ELEŞTİRİLERE CEVAP (Bahadır Kocaman, Sefer Uyanık, Herodot):
Tarihçi oldukları anlaşılan üstteki üç zat, 27 Ekim 2020 tarihinde dikGAZETE’de yayınlanan, “Bir Yüksek Lisans Tezinin Tenkidi” başlıklı yazımdan dolayı beni aşağıda görüldüğü gibi eleştirdiler.
Ben, samimi eleştirilerden memnun olduğumu belirttim ve bu zatlara teşekkürü bir görev saydım.
Bu konulara sizler ne kadar zaman ayırdınız bilmem, ama ben, 61 yıllık müktesebatımı saymazsak, köyümün âdet ve yer adlarını gelecek kuşaklara aktarmak için çıktığım bu zorlu yolculukta, geceli gündüzlü tam 16 yıldır, sadece ve sadece Göller Bölgesi’nin TARİHÎ COĞRAFYASI için çalışıyorum.
Bu da en az 90 BİN saat eder. Bu mesai, sizleri biraz düşündürür umarım.
Benim bugüne kadar hatamı söyleyen sadece Prof. Dr. Mehmet Özhanlı oldu. Onun beni eleştirdiği konudaki hatamı, zaten ondan dört yıl önce düzeltmiştim.
Ben, yeni bir çığır açtım.
Onun için elbette bazı hatalarım olacaktır.
Göller Bölgesi’nin Tarihi Coğrafyası konusunda değil başımın tacı hocalarım, evvel Allah dünyaya meydan okuyorum.
Sizler de, hocalarımız da, bunu, yarın daha iyi anlayacaktır.
Ben tenkidimin esasını aşağıda verilen 13 maddede açıkladım, ama bunların okunduğunu hiç sanmıyorum.
Okunmuş olsaydı ilim âlemine de katkısı olan daha seviyeli bir eleştiri olurdu.
Eleştirilere cevap verirken, daha iyi anlaşılabilmesi için bazı benzetmeler ve misaller getireceğim; bazı deyimler kullanacağım; umarım bunu kimse yanlış anlamaz.
1- İslâm coğrafyacılarının atası sayılan İbn Hordazbih (820-912) ile el-İdrîsî (1100-1165)’nin eserlerinde Roma yolları ve duraklar arası mesafeler mil-mil verilmiştir. Bu iki coğrafyacı olmadan Anadolu yollarını çözmek asla mümkün değildir ve bunları nazara almamak bir Türk tarihçisine yakışmamaktadır.
2- Kâtip Çelebi ve Pîrî Reis’in haritaları görmezden gelinmemelidir.
3- Çelebi’nin Kıreli Gölü, Beyşehir Gölü ve Eğirdir Gölü haritalarına dikkat edilmelidir.
4- Pîrî Reis haritasında Eğirdir Gölü’ne kuzeyden dökülen ırmak, iyi düşünülmelidir.
5- Kelene, Apameya, Amorion veya Ammûriye’nin yerleri konusundaki iddialara kulak verilmelidir.
6- Behset Karaca’nın ortaya çıkardığı “Yenice Derbendi”nin ne anlama geldiği iyi düşünülmelidir.
7- Yine Behset Karaca’nın ortaya çıkardığı, 1501 tarihli bir vesikadaki “Afşar kz. Maziye karyesine tâbi Firigos Boğazı’nda gemi hâsılından beş yüz akçe” kaydının anlamı üzerinde durulmalıdır.
8- “Vakf-ı köprü-yi karye-i Yeñice” veya Yeñice Köyü Köprüsü’nün nerede bulunduğu ve bu köprünün ne anlama geldiği iyi düşünülmelidir.
9- Parlais adlı Roma kolonisinin, göl ile dağ arasına sıkışmış olan Barla olamayacağı (Remsi, 1960: 435-436) fikrinden hareketle Gelendost ile Barla arasının geçmişte kara ve Gelendost’un Barla nahiyesine, Barla nahiyesinin Afşar kazasına bağlı olmasının anlamı üzerinde durulmalıdır.
