Biz, emeklilerin tatile gitmesi biraz zor. Zira açlık sınırı altında aylık alıyorsanız ve enflasyonla mücadele ediyorsanız, tatile gitmek hayal oluyor.
Taksitle yaşayıp, borçlu öldüğümüz ülkemizde bunun doğal karşılanacağını ümit ediyorum...
Zaten her sene tatile gitmemiz maddi açıdan mümkün değil...
3-4 senede bir böyle harekete geçiyoruz, sonra da acısını çekiyoruz... 5 -10 sene önceye kadar tatil gibi alışkanlıklarımız da yoktu, demek ki bu da bir ihtiyaç haline geldi...
Son 16 senedir (hükümetimiz sağ olsun) piyasadan para getirecek artı bir iş alamadık...
Bazı güzel ve gayretli kardeşlerimiz sofranın başından kalkmadığı için sıra bize hiç gelmedi!..
Şimdi yaptığımız işler ise tamamen gönüllü vakıf ve dernekler olduğundan, maddi bir gelir de ortada söz konusu olmuyor... Üstelik hizmetimizin yanında, zaman geliyor cepten de harcamak zorunda kalıyoruz...
HERKESİN TATİL ANLAYIŞIŞLARI FARKLIDIR
Kimi Sıla-i Rahim yapar, akrabalarını ve eski dostlarını tercih eder, kimi ise Yurtiçi gezileri bitmeden uluslararası dolaşmaya başlar... Bizim bu gibi imkânlarımız olmadığı için, kendimize uygun bir tatil arayışı içerisine girdik... 2017 senesinde havasının kalitesinin yüksek olduğu varsayılan meşhur Kaz Dağları’nın bulunduğu Altınoluk’ta Elbis Hotel’e gitmiştik, şimdi de öyle oldu...
2021 Ağustos başında da aynı oteli tercih ettik...
Zira pandemi süreci ve de internetteki bilgi kirliliği yüzünden daha isabetli bir seçim yapamadık... Bu sözüm, otelin kötü olduğu anlamına gelmemeli, daha uygun oteller bulabilirdik anlamında söyledim.
Kötü veya iyi izafi olacağından, bakış açısına göre değişebiliyor…
Yarım dolu bardağa kimi insan “yarısı dolu” derken kimisi de “yarısı boş” diyebiliyor... Yani, konuya bakış açısı kötümser veya iyimser de olabiliyor. (pesimist veya optimist) Realist olmak, ise günümüzde işin en zoru; zira doğruyu söyleyenlerin taşlandığı bir zamanı yaşıyoruz...
Kaz Dağlarındaki oksijen oranı da her yerde olduğu gibi yüzde 21dir...
Bu arada, Altınoluk veya Kaz Dağları için söylenen birçok ezberin yanlış olduğunu hatırlatmakta fayda var...
Dünyada Alpler’den sonra havadaki oksijen oranının en yüksek olduğu yerin Kaz Dağları olması efsanesi doğru değildir. Altınoluk’un havasının temiz olması bir gerçek; ama oksijen hakkında söylenen sözler çok doğru değil...
Havanın kalitesini, şehirleşme, sanayileşme, mikroskobik partiküller, nem oranları, rüzgârlar, bitki çeşitleri ve de iklim şartları belirler...
Burada havadaki oksijenle ilgili bazı yanlışların düzeltmemiz gerekiyor... “Havada oksijenin en bol veya fazla olduğu” sözü çok doğru, isabetli ve anlamlı bir söz değil.
Havadaki gaz oranları değişmez; Kaz Dağları’ndaki oksijen oranı da her yerde olduğu gibi yüzde 21dir... Sadece yükseklere çıktıkça oksijen molekülleri seyrekleşir.
Alpler'deki oksijenin de fazla olması yanlıştır, zira Alpler 4810 rakımıyla yüksek bir dağdır ve oksijen yoğunluğu düşüktür... Bu söylentilerin bilimsel bir temeli yoktur. Ülkemizde bu konuda bir ölçüm de yapılmamıştır.
Dağlara doğru çıktıkça, yani rakım yükseldikçe oksijen artmaz, tersine azalır!
