?>

Engelleri sporla aşan Beden Eğitimi öğretmeni Ramazan Sincar ile…

Ahmet Gülümseyen

4 yıl önce

Ramazan Sincar... Diyarbakır Dicle Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü mezunu. Öğretmenliğinin üçüncü yılında, geçirdiği trafik kazası sonrasında omurilik felci oldu. 

Meslekte, 12. yılını geride bıraktı. 

Ramazan hocamız, tekerlekli sandalyeyle de Beden Eğitimi Öğretmenliği yapılabileceğini göstermesinin yanı sıra, omurilik felci olduktan sonra yaşadığı zorlu süreci nasıl geride bıraktığını ve gelecekle ilgili hedeflerinin neler olduğunu, hoş bir spor sohbetinde bizlerle paylaştı;

SPORLA DOĞDUM, SPORLA BÜYÜDÜM...

“Meslekte 3. Yılımı icra ederken trafik kazası geçirdim. Bu kaza neticesinde omurilik felci oldum. 2 yıl hastanelerde tedavi sürecim oldu. Trafik kazası yapmadan önce aktif bir yaşantım vardı. 

Beden Eğitimi öğretmenliğimin yanı sıra amatör spor kulüplerinde futbol oynadım. Üniversiteyi hentbol branşından kazandım. Sporla doğdum, sporla büyüdüm diyebilirim…”

BİRÇOK ÖĞRETMEN YETİŞTİRDİM

“Ben ticaret meslek lisesi mezunuyum. Ticaret meslek liselerle, İmam hatiplerle birlikte katsayı problemi vardı. Lisede ve meslek lisesinde okul birincisiydim. 

Buna rağmen, katsayı probleminden dolayı kazanamıyordum. Futbol oynadığımı bilen arkadaşlarım vardı ‘Neden spor Akadamisine girmiyorsun?’ diye söylüyordular. 

Orayı tercih ettim ve bölümümü üçüncülükle kazandım ve okula yerleştim. Öğretmenlikte hedefim, her zaman öğrencilerime örnek olmak istedim. 

Onların hayatına değmek istedim. Bu amaçla bir spor akademisi kurdum. Bu spor akademisi kursu işini yaparken, birçok öğretmen yetiştirdim. Şu an birçok öğrencim Beden Eğitimi öğretmeni…”

HAYAT HİKÂYEM, TRAFİK KAZASIYLA BAŞLADI

“Ben öğrencilerimi Samsun’a Spor Akademisi sınava göndermiştim. Ben de kendi özel arabamla Samsun’a gidiyordum. 

Uykumuz gelmişti. Yolda kaza yapmaktansa dinlenmeyi tercih ettik. Yolda cepler oluyor, dinlenme alanı. Ve aracımızı yol kenarına, park alanına çekmiştik. O arada, arkadan bir arabanın çarpması sonucu omurilik felci oldum…

Başka bir araç şöförünün seyir halinde uyuması sonucu, arkadan arabama çarpmasıyla omuriliğim kırdı ve omurilik feci oldum. 

Hayat hikâyem o andan itibaren başladı, açıkçası…”

SANDALYEYE OTURMA HAYALİ KURDUM

“Ben kazayı, hiçbir şekilde hatırlamıyorum. Yoldan geçen vatandaşların ambulansı çağırmasıyla beraber önce Çankırı Devlet Hastanesine kaldırıldık. Tabii imkânların yetersizliğinden Ankara’ya kaldırıldık. 

Orada ameliyat oldum. Ameliyata giren doktor çok başarılıydı. Onun sayesinde birçok şeyi kavramış oldum. 

Ameliyattan sonra 8-9 ay yatak sürecim oldu,  sandalyeye oturamadım. Biz omurilik felçlilerde yatak yarası açılıyor. 

O yara açıldı bizde de. Hasta yatağındayken, sandalyeye oturma hayali kurdum. 

Sonrasında sandalyeme kavuştum ve aktif yaşantıma devam ettim. Bu tedavi sürecimden sonra göreve başlamak istedim. Sağ olsunlar, görevime başlayabildim.”

BENDE UMUT IŞIĞI OLAN SÖZLER...

“Hayatımda daha önce tekerlekli sandalyeli biriyle karşılaşmamıştım. Tekerlekli sandalyeyle hayatına devam edeceksin demediler aslında, bir daha yürüyemeyeceksin dediler.