10- Afşar’a tâbi Maziye köyünü 1614’de denizin basması ve buna benzer göl altında kalmış birçok köyün bulunması, bugün için gölün tamamına Eğirdir Gölü denilmesine rağmen, halk tarafından, Kemer Boğazı’nın kuzey kısmına Hoyran, güney kısmına Eğirdir Gölü denilmesinin anlamı düşünülmelidir.
11- “Sublaion, Menderes’in kaynaklarındadır” (Kinnamos, 2001: 213), “Sublaion huduttadır” (Abû’l-Farac, 1950: 421-422) kayıtlarına göre, ikisi de aynı anlama gelen, “Sublaion Uluborlu’nun şarkındadır” (O. Turan, 1998: 214) ve “hudut, Eğirdir Gölü’nden geçmektedir” (Kinnamos, 2001: Haritalar) ifadeleri iyi düşünülmeli ve Uluborlu’nun şarkında bir Menderes’in daha bulunabileceği kabûl edilmelidir.
12- “Eğirdir Gölü geçmişte iki ayrı göldü ve iki göl arasında suları Hoyran’dan Eğirdir’e doğru akan, ağzı kaynağına yakın veya seyri kısa Menderes, el-Battâl, Halis, Sangarios ve daha birçok adla anılmış 14-15 km uzunluğunda bir ırmak var” iddiası hakkında hiçbir yorum yapılmadan es geçilmiştir.
13- Bu bahsi ilginç bir alıntıyla bitirelim: “1154‘te, Türk akıncıları Küçük Firikya ve Çanakkale Şibh-i Ceziresine (Çanakkale Yarımadası) doğru ilerliyorlardı” (Yinanç, 2013: 275) cümlesindeki Küçük Firikya denilen yerin Gelendost ve Eğirdir Gölü civarı, Çanakkale Yarımadası denen yerin de Kemer Boğazı’nın doğu yakası olduğuna dikkat edilmelidir.
Değilse, tarihî vak’alara göre, Bizans’ın Türklerden toprak aldığı ve Manuel’in en güçlü olduğu bir dönemde, Gelendost civarındaki bir Küçük Firikya ile Çanakkale Yarımadası arasında aklî ve tarihî bir bağ kurmanın mümkün olamayacağı hesaba katılmalıdır.
***
Atıf yaparsanız memnun olurum, nihayet insanız.
Biz, yanlış ezberleri tekrar değil, yeni şeyler söylüyoruz. Şayet tarihte kalırsanız, eninde sonunda bizim yola girmeye mecbursunuz.
Gönül ister ki, bu yeni iddiaları önce sizler araştırınız; şayet Batının ardına vagon olacak olursanız esef ederim.
Biz sadece söylemekle kalmadık; yeni haritalar çizdik.
Beni eleştirdiğiniz makalede beş adet harita var; hiç biriniz de bu haritalardan bahsetmedi.
Bu haritaları, övdüğünüz hocalarımız da bilmiyorlar.
Ben Behset Beyden çok yararlanıyorum; bunu zaten tenkidimde de zikrettim.
Behset Bey, çok çalışkan bir ameledir; o bize malzeme hazırlıyor; o kadar.
Nedenini bilmem yorum yapmıyor.
Md. 6’daki “Yenice Derbendi”, Md. 7, “Afşar kz., Maziye k., Karbekos? Boğazı’nda gemi hasılatından 500 akçe” ve Uluborlu kz., İbn Emre k., namı diğer Mihmadlar gibi belgeleri o ortaya çıkardı, ama hiç yorumlamadı.
Yenice Derbendi, Honiyates’in söz ettiği Tzibritze Kleisura, Karbekos? (Firigos) Boğazı ise Kemer Boğazı’dır. “Bütünüyle Uluborlu”nun yazarı Said Demirdal’ın bile yerini bilemediği İbn Emre karyesi, Uluborlu-Mahmatlar mezarlığının bulunduğu yerdedir. Bu malzemeleri sağ olsun Behset Bey hazırladı. İbn Emre, Yunus Emre ile ilgilidir; bunun hakkında çalışmak da siz gençlere kalıyor.
Sn. Bakır’a gelince; Yazıcızade Ali’deki bir hatanın anlaşılmasına biz sebep olduk.