Yaylada nefes alamamanızın sebebi oksijen bolluğu değil, tam tersine oksijen kıtlığıdır. Tabii bu dağ havasının kirli ya da sağlıksız olduğu anlamına gelmez, bilakis sağlıklı ve temizdir! Ancak dağlarda bol oksijen olduğu bilgisi yanlıştır.
Dağlara doğru çıktıkça hava basıncı düşer, buna bağlı olarak da “soluduğumuz havadaki oksijen” miktarı seyrekleştiği için azalır... Yani hacim olarak seyrelme vardır. Bu yüzden sık sık aldığımız nefesle bunu gidermeye çalışırız ya da oksijen tüpüne ihtiyaç duyarız... Yahut da o yükseklikte uzun bir müddet kalınarak, kanımızdaki alyuvar sayımızı artırmak zorundayız... Böylece kandaki hemoglobin de artmış olacaktır.
TATİLDE BİR OTELDEN BEKLENENLER
Tatilde otelden beklenenler herkese göre değişebilir. Hatta yaşa, cinsiyete, karakterlere, eğitime veya kültüre göre fark edebilir. Aile üyeleri arasında bile farklılıklar olabilir. Biri yemekleri beğenirken diğeri beğenmeyebilir. Biri hareketli eğlenceleri severken, diğeri gürültülü bulur ve sevmeyebilir.
Tatil, çocuk ve kadınlar için eğlenceli, erkekler veya yaşlı kesimler için sıkıntılı geçebilir...
Tatile çıkmadan Elbis Hotel’in yorumlarına baktım, genelde yüksek puanlar verilmiş, demek ki çoğu insanın beklentisini karşılıyor. Benim bakış açım ise Elbis Hotel için de diğer oteller için de biraz farklıydı.
ELBİS HOTEL ve MATERYALİST YAKLAŞIM
Dört sene önceye göre Elbis Hotel’de bazı değişiklikler olmuştu, ama fiyat politikası aynı kalmıştı. Klimanın soğutmamasından dolayı bizden özür dilenerek, bir tepsi meyve sunumu yapmaları çok duyarlı, memnun edici ve de çok nezaketli beklenmeyen bir davranış olmuştu... Ama aynı duyarlılığı, hesap öderken gösteremediler. Kredi kartından 2750 TL. almaları gerektiği halde 69 TL. komisyon eklemeleri, materyalist bir anlayış olduğu gibi, hiç de kabul edilir bir davranış biçimi değildi...
Oysa klima arızasından dolayı bize verdiği zarardan dolayı tarafımıza ödeme yapmaları gereken bir müessesenin kredi kartına komisyon parası alması çok üzücüydü... Üzücü olan paranın miktarı değil, davranış biçimiydi!.. Üstelik internet satışlarında bile 6 taksite kadar komisyon farkı alınmıyordu... Ne yazık ki materyalist anlayış, parayı araç değil, amaç yapmaktadır...
Oysa otele geldiğimizde bizleri çok kibar karşılamışlardı, gerçekten bir aile sıcaklığı duymuştuk...
Resepsiyonda bir miktar beklememizi söylediler, ancak yoğun kalabalıktan bize sıra gelmiyordu ve iki yaşındaki torun isyan etmişti. Biz de müdahil olduk, “kalan ödemeyi sonra yapalım” dedik ve kabul ettiler...
Bu acelecilik de materyalist bir yaklaşımdı... Ne yazık Türkiye’mizde kibar davranmanın arkasında yatan anlayışların farklı olduğunu ve aslında tüketiciye gösterilen ilginin de samimiyetin de sahte olduğunu göstermektedir...
PANDEMİYE DİKKAT EDİLMİYORDU:
Otelde personel haricinde mesafe ve maske takma kurallarına dikkat edilmiyordu… Yüzde 50 kapasiteyle çalışacağı söylenen bu otelde boş odanın olmaması, doluluğun aşırı olduğunu da gösteriyordu... Kurallara uymak, ortam dolayısıyla zor da olsa, tatil yapanların sık sık uyarılması lazımdı...
BİR OTELDEN NELER BEKLENİR?