Ben orada, tekerlekli sandalye hayali bile kuramadım. Bir daha yürüyemeyeceksin demek, benim gözümde yatalak kalmam demekti. 

Bu yataktan nasıl kurtulabilirim hayalini kurdum. Hastanede yatarken, yine tekerlekli sandalye kullanan bir arkadaşın beni ziyaret etmesiyle ‘Kalkacaksın, sandalyeye oturacaksın, görevine devam edeceksin, birçok insanın hayatını değiştireceksin’ demesi bende büyük bir umut ışığı oldu. 

Zaten inançlı olmam sebebiyle Allah’ın bana vermiş olduğu bu imtihanı nasıl değerlendirebilirim, insanların hayatına nasıl değebilirim ve bunun ilk adımı olarak görevime devam etmeliyim kararıydı. 

Görevime devam ettim. Birçok kişinin hayatına değdiğimi de düşünüyorum...”   

İNANCIM BENİ HAYATA BAĞLADI...

“İrade ve inancım olmasaydı, hayata tutunamayabilirdim. Kafamda şu soru işareti vardı açıkçası. 

Ben inançlıyım. Bunun bana Allah’tan geldiğini bildiğim için, bu düşünce dayanma gücü oldu bende, ahiret inancı var çünkü. 

İnancı olmayan insanların da neye dayandığını merak ediyorum. Çok zor olsa gerek, zor bir durum. 

Çünkü 25 yaşına kadar ayaktasın ve her şeyi kendin idare edebiliyorsun ve 25 yaşından sonra hiçbir şey senin elinde değil artık.

Hep başkalarına bağlısın. Bir bardak suyu bile başkalarından isteyeceksin. 

Veya herhangi bir şeyi giymek içinde başkalarından yardım isteyeceksin.  Çok zor bir durum olsa gerek. Bunun üstesinden geldiğim içinde rabbime şükürler olsun…”

ENGELLİLİĞİN NE OLDUĞUNU BİLMİYORDUM...

“Hayatımda hiçbir engelliyle karşılaşmadım neredeyse. Bu da Allah’ın bir hikmeti olsa gerek. 

Hatta şunu çok ayıptır söylemesi ama, bir tekerlekli sandalyeyi iten birini gördüğümde diyordum ki ‘Tekerleği nasıl itiyor, elleri kirlenmiyor mu?’  Tekerleğin yanında bir çember olduğunu dahi bilmiyordum, maalesef. 

Bunu bilmemek garip değildi, herhalde. 

Daha sonra benim böyle bir şeyle karşılaşmam ve benim tekerlekli sandalye kullanıcısı olmam, bambaşka bir duygu. 

Engellilerin hayatını bilmemek de bana büyük bir ders oldu galiba. Şimdi onlarla iç içeyim. 

Hayat vizyon ve misyonum bambaşka oldu. Ben artık onların bir temsilcisiyim. Her engelli adayı gibi, bende bir engelliyim. Elimizden ne gelirse yapmaya çalışacağız…”

ÖLECEĞİMİ BİLİYORDUM AMA…

“Benim aklımdan ve hayalimden geçemeyen bir süreç başıma geldi. Her zaman ölebileceğimi düşündüm ama, bir gün tekerlekli sandalyeye mahkûm olacağımı düşünmedim. 

Hatta bir mahkûmiyet değil. Hayatımın yüzde doksan beşini kendi irademle sürdürebiliyorum. 

Yüzde beşlik bir bağlılığımız var, merdiven çıkamıyoruz. Çok büyük bir rampa olduğunda yardım istiyoruz. Onun dışında tüm ihtiyaçlarımı gideriyorum çok şükür. 

Bu da benim için bir bağımsızlık, özgürlük olduğunu düşünüyorum. Tekerlekli sandalye benim ayaklarım oldu. Her yere gidebilmemi sağlayan bir araç…”

MASA TESİSİ EN İDEALİYDİ...

“Kaza yaptıktan sonra  hangi spor branşı yapabilirim diye çok araştırdım. Benim seviyem tekerlekli sandalyeden çok yukardaydı.

Hangi spor branşını yaparsam yapayım, benim için dezavantaj olacaktı.  

Belini kullananla, kullanamayan aynı kategoride yarışacaktı. Bu benim için büyük dezavantajdı. 

Masa tenisi bir hocam vardı, onu aradım. Onla iletişim kurmak istedim.  O çalıştığı yerin engelli branşı olmadığı için, pek uygun değildi. 