Ammûriye’nin Uluborlu olduğunu biz iddia ettik, ama o, hâlâ Emirdağ diyor. Senirkentli Canıgürzade Veli oğlu Rüştü, 1873 yılında Uluğbey’deki Velibaba Menakıpnamesine, Uluborlu’nun ilk fethi H.222 diye bir bilgi iliştirmiş ki, işte bu Uluborlu’nun Ammûriye olduğuna işarettir. Çünkü Halife Mu’tasım, 223 (838) yılında Aşinas ve Afşin’e tâbi birliklerle Ammûriye’yi fethetmişti.
Sn. Bakır, Demir ile Remsi’ye ait bir makaleyi tercüme etti. S. 246’da, “Firikya Parure’ye doğru uzanırlar. Bu üç dağ silsilesinin biri, antik çağlarda Olympos olarak anılmaktaydı. Benim bizzat sahada yazmış olduğum bu tanım, neredeyse Niketas’ın Kleisura tasvirinin bir tercümesi gibidir” denir.
Abdullah Bey, Olimpos için bir kanaat belirtmez. İşte gençler, hocalarımızın çoğunun hâli budur. Olimpos’un, Senirkent ile Atabey ilçeleri arasındaki dağ, yani Barla Dağı olduğunu söylemek de bize düştü. (Tzibritze) Kleisura ise Yenice Derbendi’dir.
Yabancı kelimeleri onlar gibi yazmak ilim değildir.
İlim, eldeki malzemeleri doğru bir şekilde araziye yerleştirmektir ki, bu da tarihî kaynak metinleri iyi okumakla olur.
Türk tarihçi maalesef, kaynak metinleri kendi yorumlamıyor ve Batılıların yanlış yorumlarını aktarmaktan başka iş yapmıyor.
Çoğu tarihçi amele bile değildir; onun bunun emeğini çalarak yükselir, makam mevkii sahibi olur.
Bu yolda amele olmak, üretim yapmaktır.
Ameleliğin üstü, üretimleri doğru yorumlamak ve ortaya yeni şeyler koymaktır.
Benim yorumlarımın üzerine yeni bir şey koyanın amelesi de ben olurum ki, bundan şeref duyarım.
Gençler, lütfen hocalarımızı yağlamaktan vazgeçin.
Onlar, sizden ziyade benim hocam.
Onların hatasını söylemekten de geri durmam. Biz böyle gördük, böyle gideriz.
Herodot, bahsi geçen yazı bir tezdir demez, işi hafife almaz. Tez, şeref duyulacak bir çalışmadır.
Tez sahibi, bilâhare yanlış yaptığını görürse ömür boyu huzursuz olur.
Biz de zaten, tez sahibine karşı bir tavrımızın olmadığını ve tezdeki hatalar hakkında bilim âlemini uyarmak için yazdığımızı söyledik.
Maalesef hoca, talebesini kollamak için, tanıdığı kişilerden jüri oluşturuyor ve yanlışlar görmezden geliniyor.
Onun için dünya üniversiteleri arasında itibarımız yok!
Biz, tarihçilerin elinden bir şey almış değiliz.
Biz, tarihçinin boş verdiği bir sahada çalışıyoruz.
Sn. Herodot, Behset Karaca, Abdullah Bakır ve Erkan Göksu’nun yapacakları tarihî keşiflere engel mi olduk? Taş atsınlar, kolları açılsın.
A. Amourios’un, Uluborlu’lu ve onun da Hamid Bey olduğunu söylediniz de biz hayır mı dedik?
B. Hamid, Aydın ve Mesut Beyler, Şarkîkaraağaç’ta yatan Şeh Menteş’in (Mehmet Bey) oğulları, Saruhan ise Mehmet Beyin kardeşi İlyas’ın oğludur. Menteşe, Aydın, Saruhan ve Osmanlı beyliklerinin 1325 yılına kadar Hamid-oğullarına tâbi olduklarını söylediler de, biz, olmaz mı dedik?