ALTINOLUK, DİĞER YERLERE GÖRE İSTANBUL’A DAHA YAKIN
İstanbul’a yakın yerleri seçmemizin nedeni, arabayla yorulmadan ulaşmak içindir.
FİYAT YÜKSEKTİ:
Fiyatın ilk sırada yer alması bütçemizin dar olmasından dolayı, bir emekli olarak ayağımızı yorganımıza göre uzatıyoruz. Elbis Hotel’de 3 yetişkin olarak 4 gece için yaklaşık 20 m2 odaya 8250 TL. Para ödedik. Kısacası her gece için 2062 TL. Ödedik. Bana göre, aldığımız hizmete karşılık fazla bir paraydı...
YEMEKLER GÜZELDİ:
Yemek konusu, benim için 1.Sırada yer alıyor... Oteli tercih sebeplerimizin başında yemek kalitesi ve çeşitleri geliyordu... Yemekler gerçekten çok çeşitliydi; kebaplar, et veya tavuk rosto, balık, şiş ne arasan vardı... Tatlılar da çok çeşitli ve lezzetliydi... Her çeşit salata vardı... Meyveler de çeşitli ve kaliteliydi. Yemekhanedeki her yiyecek ve içecek hijyen şartlarına dikkat edilerek yapılıyor ve muhafaza ediliyordu...
İÇECEKLER:
SU HARİKAYDI: Türkiye’nin en kaliteli suyu sayılan “Saka” su markasını yemek masasında gördüğümde çok sevinmiştim... 8,22’lık yüksek pH seviyesiyle, lezzetiyle ödüller kazanmış ve dışarıya ihracat edilen kaliteli bir suyu Elbis otelde görmek, güzel bir duyguydu; zira alkali suların sağlığa verdiği katkılar çok önemliydi...
TAVSİYELER:
Yemekten 30 dakika önce ve yemekten iki saat sonra su içebilirsiniz. Su içilmesi öğünler arasında yapılmalıdır…
Yiyecek ve içeceklerimizin pH seviyeleri, yedinin altındakiler asidik, yedinin üstündekiler de alkalidir. Yiyeceklerden yeterince alkali beslenme yapamasak bile, suyumuzu alkali yaparak, sağlığımızı korur ve daha az hasta oluruz. Bize hayat veren ve vücudun atıklarını temizleyen suyumuzun organlarımıza ve hücrelerimize kolay girmesi ve nüfuz edebilmesi için suyumuzun 7’nin üzerinde olması, yani alkali olması gerekiyor. Aksi takdirde hücre içindeki atıkları vücut temizlemekte güçlük çekecek ve hastalıklarımız da artacaktır. En doğru seçim, içme suyunuzun pH seviyesinin 7,5’la 8,5 arasında olmasıdır.
MADEN SUYU SEÇİMİ YANLIŞTI:
Elbis Hotel’in maden suyu olarak “kızılay” maden suyunun tercih etmesi bir hatadır, zira Kızılay Maden Suyunda “nitrit” tespit edilmişti... Sağlık bakanlığının maden sular raporunu internetten bulup, okumak neden yöneticilerin hatırına gelmemiş bilemiyorum.
Her gün veya iki gün de bir en az bir şişe doğal maden suyu içilmeli. Toprakta azalan minerallerden dolayı sebze ve meyvelerden yeterince mineral alamıyoruz. Bu nedenle, Avrupa ülkelerinde maden suyu çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Mineralli suyun vücudun ihtiyaç duyduğu başlıca mineraller olan kalsiyum, magnezyum, potasyum, fosfat ve sodyumu doğal olarak içerdiği için uzmanlar tarafından önemle tavsiye ediliyor.
Ancak, mide asit dengesini bozmaması için yemeklerde ve tok karnına alınması doğru değil. Maden suyunu yemeklerden 30 dakika önce veya yemekten iki saat sonra içebilirsiniz... Bu kural su için de geçerlidir. Yemeklerde su içmek ise yanlıştır. Maden suyu olarak, Beypazarı veya Özkaynak tercih edilebilir.