Sonra ben okula göreve başladım. Göreve başladığımda masa tenisini bilen bir öğrencimle tanıştım. 

Kantinde oynadıklarını gördüm, ben de oynayabilirim, dedim.  Daha önce, hiç oynamamıştım açıkçası. Evet, beden eğitimi öğretmeniyim ama, her branşta da uzman olmak zorunda değildim.

Her branşı iyi bilmiyorsun tabii. O öğrencimle karşılaştığımda raketi elime aldım, ben de yapabilirim dedim.

Öyle başladık. Başladıktan sonra biraz ilerledik ama bunun iyi bir eğitimle devam etmesini düşündük. 

Yine bu camiada söz sahibi olan, Süper Lig oyuncularıyla çalışma imkânım oldu. Onlarla iletişim kurup, neler yapabilirim dedim ve bana yol gösterdiler…” 

“YAPAMAM” DUYGUSUNA HİÇ KAPILMADIM...

“Sandalyeye oturdum ve masatenisi raketini elime aldım ama, çok kendimle özdeşleştiremedim açıkçası. Hemen beceremedim.

Sporcu kimliğim ve kişiliğim şunu gerektiriyordu. Hangi spor branşını kim yaparsa yapsın, bunun iyi bir antrenman programı olmalı. 

Eğer, iyi bir antrenman programıyla kişi azim ve sebatla devam ederse başarabilirsin, inancı olduğu için hiçbir zaman bırakmak veya yılmak gibi bir hisse kapılmadım. 

Ne yaptım, sandalyem bana uygun değildi, sandalyemle alakalı tertibatlar yaptım. Ayarlarını yaptım, vidalar taktım, sırtlık ayarladım, yüksekliğini ayarladım. 

Kendimi masa tenisi oynayacak hale getirene kadar, çok çaba sarf ettim. Çok şükür başardım. Hiç yapamadığım durumlar oldu. Ama yapa yapa adeta otomatikleşiyorsunuz. 

İlk araba kullandığında debriyaja basıp vitese atamıyorsun maalesef. Ama çok tekrarlayarak öğreniyor insan. 

Yaparım, yapamam kaygısına çok kapıldım. Evliyim, eşim sağlık çalışanı. Oğlum var onunla ilgileniyorum.  

Spora zaman ayırmakla ilgili problem çok yaşadım. Ben küçüklüğümden beri sporla iç içe olduğum için, hangi spor branşını yaparsam yapayım, ben bunda devamlılık ve süreklilik gösterebilirsem, başarılı olabileceğimi gösterdim. 

O nedenle hiçbir yerde yapamam duygusuna kapılmadım.  En iyisini yaparım duygusuna kapıldım açıkçası. Böylelikle, kısa sürede çok mesafe kat ettim…”

24 SAATİM DOLU DOLU GEÇİYOR...

“Günümüzün 7-8 saati uykuyla geçiyor. Onun akabinde kişisel, özel ihtiyaçlarımız oluyor. Ama ondan daha ziyade 3 yaşında bir oğlum var. 

Eşim de sağlık çalışanı olduğu için, günün büyük bir kısmını oğlumla geçiriyorum. Ona bakmak zorunda kalıyorum. 

Daha önce hep şunu derdim; ‘Ben kendime nasıl bakacağım’. Ben bakıma muhtacım derdim. Ama şimdi kendimi bıraktım, evladıma bakıyorum.

Çok güzel bir duygu. Kendimi, hayatın bir parçası olarak görüyorum. Benim elimden de bir şeyler gelebiliyor aslında. 

Ben de işe yarıyorum. Bu çok güzel bir duygu. Bir engellinin çalışması, istihdam edilmesi gibi. Ben çocuğumla ilgileniyorum.

Tuvalete götürüyorum, yediyorum, içiriyorum. Zamanın büyük bir çoğunluğu öyle geçiyor. 

Onun dışında şu anda pandemi dönemi, uzaktan eğitime devam ediyoruz. Öğrencilerime uzaktan eğitimle ders vermeye devam ediyorum. 

Eşimle vakit geçiyorum. Onun dışında, eşimden izin alarak, onun da gönlünü yaparak günün iki saatini masa tenisine ayırıyorum.

Masa tenisi oynamadığım zaman, kendimi kötü hissediyorum açıkçası…”

BAŞARMA ARZUSU BENİ MUTLU EDİYOR...