D. Koterinus, Kötürnekli (Gelendost) demektir ve o da Alaeddin Keykubad’ın oğlu Ahmet ve
E. Prakana, Brakena veya Bragana ünlü İbradı’dır. Bunları söylediler de, biz, karşı mı çıktık?
F. “Uc Türkmenleri Hamid-oğulları, Hulâgü yeni geldiği sıralarda Selçukluların itaatinden çıkarak Hulâgü’ye elçi göndermiş, ondan sancak istemişler. Reisleri Mahmud (Mehmed) Bey ve kardeşi İlyas ve yakınlarından Sevinç Bey, Mısır tarihlerinde, Selçuklulara karşı Moğollarla birleşen ve onlardan sancak alan beyler sıfatıyla zikrediliyor” (Togan, 1946: 311, Giriş). Zeki Velidi’nin bu kaydına göre Mehmed Bey (Şeh Menteş) ile Hamid-oğulları aynıdır; Bunu bir tarihçi dedi de, biz, karşı mı olduk Sn. Herodot?
Daha onlarca yeni iddia ekleyebiliriz. Isparta Belediyesi’nin bastığı Miryokefalon’un Yeri: Isparta adlı kitaba bakacak olursanız, ilk Miryokefalon Zaferi kutlamasının 1975’de Şekercioğlu’nun gayretiyle Gelendost’ta yapıldığını, bizim de bir yazıyla 1990 yılındaki kutlamalara katıldığımızı görebilirsiniz.
Bahadır Kocaman’ın “Bir de bu gün hâlâ Teke yöresinde büyük çaylara Menderes Çay denildiğini bilgine eklemezsen (eklersen?) bu iş tamam” sözü beni sevindirdi.
Menderes, Yunanca bir suyun kıvrımlar yaparak akmasıdır. Gelendost, Karaağaç, Yalvaç ve hatta Isparta’da Tekeli adlı aile çoktur. Benzer bir bilgi de bizde var. Bırak büyük çayı, bahçe sularken, arktan su biraz fazla geldi mi, rahmetli anam “mendires gibi” derdi. 1926 doğumlu, okuma yazması olmayan ve Büyük, Küçük Menderes’i bilmeyen rahmetli anam, mendires’i “büyük, çok” anlamına kullanıyordu.
Şerafeddin Ali Yezdi’nin 1937 yılındaki H. Fehmi Turgal tercümesinde, Denizli Toñuzluk, Büyük Menderes ise Mendires olarak yazılmıştır.
Prof. Mustafa İnan, “Dünya döndüğü için, yeryüzünde hareket eden cisimleri sağa doğru çeken bir kuvvet oluşur. Buna Koriyolis kuvveti denir ve menderesler bu sayede oluşur” derdi (yıl 1964-1965).
Bu yaptıklarıma çok kızmış olan anacığım, “Yıllarca Erbakan’ın ardında koştun; şimdi de ölülerle uğraşıyorsun; utanmadın gitti; yeter artık; bir at bin yıl eşmez” demişti. Anamın “güzellik ondur, dokuzu dondur (kıyafet)” sözü ile babamın “bilenden al, yapana ver” sözleri benim için altın değerindedir.
Coğrafyayı bilmeyen yapamaz, Behset Bey okuyor, bizse yapıyoruz. “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” diye meşhur bir söz vardır. Aynı yanlışları tekrar etmenin kimseye yararı yok.
Bir hakikat da hocaların talebeyle ilgilenmekten öte, ne kaynak metinleri okuyacak, ne de araştırma yapacak zamanları var. Biz bunun idrakindeyiz, ama maalesef gençler, bunun farkında değil.
Bakınız biz neler yaptık? Sadece birkaç misal:
1. Eski iki kent olan Yalvaç ve Eğirdir, Selçuklu tarihinde geçmezler. Yalvaç bir yerde geçer, ama Eğirdir hiç geçmez. Bunu çok düşündüm. Siz, düşündünüz mü hiç? Bunların başka adları olmalı dedim.
