"Müslümanım; Müslümanlık çapında hiçbir kıymet ve haysiyet ölçüsü tanımıyorum..." diyor, Üstad Necip Fazıl.
Ve devam ediyor Üstad; "Yoldan çıkıp şarampole yuvarlanan bir araba gibi, nihilizmin kavşağında acı gerçekle yüzleşir insan ama iş, işten geçmiştir o ân: Çırpıldık, ölmemek için, ölüme...’"
İnsanın bir organın eksik veya fazla olması ne suç, ne günahtır.
Allah'ın (cc) insanoğluna bahşettiği bu duruma, hamd ve şükür etmek, inancımızın gereği.
Diğer durumda (Allah (cc) muhafaza) nefsimiz ve şeytanın esiri olmaya davetiye çıkarırız ki, sonucu düşünmek dahi istemiyor insan.
Ne buyuruyor Resûlullah (sav): “Batan bir diken bile olsa Müslümanın başına, her musibeti, Allah onun günahlarına kefaret kılar...”
ENGELLİ KARDEŞLERİMİZİN HAYALLERİ, İSTEKLERİ...
Çalışma ortamımız gereği engelli kardeşlerimizle bir arada bulunuyor, mekân olarak uzak olsak da, gönül bağımız bir olan bu dostlarımızla, sözlü bağlantı kurmaya çalışıyoruz.
Telefonun ötesinde gözleri görmeyen kardeşimiz, bizden judo yapmak istediğini, bir başka arkadaşımız koşmak istediğini belirtiyor.
Her isteğin özünde, sporun bahanesiyle hayatın içerisinde yer almak ve Allah'ın (cc) bize emanet ettiği sağlığı koruma gayret ve çabası var.
Bundan daha güzel hayal/istek/çaba olabilir mi!.
Böyle bir durumda bizim yapmamız gereken, o kardeşlerimiz/dostlarımız/vatandaşlarımızın yapabilecekleri spor branşları için ortamlar hazırlamak/oluşturmak...
Sporun içerisinde olan ve yılarca görüştüğümüz arkadaşlara bu isteklerini dillendirdiğimizde bize geri dönüş ya “Hocam aman ha! Engellerden bana bahsetme...” türünde (bizim gözümüzde bu yaklaşım acizlik) ya da “Tabii ki hocam yeter ki, bizle bağlantı sağlasın..." şeklinde yakın ilgi.
İki farklı yaklaşım bize gösteriyor ki, engellilerle "uğraşmak" tamamen gönül işi.
Bu uğraşının içinde yer alanlar, "ne kadar meşakkat, bir o kadar mükâfat"ın söz konusu olacağını bilmesi gerekmektedir...
ÇOK UZAĞA GİTMEYE GEREK YOK!..
"Engellilere pozitif ayrıcalık..." ifadesinin karşılığı kişiye göre değişkenlik gösterebileceği için, herkesin anlayacağı dilin karşılığında ortak fikir yürütmenin daha doğru olacağını bilmemiz gerekiyor.
Tıpkı sık sık bu satırlara yansıttığımız "Engelli asansörü değil engellilere uygun asansör"... Engelliler Parkı değil, engellilere uygun park... Engelli toplu taşıma aracı değil, engellilere uyumlu toplu taşıma aracı..." ifadeleri gibi...
Şimdi soruyorum; "Engelli hangi sporu yapabilir?"
"Bu sorular eskide kaldı", şeklinde bir cevabı bir serzenişi duyar gibiyim.
Doğru bir cevap/yaklaşım....
‘Neden?’ diye sorulduğunda çok uzağa gitmeye gerek yok.
Görme, İşitme, zihinsel ve bedensel engeli bulunan sporcularımızın ulusal ve uluslararası şampiyonalarda başarılarıyla kürsüde yer almalerı sürpriz değil.
Kendi insanımıza ‘fırsat’ verildi mi, başarı da kaçınılmaz oluyor.
Geriye ne kalıyor, bu süreci istikrarlı hale getirebilmek.
Onun içinse, sonuca gitmek için ‘topa’ girmek gerekliliği...
Bir hususta zaferler kazanılmak isteniliyorsa, seyirci olmak kadar sahaya inmek, dahası katılımcı olmak gerekmektedir.
Bu tanıma en iyi örnek, ülkemizin huzur ve güvenliği için Mehmetçiğin sınır ötesi operasyonunu gösterebiliriz.
Bir engelli vatandaşın da önce sağlığına kavuşması, sonrasında ise kendisine hedef belirlemesi için sporu araç olarak kullanması da buna en güzel/canlı örnek olur...
İnanmak ve harekete geçmek, yol almak ve başarmaktır.
Her başarının alkışlanması kadar, devam etmesi için desteklenmesi de gerekiyor.
Bugüne kadar engelli spor branşlarında yükü üstlenen Engelli Federasyonlar, bu yükün mükâfata, çabanın madalyaya dönüşmesi için desteğe ihtiyacı vardı.
İşte o destek için ilk adımı Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) attı ve Milli Takım adı altında işitme, görme ve bedensel engelli sporcularımız Uluslararası başarı sağladı, onları bugün Tekvando ve Karate Federasyonları izledi.
Tüm bu anlattıklarımız bize "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" sözünü hatırlattı.
Akla hemen "Bu Federasyonlar neler yaptı?" sorusu gelebilir.
Bu husustaki görüşlerimizi de bir sonraki yazıda paylaşalım inşallah...
:
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com