“Masa tenisi oynamadığım gün, gece uyuyamıyorum. Vücudumu yormadığım, o enerjiyi sarf etmediğim için, gece uykum kaçıyor.

Oynadığım zaman hem moral motivasyon, hem de fiziki anlamda kendimi güçlü hissediyorum. Bir şeyleri başarma arzusu bende çok var, herkeste de vardır herhalde. 

Bir şeyleri başarma arzusu insanı tetikliyor. Moral ve motivasyon olarak üst seviyeye çıkarıyor, bu çok önemli. Ben öyle düşünüyorum. 

Bir engelliyi hayata katmak istiyorsak ya onu istihdam etmeli, veya sporla tanıştırmalıyız. Onun işe yararlılığı ancak öyle ortaya çıkarıp onu hayata adapta edebiliriz. 

Aslında, onu hayata ettiğimiz vakit, aslında bir tek onu değil, onun bütün çevresindekileri insanları değiştirmiş oluruz. Çevresindeki insanlar değişirse, tüm toplu değişmek zorunda kalır…”

OLİMPİYATLARA GİTMEK İSTİYORUM...

“Masa tenisine başlamadan önce evet yine aktif bir yaşantım vardı.  Okula gidiyordum, beden eğitimi öğretmenliği yapıyorum. Çocuklar ve sporla iç içeyim. 

Aslında ben spordan uzak değildim. Masa tenisi, benim bir branşı profesyonel yapabileceğimi işaret etti. Evet ben spor branşlarını yapıyorum, ona hakîm olduğumu biliyorum. 

Okulda hentbol, basketbol öğretebiliyorum. Bir voleybolu öğretebiliyorum. Cimnastikte bir taklayı atamasam da, yaptırabiliyorum. Teorik anlamda öğretebiliyorum. Sporla iç içeyim ama profesyonellik manasında bir şey yapmıyorum. 

Hedefim profesyonel manada masa tenisi oynayıp, milli takıma girebilmek.  2 yıldır Türkiye Şampiyonasına katılıyorum. İlk yıl herhangi bir derecem olmadı. Ama ikinci yıl çiftlerde Türkiye ikinciliği, teklerde üçüncülük elde ettik. 

Şu an da Milli Takım kamp programına dahil edildik. İnşallah ileride Paralimpik sporcusu adayı olmakla beraber, Olimpiyatlara gitmek istiyorum…”

ENGELLİLERE İMKÂN VERİLDİĞİNDE…

“Masa Tenisine baktığında dünya da en iyi ülke Çin’dir. Öyle görülür. Birçok altın madalyayı onlar toplar. 

Abdullah Öztürk ne yaptı. Finalde Çinli bir sporcuyu yenip dünyada ses getirdi. Kolay bir olay değil yani. 

Olimpiyat sporcuları yetiştirebiliyoruz. Ülkemizde ayaktaki bireylerin yaptığı masa tenisinde, Olimpiyat düzeyinde sporcu yetiştirmek çok zordur. Ama engelli kardeşlerimize bu imkân verildiği zaman, Olimpiyata gitmeyi bırak, Olimpiyat Şampiyonu olabiliyorlar.

Abdullah Öztürk bunun işaretidir, yani. Bu da bizim için çok büyük örnektir. 

Kardeşi var, Ali Öztürk mesela. Onun da Avrupa Şampiyonlukları var. Onlara baktığımızda, büyük bir örneklik görüyoruz. 

Başka engellilerinde bize baktığı vakit, bir örneklik teşkil etmek istiyoruz. Aslında hedefim o. 

Ben nasıl onları örnek alıyorsam, başkalarında beni örnek almasını isterim tabii ki. Bu azim ve kararlılıkla, ülkemizi temsil etmek için en iyi yerlere çıkmak isterim…” 

SPORLA BİRLİKTE HAYATIMIZ DEĞİŞİYOR…

“Sporda çok büyük yerlere gelmek zorunda değilsin. Büyük başarılar elde etmek zorunda da değilsin. Spora başladığın anda, hayatın değişiyor zaten. 

Ne oluyor, evden çıkmak zorunda kalıyorsun. Kendi başına bir şeyleri başarmak zorunda kalıyorsun. 

Sporla alakalı bir çevren oluyor. Ne yapıyorsun, seyahatlere çıkıyorsun, müsabakalara gidiyorsun. 