Feridun Dirimtekin, 1944’de yazdığı Konya ve Düzbel (1146-1176) de, 1211 Alaşehir Savaşı için “Yalvaç Muharebesi” der (s.74). Eğirdir’in “Lâdik, Laodikya, Laodise, Firikya’daki Laodikya, Klaudiopolis, Denizli, Likya, Hierakorifitis, Eprevier, Akrokos, Kubadabad, Afsaka, Eflâk, Fekekiyye, Felekbâr, Felekabad, Fuke, Yalvaç’ın ise Antakya, Antakya el-Muhterika (Yanık: Kekaumenos), Küçük Antakya, Firikya Antakya, Pisidia Antakya, Küçük Atina, Filâdelfiya, Alaşehir, Filavia, Filaviapolis gibi birçok adını buldum.
2. Denizli’nin Laodikya, Timur tarihinde Toñuzluk, Osmanlı belgelerinde ise Lazkiye gibi adları var.
3. Madenli’nin ise Çataklı, Kötürnek, Kotoiraikia, Hısnu’l-Meclis, el-Alemeyn, Kharaks, Aleksandır Kharaks, Carabba, Akharaka, Akhyraous, Trajanopolis, Hadrianoutherai ve Hadrianopolis gibi adları var.
4. Eğirdir ve Hoyran gölleri arasındaki nehrin Menderes, Halys, Sangarios, el-Battal, Bathys Rhyax, Melis, Boğazdaki Asya ırmağı, Euros (Avrupa ırmağı), Skamandros ve Kaystros gibi adları var.
5. Halil İnalcık, “İznik, 1075-1086 döneminde, Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu Süleyman-şah'ın başkenti oldu. Kent, Haçlıların kuşatması sonucu 1097'de Bizans'ın eline geçti. İznik'te Selçuklu yönetimi 1105'te yeniden kuruldu, ancak kent yaklaşık 1147'de yeniden Bizanslıların eline geçti” der.
Kastedilen İznik, Bursa-İznik olup, burada birçok hata var. Bursa-İznik, 1080’de fethedildi ve 1097 ile 1331 arasında hiç bizim olmadı. İnalcık, atmayacağına göre bunda bir iş var. Bunu Erkan Göksu’ya sordum: Hoca böyle diyor dedi. Ben de Hocam, bir İznik daha var, ama hoca bunu bilmiyor dedim.
Genç tarihçi, bu İznik’i hocana sor demeyeceğim; bu İznik, dibinizdeki Senirkent-Uluğbey’dir.
1075’de bir antlaşmayla alınan, 1097’de elden çıkan, 1105’de tekrar ele geçen ve 1108’de tekrar elden çıkan İznik, Uluğbey’dir (İlegüp). Bu yerin Lampe, Nimfe, Dristra, Plyristra ve Mikra İznik gibi adları var. Lampis, Lampe’nin ovası manasına Uluborlu-Senirkent ovası, Lampes ise Uluborlu Papa çayıdır.
Bu çayın, Khelidonia, Kıbakıb, Kırlangıç, İstros, Tuna, Rhyndakos gibi adları kaydedilmiştir. Dazkırı, Çivril-Homa ve Ulubat civarında bulunduğu iddia edilen Lampe’lerin hepsi de İlegüp’tür.
Burada duralım!
Göller Bölgesi’nin tarihî coğrafyasını, saatlerce anlatabilirim. Isparta Belediyesi, bu konulara değinen kitabımızı, bir kültür hizmeti olarak ücretsiz veriyor; isteyen alıp bakar.
Sefer Bey, Denizli-Laodikya’yı Eğirdir’e, B. Menderes’in kaynaklarını da Kemer Boğazı’na getirmedik; lütfen ufkunu geniş tut. Biz, göl altında kaybolan bir Menderes’ten söz ediyoruz. Birçok adı olan hayırsever Eğirdir, Denizli olan adını, hoş olmayan Doñuzluk adının değiştirilmesi için vermiştir.
Hamideli, hem tarihiyle, hem de tarihçileriyle ünlüdür; ona layık olun.
Değilse esas o zaman ayıp olur!
Varlık içinde yokluk çekmeyin.
SDÜ önüne onlarca doktora konusu çıkardık; umarım bunun kıymeti bilinir. Süleyman Demirel’in kemiklerini de sızlatmayın. “Tarih” alanında, ilk üniversite SDÜ olmalıdır.
Bir at biñ yıl eşmez!
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com