TATLIYI YEMEKTEN ÖNCE YİYİNİZ
Tatlı yememeye dikkat ediniz ya da ara sıra yemek zorundaysanız, yemekten önce yiyiniz; ama asla yemekten sonra yemeyiniz, zira sağlığınıza zarar verir.
EKMEK SORUNU:
Elbis Hotel’de iki çeşit ekmek vardı; beyaz ekmek ve köy ekmeği... Köy ekmeği istenilen kalitede olmasa da iyi bir seçim olmuştu...
Tam buğday ekmeği ve diğer esmer ekmeklerin olmayışı da büyük bir eksiklikti... Beyaz ekmeğin bizim ülkede yaygın kullanılması, sağlığımıza zarar vermiştir.
Beyaz ekmekteki katkı zararları bir yana glisemik endeksin en başında gelen bir karbonhidrattır... Besinlerin kan şekerini yükseltme hızına glisemik indeks denir... Üstelik beyaz ekmek, basit karbonhidrat sınıfında olduğu için zararı daha fazladır.
TAVSİYELER:
Kesinlikle beyaz ekmek yemeyin... Her öğünde az miktarda tam buğday ekmeği yiyin. Yaş mayayla yapılmış tam buğday ekmeği tavsiye edilir… Tamamen ekmek yememek doğru bir beslenme şekli de değildir. Ekmek, temel karbonhidrattır ve de günlük beslenmemizde en az yüzde 45 - 50 arası karbonhidrat almak zorundayız.
Ekmeği şişmanlatıcı olarak göstermek de yanlıştır. Yüz gram tam buğday ekmeği 243 - 276 kalori enerjiye sahiptir. Oysa un, yağ, şeker karışımı gıdaların yüz gramı 400 le 500 kalori civarında enerji vermektedir.
Şişmanlık, daha çok fazla hareket etmeyip, şekerli besinleri, un, yağ, şeker karışımı tatlıları, un, yağ karışımı hamur işlerini, kızartmaları, yağlı etleri ve alkollü içkileri tüketenlerde görülür.
Kasların enerji kaynağı olarak kullanılmaması için her gün yeterli karbonhidratlı besinleri tüketmek zorundayız. Vücudumuza enerji veren üç temel besin maddesi vardır. Bu besinler karbonhidrat, protein ve yağdır.
Tam buğday Ekmeği içinde E ve B Vitaminleri diğer ekmeklere göre daha zengindir. Tam buğday ekmeği, kalsiyum, demir, selenyum, magnezyum ve Çinko içerir. Tokluk hissi verir. Kan şekerini hızlı yükseltmez. Şeker hastalığını kontrol altında tutmaya, kan basıncının ve kolesterolün yükselmesini önlemeye, bağırsakları rahatlatıp kabızlığı gidermeye, kalın bağırsak kanseri riskini azaltmaya ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur. Antioksidan değeri yüksektir. Yaşlanmanın yavaşlamasına da yardımcı olur.
Şekerin de, beyaz ekmeğin de kan şekerini yükseltme ve insülin patlamalarına yol açma potansiyelleri, yani bilimsel adıyla glisemik indeksleri aşağı yukarı aynıdır.Kan şekerini hızla yükselten karbonhidratlı yiyecekler (basit karbonhidratlar) ve kan şekerini daha geç ve daha yavaş yükselten karbonhidratlı yiyecekler (kompleks karbonhidratlar) olmak üzere iki gruba ayrılır.
Vücudun ihtiyacı olan enerjiyi kompleks karbonhidratlardan karşılayarak kan şekerinin daha geç ve daha yavaş yükselmesini sağlayabilirsiniz. Yediğimiz sebze, meyve, ekmek, pilav, makarna, çorba, kuru baklagiller gibi çeşitli yiyeceklerin içindeki karbonhidratlar kompleks karbonhidratlar. Kompleks karbonhidratların parçalanma hızı yavaş olduğundan kan şekerini daha geç ve daha yavaş yükseltirler.
KAHVALTIDA SORUN VARDI:
Sabah kahvaltılarında çok çeşit vardı... Ancak benim beklentilerimi karşılamıyordu. 40-50 yaşından sonra çoğumuz tansiyon hastasıyız... Tuzsuz peynir veya tuzsuz zeytin yememiz gerekiyor... Köy peyniri veya yörük peyniri tuzsuz olur... Bir gün “köy peyniri” istedim, tuzlu bir peynir verildi, ikinci gün “tuzsuz köy peyniri” dedim, yine aynı peynir verildi!..