Rakiplerinle tanışıyorsun. Rakiplerinle mücadele ediyorsun, mücadele ruhun oluyor. Bunların insana kattığı olumlu duygular çok fazla, saymakla bitmez belki…” 

MASA TENİSİ, BİRÇOK BECERİ DEMEK...

“Masa tenisi engelli bireylerin el göz koordinasyonuna artısı var. Ben mesela reflekslerimin çok iyi olduğunu inanırdım ama, masa tenisinde gördüm ki o kadarda çok iyi değilmiş. Ama çalışarak çok iyi seviyeye getirilebilir. 

Hem çabuk düşünme, çabuk karar verebilme yeteneği, hem de çok ani hareket edebilme özelliği kazandırıyor. 

Zannedilmesin ki, masa başında duruyorum da raket sallıyorum. Çok efor sarf ediliyor, bu branşta. Gelen topa aniden müdahale edebilme.  

Bu yetenekleri kazandırıyor. Kişi bir işte başarılı olmak istiyorsa, severek yapmalı. Severek yapılmadan hiçbir şeyde başarı elde edemezsin. 

Çok çok severek yapmalısın, çünkü her spor branşının çeşitli zorlukları vardır. Ne yapacaksan, bununla beraber süreklilik ve devamlılık sağlamalı. 

Yapamadığın günler olacak başaramadığın günler olacak, raketi elinde tutamadığın günler olacak. Hocanın sana söylediğini yapamadığın günler olacak, azimle ve kararlılıkla öğrendiklerini ve doğru olanı yapacaksın, eminim o zaman başarı gelecektir. 

Evet, başındaki antrenörün, eğitimcinin işi çok iyi bilmesi lazım. Çünkü masa tenisi çok ince motor becerileri içinde barındıran branştır. Küçük yaşta başlanılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü melekelerin o yaşta daha çabuk geliştiğine inanıyorum. 

Hangi spor branşı olursa olsun, küçük yaşta başlamanın avantajları vardır ve ruhen ve bedenen seni çok iyi etkileyecektir…” 

BAŞARMAK BENİ MUTLU EDİYOR...

“Masa tenisi antrenmanına aşkla geliyor. Çünkü özlüyorum. Pandemi sürecinde ben Covid geçirdim. Hastanede tedavi sürecim de oldu. Hastalık geçtikten sonra, hemen antrenmanlara başladım.

Çekinerek değil, utanarak değil aşk ve sevgiyle geliyorum. Bir şeyleri başarma arzusu beni başka yerlere taşıyor. 

Bir şeyleri başarmak istiyorum. Bir şeyi başarma mutluluğu çok önemli. Bir spor branşını yapıyorsan içerisinde başarıda çok önemli. Beni mutlu yapan eden duygulardan biride, başarmaktır…” 

“YAPAMAZSIN” YAKLAŞIMINI YENDİK!..

“Ben ayaktayken İlçe Milli Eğitim’de aktif şekilde görev alıyordum. İlçe Milli Eğitim Müdürüm ve Kaymakamım çok destek oldu bana.

Görevime devam etmek için hep yanımda oldular. Sen Beden Eğitimi Öğretmeni olamazsın, demediler. 

Engel durumu göz önüne alındığında, görev yaptığım okulun fiziki yapısı uygun değildi, açıkçası. Valilik kararnamesiyle, beni daha uygun olan okula yönlendirdiler.  

Okulumuzda görev yapan Müdürüm veya öğretmenlerim bakış açısı şuydu; ‘Tamam göreve devam edebilir ama acaba, İlçe Milli Eğitim’de masa başında mı devam etse.’ 

Çünkü, bu bir beden eğitimi öğretmeni. Bir coğrafya, tarih değil, uygulamalı ders işlenen bir branş. Ne oldu; ‘Hayır ben beden eğitimi öğretmenliği yapabilirim’ dedim. 

Öz güveni kendimde görüyorum çünkü.  Göreve başladığımda gittim spor salonuna girdim öğrencilerimle ilk dersimi işledim. 

Birçok öğretmen ve idari kadro beni izlemeye gelmişti. Ve gördüler ki, evet bu yapılabilir. Ders bittiğinde hepsi beni tebrik ediyordu.

