımı yapmaksızın, aynı ortamda ve eşit şartlarda spor yapma imkânına sahip oluyorlardı.
Engelli bireylerle ilgili bilgi sahibi olunmakla kalmayıp, onlara yönelik olası ön yargılar da bu sayede ortadan kalkmış oluyordu…
Tüm bunları, insanları sınıflara ayırmanın başlı başına bilgisizlik, cehalet, olası önyargının bir hastalık, dahası insanlık suçu olduğunu örnekleriyle anlatmak istedik.
Ayrıcalıklı (engelli) bireyler için sporun önemine vurgu yaparken, pandemi sürecinden o sporcuların da önemli şekilde etkilendiğini belirtmek gerekir.
Sporcuların liglerinin ara verilmesine tamam da, “Engeliler hastalıklı”, “Engelli daha çabuk hastalanır” şeklindeki yaklaşımlar kulağımıza geliyor ki insanın ‘pes’ demekten, bu duruma karşı; “cehalet felaketi tetikler” düşüncesine hak vererek, “Felaket tellallığı yapanlar iş başında” demekten kendimizi alamıyoruz.
Bu tür düşünceleri kim ortaya atmış, kim söylemiş ise şiddetle kınıyoruz.
Ona en etkili cevap, spor yaparak hayatı değişen bireyleri, sporu müsabakalara taşıyarak elde edilen dereceleri gösterebiliriz. Sporcular sahada rakiplerini yenme gayreti gösterirken, bizlerin de spor aracılığıyla ‘cehaleti’, ‘art niyetlileri’ yenme adına kutlu bir yolculukta olduğumuzu, bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Ne diyelim; Niyet hayr, akıbet hayr olsun inşallah. Gayret bizden, tevfik ve hidayet Allah’tan inşallah…
.
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com