Tuzsuz peynire ulaşamayınca kaşar peyniri istedim. Tatsız, tuzsuz, lezzetten yoksun yapay ve doğal olmayan bir peynir geldi. Kuru sele (tuzsuzdur) zeytini istedim, o da yoktu... Zeytin yöresinde zeytin de yiyemedim... Rafadan yumurta da yoktu... Yumurtalar çok pişirilmişti, yani zararlı trans yağ ürettiği için onu da yiyememiştim. Herhalde kahvaltılarda benden başka şikâyetçi müşteri de olmamıştır. Demek ki benim yaşlardakiler otelin hedef kitlesi değildi...
KLİMA SORUNU:
Otelin klimalarında sorunlar vardı. Klimalar istenildiği gibi çalışmıyordu...
Zaten çoğu da eski, ucuz ve yerli klimalardı... Ya fazla ses yapıyordu ya da soğutmalarında sorun vardı.
Otel sahibinin kendi mali politikasını bilemiyoruz, ama eski klimaların tamir edilmesinin doğru yapılması veya klima alınırken yerli ve ucuz markaların tercih edilmesi de doğru değildi. Ne yazık ki 4 sene önce de klima sorunu yaşadık, şimdi de...
BANYO FANLARI GÜRÜLTÜLÜYDÜ:
Banyo fanları da sesli çalıştığı için bir kişinin gece tuvalete gitmesiyle diğer şahıslarının rahatsız olması çok doğru bir yaklaşım değildi. Fan motorlarının sessiz olması, biraz daha pahalı olur, ama müşteriler açısından büyük bir fayda sağlar, özelikle tatil yerlerinde...
TAVSİYELER:
Klima ve fanların ucuzluk yerine kaliteli seçilmesi gerekir... Ben kendi evimin fanını değiştirdim, şimdi tuvalete girerken bile çalıştığını duymuyorum... Ses seviyesi ise 16 Db (A) “Xpelair Sessiz Banyo Fanı C4S” piyasada satılıyor. Ben internetten aldım, tabi ki diğer fanlardan biraz daha pahalı, ama oteller için bu sessiz çalışan fanlar şart...
ODALAR:
Bizim odamız yaklaşık 20 M2 sayılır... Yaklaşık 4M2 si banyoya ayrılmış ve bir de 3 sandalyenin sığdığı bir balkonumuz vardı. Geride kalan alana ancak üç yatak sığdırmışlardı... Ne yazık ki yatağın biri tam klimanın altına gelmişti. Bu da yatan kişinin rahatsız olması demekti. Çünkü klima yapılış olarak tavana değil, ortaya ve alta üfleme yapıyordu. Bizim klima soğutmadan sadece üfleme yapsa da rahatsız ediyordu.
ODALARDA DUVAR SAATİ YOK
Tatillerde genelde telefonlarımızı kapatıyoruz, bu yüzden odada bir duvar saatinin olması büyük kolaylık olurdu.
Zira otelin bütün programları hep saatlerle yapılıyordu.
HAVUZLAR ŞAHANEYDİ:
Otelde üç havuz vardı; biri kadınlara ait, diğerleri ise yetişkinlere ve çocuklara. Bu iki havuz da çok kullanışlı ve ergonomik yapılmıştı…
Çocuklara yapılan havuz içinde küçük kaydıraklar ve şemsiye şeklinde su şelalesi de mevcuttu. Bu güzel havuz, bir yaşından beş yaşına kadar çocuklar için şahane bir eğlence ve serinleme yeriydi.
Yetişkinlerin havuzu da yavaş yavaş derinleşiyordu. Fakat en derin yeri yine de bir yetişkinin boğazını geçmeyecek düzeydeydi... Sanıyorum tatlı suya biraz da deniz suyu karıştırıyorlardı... Su sıcaklığı çok iyiydi... Aslında bu havuzun da yüzde 90’ını 4 yaşın üzerindeki çocuklar işgal etmişti.
Yetişkinler, daha çok deniz sahilini tercih etmişlerdi. Havuzların etrafındaki zeminin ahşap olması da bir uzman çalışmasının olduğunu gösteriyordu... Havuz kenarı ahşap zemin, hem ayakların yanmasını hem de kaymayı önlüyordu.
DENİZ VE İSKELE HARİKAYDI:
Altınoluk’un sahillerinin hemen hemen her yerinde denize girmek zordur, zira denize giriş hep taşlıdır...
Biz daha önceler hep deniz ayakkabılarıyla denize girerdik...
Elbis Hotel bu sıkıntıyı da çözmüştü... Denize yapılan iskele, sizi tamamen ileride kumlu ve suyun boğazınızı geçmeyen bir bölgesine götürüyor... Üstelik ayaklarınız yanmasın ve kaymasın diye ahşap ve çizgili tahtalar üzerinde rahatça yürüyebiliyorsunuz...
Denizin temizliği de dikkat çekiciydi... Ancak iskeleyi ayakta tutan demirler çürümüştü; tamir istiyordu.
YERLEŞİM HARİKAYDI:
Yerleşim olarak, çok geniş bir alanda yaklaşık 4 blok göze çarpıyordu... Herhalde eski ve yeni yapılanlar vardı... Kuruluş palmiye ağaçları altında açık hava ve yarı kapalı alanlarla güzel bir yerleşime sahipti ve kapalı içecekler hariç, her içecek ücretsiz veriliyordu.
PERSONEL ÇOK KİBARDI:
Personel konusu çok farklıydı!.. Ben hayatımda bu kadar nazik ve kibar personele rast gelmedim diyebilirim... Bunun nasıl sağlandığını doğrusu anlayamadım; her görevli otelin sahibi gibi kibar ve nezaketliydi...
ELBİS HOTEL’DE SİGARAYA FAZLA TÖLERANS GÖSTERİLMİŞTİ
Sigara içilmesinin azaltılması için devletimiz çok iyi mücadele vermiştir. Ancak erkeklerde sigara içme azalırken kadınlarda sigara içme artmıştır.
Elbis Hotel’de masa olan her yere bir küllük koymuşlardı...
Bizim oda balkonunda bile küllük vardı... Bu garip bir durumdu... Sigara içmek normal bir davranışmış gibi adeta teşvik edilmişti...
İzmaritler yere atılmasını önlemek mi yoksa müşteri memnuniyetini artırmak için mi? Doğrusu otelin maksadını tam olarak anlayamadım. Bu saçma uygulamadan dolayı, bir seferinde restoran kısmında yemek ortasında masa değiştirmek zorunda kaldık.
Yan tarafta yemeğini yiyen bir erkek iki kadın sigaralarını yakmış keyif yaparken dumanları bizim masaya geliyordu... Bizim ise, keyif almak yerine, huzurumuz kaçmıştı...
Birilerinin hürriyet sınırını aşması, bizim hürriyetimizi gasp etmişti. Otelin odamıza ve restorana kadar küllük koyması, caydırmak değil, sigarayı teşvik etmekti. Çok fazla şikâyet gelmiyorsa bu yanlışın devam etmesi ise doğru bir yaklaşım olamazdı...
Daima Doğru olanlar yapılmalıydı... Zira toplumumuz bilinçlendikçe daha seçici olacaktır... Müesseselerin ise şimdiden bu sürece katkısı olması lazım.
OTELLERE TAVSİYELER:
Büyük Şehirlerimizde olduğu gibi otellerimizde bile alaturka tuvaletler yoktur. Lavabo boyları bile abdest almaya engel standartta yapılmış... Alafranga tuvaletlerde çıplak vücudunuzla tuvalet taşına oturmak zorunda kalıyorsunuz... Ne kadar temizlense de bu tür tuvaletlerin hijyenik olması mümkün değil...
Ufak da olsa her otelde ayrıca alaturka tuvaletlerin yapılması lazım.
Alaturka tuvalet sağlığımıza daha uygun ve de hijyeniktir…
Evimdeki rahatı tatilde de yaşamak isterim. Dahası şu anda bu yanlış tuvalet uygulamaları, Avrupa’da da değişikliklere uğradı... Japonya ise tamamen alaturka tuvalet kullanıyor. Peki alaturka tuvaletin faydası yalnızca hijyen midir?..
Tabi ki Hayır...
Doğal olan, çömelerek tuvalet ihtiyacımızı gidermektir…
Bağırsaklarımızın doğru çalışmasına yardımcı olan 35 derece çömelerek, boşalmayı sağlayan alaturka tuvaletler, doğal hayata en uygun olanlarıdır…
90 derecelik oturmalar ise sağlığa zararlıdır.
Vücudumuz, Allah tarafından işlevlerini doğru yapacak şekilde tasarlanmış ve yaratılmıştır…
Yaratanın yeryüzü ve canlılar üzerindeki tasarımına aykırı her şeyin bize zarar verdiğini hesaba katarak, gelişmelerimizi sağlamalıyız… Tabiata veya yaradılışımıza aykırı yapılan her davranış, dünyamıza ve canlılara zarar verir.
Bilimsel araştırmalar, modernleşen insanların yanlış dışkıladığını söylüyor.
Modern (klozetli) alafranga tuvaletlerde oturduğumuz zaman, puborectalis kası rektumu (kalın bağırsağın son 10-12 cm’lik kısmı) baskılıyor, bu yüzden dışkılama sağlıklı bir şekilde gerçekleşmiyor. Bunun sonucunda ciddi sağlık problemleri ortaya çıkabiliyor… Fıtık iltihabi, bağırsak hastalıkları, kolon kanseri,reflü, divertiküloz ve hemoroid vb…
Çömelerek tuvalet yaptığınızda ise, şekilde görüldüğü gibi puborectalis kası gevşeyerek, kalın bağırsağın son kısmı olan rektumu düz hala getiriyor ve kolay dışkılamayı sağlıyor…
ALATURKA TUVALETİN FAYDALARI
Çömelerek dışkılamak, dışkının vücuttan daha kolay atılmasını sağlar. Çömelme pozisyonunda bağırsaklar oldukça rahat işlevini tamamlar…
ÇÖMELMEK, KASIK FITIĞI VE KANSER RİSKİNİ AZALTIYOR
Alaturka tuvaletlerde çömelmenin avantajları:
- Rektum ve kolonun daha hızlı ve daha etkili boşalması, kanserojen maddelerin kolon mukozası ile temasını azaltıyor.
- Kasık fıtığını engelliyor.
- Tuvalette geçirilen zamanın kısalması, hemoroit hastalığı riskini azaltıyor.
- Uylukların, kolona yaptığı baskı, ıkınmayı azaltıyor.
- Uzun süre oturan, ıkınan ve zorlanan kişilerde karın içi basıncı artıyor; çömelmek ise baskıyı ve reflüyü minimuma indiriyor.
- Puborectalis kasın gevşemesini sağlıyor. Dışkının çıkmasıyla ilgili hastalıkların oluşmasını engelliyor.
Ayrıca klozetler, bağırsak iltihaplanmasını kötüleştirmekte, idrar enfeksiyonuna sebep olmaktadır. Kalp hastalıklarına bile sebep olabileceği tıbben kabul edilmektedir. Amerika’daki Stanford Üniversitesi’ndeki bilim insanları vücutlarımızın aslında boşaltım sırasında oturmak değil, çömelmek için tasarlandığını söylüyorlar.
Şayet alafranga tuvaletten vazgeçmek istemiyorsanız, çömelerek oturma pozisyonunu sağlamak için ayağınızın altına en azından sizi 35 dereceye göre yükseltebilecek bir tabure koymanız da fayda var… Kamuya açık yerlerde ise mutlaka her tuvalet sonrası sifon çekildiğinde, otomasyonla kullanılan naylon kılıfın değişmesi hijyen acısından şarttır.
Japonya alaturka tuvalet kullanmaktadır…
Avrupa toplumu ise son zamanlar yapılan araştırmalar sonunda bu gerçeği kabul etti…
Avrupalılar, mevcut tuvaletlerine ayakaltına uygun tabureler yaparak, çömelme ihtiyacını karşılamaya yoluna gitmiştir.
ÜRETİLEN GIDA MADDELERİ KALİTESİZ
Ülkemizde en önemli dertlerimizden biri de doğal olmayan gıdalar. Abi yumurta taze!..
Tamam, yumurtan taze de serbest gezen tavuklardan mı?
Tavuğun cinsi ve yediği yem nedir?
Yoksa yeme kırmızı gıda boyası mı kattınız?
Yemler hormonlu mu doğal mı?
Tavuğun yaşadığı yer nasıl düzenlenmiş?
Yumurta alırsınız ne lezzet, ne koku ne de görünümü var...
Maydanozlar büyük ve çalı gibi. Hıyarın, domatesin tadı tuzu yok...
Eskiden simittin kokusu 10 metreden gelirdi; şimdi ekmek ununu pişirip, üstüne uyduruk Çin işi yapay bir susam atıyorlar, biz de alıp, yiyoruz…
Eskiden et kızartıldığında kokusu mahalleyi sarardı... Şimdi hiçbir şeyin kokusu, tadı tuzu yok...
Bu gıda terörü, materyalist sistemlerde genel bir sorun...
Yediklerinizin kokusu ve tadının olması için şimdi her şeyin aroması da çıkmış, şekerin bile mısır şurubu denen daha ucuz ve kalitesiz türü üretiliyor ve de esnafların çoğu ucuz olduğu için bu zararlı maddeyi kullanıyor. Kısacası yediğimiz her şey berbatlaştı...
OTELLER, PİYASAYA UYMAMALI; DOĞAL GIDALAR İÇİN ÜLKEMİZE REHBER OLMALI
Otellerin meralarda doğal otlayan hayvanlardan etlerini seçmesi gerekir... Hayvan yemlerinin doğal olması lazım... Gıda maddelerin de hayvan gübresiyle ve de doğal tohumlarla üretilmiş olması lazım. Yoksa Bolulu aşçılar da olsa kötü malzemeden iyi veya kaliteli yemek olmaz... Gerekirse bu doğal gıda üretimini bizzat kendisi yapmalı.
Yemek kalitesini -gençlerimiz- tam olarak bilmiyor, bu yüzden bilinçsiz yapılan yorumlar, otelleri cesaretlendiriyor ya da yanıltıyor... Gençler, raf ömrünü uzatmak için katkısı olan doğal olmayan marketten aldığı sanayileşmiş yoğurtları yiyor...
Ev yoğurdu verdiğimizde ise tadını beğenmiyorlar... Çünkü doğal olan gıdaların tadını bilmediklerinden seçici de olamıyorlar...
Etin, yumurtanın, domatesin, hıyarın tadını ve kokusunu önceden bilmeyen insanların değerlendirmeleri de isabetli olamaz.
TATİL KONUSUNDA SON SÖZLERİMİZ:
Türkiye’de tatil yerleri dışarıdan gelen turistlere göre dizayn edilmiş.
Yerli tatilciler bu yüzden daha fazla para ödemek zorunda kalıyor. Çünkü yaz aylarında talep fazla ve yer sıkıntısı çekiliyor.
Bu durum da fiyatlar da yukarı çekiliyor.
İspanya gibi bazı ülke halkları ise turistlerin gelmemesi için pankartlar açıyorlar.
Bence öncelik, yerli halkımızın olmalıdır... Ayrıca otel veya diğer müesseselerin denizden 300 metre uzaklaşmaları lazım, zira deniz ve kıyısı halkın malıdır. Anayasaya göre de insan haklarına ve kul hakkına göre de denize sıfır yerler olamaz.
ELBİS HOTEL ÇOCUK CENNETİ
Elbis Hotel, bütün olumsuzluklara rağmen çocuklu ailelerin mutlu olacağı bir ortamın oluşmasını temin ederek, memnuniyet oluşturmuştur...
Çocuklar için yapılan etkinlikler ve onlara verilen hediyeler, gerçekten güzel bir ortam oluşturmuştu... Zaten yorumlarda da övgüyle aile ortamından bahsedilerek, bu durum açıkça ortaya konuyordu…
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com