Ayaktaki öğretmenden hiçbir farkım yoktu. Onlar nasıl ders işliyorsa, ben de dersini öyle işledin. Bir şeyi uygulamalı göstereceksem, yapabileceğim bir şeyse, yürümemi, ayakta durmamı gerektirmiyorsa, ben yapıyorum zaten. Ama, yürümemi, ayakta durmamı gerektireceği bir şeyse, rol model olacak bir öğrenci seçiyorum. 

Onu uygulamalı olarak gösteriyorum ve dersimi o şekilde işliyorum ve insanların o önyargılarını büyük oranda kırdım. Kırmakla beraber onları da bu işe teşvik ettim.

Siz de çevrenizde birilerini gördüğünüzde, yapamazsınız demeyin, yapabilirsiniz demenizi istiyorum dedim. Ve bunu sağladığımı düşünüyorum…”

ENGELLİLERE BAKIŞ AÇISI DEĞİŞTİ...

“Öğretmen, idareci ve öğrenci arkadaşlarım, ders işleyişimi gördüklerinde imrendiler. Herkes engellilere bakış açılarını değiştireceklerini söylediler. 

Bu bir engellilerin çevresini değiştireceğinin işaretidir. Ben hep şunu diyorum; ‘Engelli kendini değiştirecek. Kendisini değiştirirken, çevresini de değiştirmiş olacaklar. 

Bu sayede toplum değişecek zaten.’ İlk dersimizde branşım olan, hentbol branşını gösterdim. Ayak hareketleri gerektirmeyen, ellerimle yapabileceğim bir branşı seçmiştim, açıkçası. 

Ben de Üniversiteyi hentboldan kazanmıştım. Birkaç atış tekniklerini gösterdim. Öğrencilerimi sıraya koydum. 

Ellerine hentbol topunu verdim. Temel ve bilek atışı nasıl yapacaklarını gösterdim. Bunları anlattıktan sonra, onlara kısa bir maç yaptırdım. Öğrencilerimle birlikte herkes çok mutlu olmuştu…”

ÖĞRETMENLİKLE HAYATA TUTUNDUM...

“Bana öğretmenlik yapamazsınız, siz ancak masa başı görev yapabilirsiniz deseydiler, herhalde ben hayatta bu kadar aktif olamazdım. 

Öğretmenliği bırakır, herhalde emekli olurdum. Çünkü ben masa başında bir iş yapmaya alışkın değildim. Öyle yapanları tenzih ederim, kimse yanlış anlamasın sakın.

Fıtrat gereği öyle söylüyorum. Ben göreve başladım hayata öyle tutundum.

Öğrencilerimle hayata tutundum. Çünkü ben öğretmenliği çok seviyordum. Öğrencilerimin benimle birlikte olmasını çok seviyordum. 

Okula gidiyorum, sandalyemi çıkarmak için öğrencilerim sıraya giriyorlar, adeta yarış yapıyorlar. Birbirlerine kırılmamaları için, ben bunları görevlendiriyorum. Hatta engelli rampasından, gücüm az olduğu için ilk zamanlarda çıkmıyordum. 

Öğrencilerim yardım etmeye geliyorlar. Hayır, yardım etmeyin diyordum. Ben yardım istediğim zaman gelin diyordum. Çünkü kendim başarmak istiyordum. O hayat kaynağım oldu, enerjim oldu,  enerji kaynağım oldu…” 

TOPLUMA ÖRNEK OLMAMIZ LAZIM...

“Her yıl 10 sınıfın dersine gidiyorum. Sınıfları 30-40 kişi düşünün, bu 400 kişiye tekabül eder. 

Ben bunların yarısına bile bu farkındalığı kazandıra bilesem, bunlar engelli bir bireyin hayatında neler yapabildiğini, neler yaşayabildiğini, hangi acıları hangi mutlulukları yaşayabildiğini öğretebilsem, bunlar büyük bir birey olacak, çocuk ve evlat sahibi olacak ve toplumun belirli yerlerine gelecekler. 

Geleceğin doktoru, savcısı, hakimi, polisi, tüccarı, ticaret yapan esnafı olacaklar. 

Ben bunların hayatına değdikçe toplumu değiştirmiş olacağız. Ben onlara çok iyi örnek olmam lazım. Engelli bireyi çok iyi tanıtmam lazım onlara. Bu düşünceyle yaklaştım ve yapabildiğime inanıyorum.  

Çünkü her öğrencim benim için çok kıymetlidir. Ben de öğrencilerim için, öyleyimdir. Zaman zaman gelip ‘Hocam biz engelliliğin ne olduğunu bilmiyorduk’ diyen öğrencilerim oldu. 

Hatta bir öğrencimiz bir paragraf yarışmasına ‘Asıl engel nerede?’ konusuyla katılmıştı. İlk beni gördüğünde, ‘Nasıl beden eğitimi öğretmenliği yapacak?’ şeklinde düşünceleri varmış. 

Beni gördükten sonra bambaşka düşüncelere kapıldı. Benimle konuşmaları oldu. Katıldığı yarışmada derece de elde etti. Böyle bir öğrencimde olmuştu…” 

ASIL GÖREV ENGELLİYE DÜŞÜYOR...

“Biz diyoruz ki devlete, vatandaşa görev düşüyor ama asıl görev engelliye düşüyor. Engelli bir kere bu hayatın bir parçası olduğuna inanmalıdır. 

Engelli çevresini değiştireceğine inanmalıdır. Evet, ailelerde onlara destek vermeli ama, öncelikli engelli o gücü kendinde görmeli. 

Ben kendime inanacağım, ben kendime güveneceğim ki çevremdeki insanlarda bana güvensin. Ben bir şeyleri başarabileceğim demeliyim ki, başarabilmem için birileri de bana destek olsun. 

Devletin imkânları var ve değerlendiriyorlar. Tabii ki daha güzel şeylerde yapılabilir. Özellikle belediyelerin, yerel yönetimlerin engelliye uygun tesislere imkân verirken, bir ekip kurup en ağır engel seviyesinden en hafif engel seviyesinde bir ekiple bu fiziki şartları öyle değerlendirmesi lazım. 

İyi yerel yönetimci olabilir, ona sözüm yok. Ama yaptığı rampadan ben çıkamıyorum. Bunun değerlendirmesini yine engelli yapmalı. Böyle bir ekip kurulabilir. 

Devletimizde, yerel yönetimlerde bunu düşünebilir. Böyle bir ekiple tesislerin kullanılabilirliği, erişilebilirliği düzenleyebilir. Her ilçe belediyesinin mutlaka bir Engelli Yaşam Merkezinin olması gerektiğini düşünüyorum…”

DUYGULARI AÇIĞA ÇIKARMAK GEREK...

“Yaşlılarımıza ilgi gösterin, aynı şekilde engellileri sevin. Onlara bir şeyleri başarabilir arzusu kazandırın. Sen yapamazsın, edemesin değil, sen yapabilirsin, hatta en iyisini yapabilirsin şeklinde onura etmeleri, onların birçok şeyi başarmalarına vesile olacaktır. 

Benim ailem, ben yapamayacağım dediğimde, hep yapabilirsin hissiyatı verdiler. 

Evet yapabilirsin, senin için çok kolay bir şey, denemelisin. Yapamasan bile denemelisin. Bir dene olmazsa bırakırsın. O yüzden engelliyi eve hapsetmek değil, duygularını bastırmak değil, duygularını açığa çıkarmak gerekiyor. 

Bir şeyi başaramazsın değil, başarabilirsin demek gerekir.  Evden çıkartırken, eve götürürken, eve koyarken kendinin de bir şeyler başarabileceği ortamlar oluşturulmalı. 

Ve yine diyorum, sevin onları. Sadece sevin, sevin onları. Onlar başaracaklardır…” 

FARKINDALIĞI DEĞİŞTİRMEK İSTİYORUM…

“Hedeflerimde çok şey değişmedi, sadece misyon ve vizyonum değişti. 

Önceden ayaktaydım,  öğrencilerime rol model olmak, onların hayatlarını değiştirmek. 

Şimdi ise bir engelli bir birey olarak farklı bir zümreyi temsil ediyorum. Ben de artık engelli bir bireyim ve engelli bireyler için neler yapabilirim, düşüncesi oluştu. 

Daha önce öyle bir düşüncem yoktu maalesef. Şimdi onlarla beraber neler yapabilirim, onların hayatına nasıl değebilirim, bu farkındalığı nasıl oluşturabilirim.

Daha önce öğrencinin hayatını değiştirmek istiyordum, şimdi yapmak istediğim dersine girdiğim öğrencilerimin, hayatına değdiğim insanların, bu engelli kişilere olan farkındalığı değiştirmek istiyorum…”

.

Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI