?>

Ekonomik ve ticari ilişkilerdeki güç merkezleri

Ali Karani

4 yıl önce

Ekonomik ve ticari ilişkilerle oluşan stratejik güç merkezleri ve borçlandırılan coğrafyalardaki kölelik!..

İnsanlık, sürekli olarak geliştirilen teknolojik buluşlar ve bu teknolojik buluşlara ayak uydurabilmek için baş döndürücü bir hızla hayatta kalma serüvenine devam ederken, ekonominin kudreti ise hayatın değişimini ve dahi ilişkilerin bile yeni seviyelere taşınmasını zorunlu kılmaktadır…

Tüm hayatımızı, artık ekonomik ilişkiler belirlemektedir, hatta insanlığın geleceğini dahi bu ekonomik ilişkiler, kendi kurallarına göre yapılandırmaktadır” şeklinde bir iddiayı ortaya atarsak yanılmış olur muyuz!?.

Bu açıdan bakıldığında, insanın otokontrolünü sağlayan duyguların yok olduğunu ve bu duyguların, artık tarihin raflarındaki yerlerini almış olduklarını ve tozlanmak üzere öylece bırakıldıklarını iddia edersek haksızlık mı etmiş oluruz!?.

Buradan hemen yatay bir geçiş yaparak dikkat ışıklarını üzerine çekmeye çalıştığımız insanlığın yeniden şekillendirildiği yeni dünya düzeni kulvarında hep birlikte bir yürüyüş yapalım, ne dersiniz!?

Kurulan ekonomik ve ticari ilişkiler ile yeniden yapılandırılan global sistemdeki güç merkezleri nasıl oluşmaktadır!?

Petrol ve doğalgaz ticaretinin günümüzde hala ticari ilişkilerdeki yerini ilk sırada alıyor olması, bu alandaki rekabetin kıran kırana geçmesini ve sürekli olarak yeni ihtilafların tetiklenmesini doğurmaktadır.

Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan sistemde “Güç merkezleri” sırasıyla şekillenmekte midir!?.

Örnekleme yapılacak olunursa;

- İki ayaklı AB ve ABD-İSRAİL olarak (Arap körfezini, kısmen kuzey doğu Afrika’yı egemenlikleri altında tutan) BATILI karma güç merkezi, görünen en etkili güç merkezi durumundadırlar. Bu arada, şimdilik tüm dünyada koordinasyon ve jandarmalık yapar haldedirler.

ÇİN-İNGİLTERE,OBOR” ile birlikte şekillendirilmeye çalışılan potansiyel bir DOĞULU güç merkezi olarak, Batılı güç merkezine ciddi şekilde meydan okuyabilecek bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır…

- Şayet birbirleri ile olan ihtilaflarını uzlaşarak halledebilirlerse, ORTA ASYA, KAFKASLAR, RUSYA, ORTADOĞU, ANADOLU VE BALKANLAR şeklinde, dünyanın merkezi olarak adlandırabileceğimiz bölgedeki bir güç merkezi, Batılı ve Doğulu güç merkezlerinin hem çarpışmasını hem de dengede kalmalarını sağlayabilecek potansiyelini taşımaktadır.

Belki de bu şekilde dünya savaşlarının önü de kesilmiş olabilecektir…

- Ve son olarak “AFRİKA Birliği”nden -şayet oluşturabilirlerse- güneydeki bir güç merkezinin doğabileceği de öngörülebilir.

Yapılan ticari anlaşmaların gerçekleşebilmesi için petrol ve doğalgazın boru hatları ve gemiler sayesinde, akabinde değerli madenlerin de pazarlanması ve güvenli satışı sayesinde, ihraç edilecek tüm ürünler üzerinden dönüşü sağlanan ekonomik imkanlar, tüm bu planlanan güç merkezlerini doğru bir koordinasyon ile birlikte hayata geçirecektir. 

Sorunlarını halletmiş ve hızlı organize olabilen bölgeler, kurulan yeni dünyada genişletebildikleri birlikleri kadar söz ve etki sahibi olabileceklerdir.

Yeniden şekillendirilen dünyamızın ve içerisinde yaşayan insanlığın geleceğinin nasıl şekilleneceği konusunu da sorgulamak gerekmez mi!?

Yaşadığımız son çeyrek bin yılda, şekillendirme ve planlanması hedeflenen coğrafyaların, sürekli olarak tüm enerjilerini kendi içlerinde harcamaları, terör ve iç çatışmalar yolu ile sağlanmış ve uğratılan zarar-ziyanın telafisi için “ekonomik destek” adı altında borçlandırma ve hatta borçlandırmalar sayesinde ülkelerin ve toplumlarının gelecek zamanlarının da satın alınarak İPOTEK KONULMUŞ olması, kurgulanan ve uygulanan planların tıkır tıkır işlediğini göstermektedir.

İnsanlığın geleceği, ülkeler içerisinde uygulanacak projeler için verilen borçlar ve karşılığında devletlerden alınan “Devlet garantileri” sayesinde İPOTEK altına alınmış mıdır!? 

EVET alınmıştır!.. 

Peki neden, insanlığın geleceği borçlandırılarak İPOTEK altına alınmak istenmektedir!?

Sorduğumuz bu sorunun cevabını verdiğimizde, global ekonomik döngünün de hangi hedefe sahip olduğunu kavramış olacağız…

Şahsi çıkarlarını, insanlığın çıkarlarından daha ileri gören ve yaptıkları karşısında kendi vicdanlarına cevap veremedikleri için defaatle sosyal medyada itiraflarda bulunan “EKONOMİK TETİKÇİLER”in açıklamalarına hep birlikte şahitlik etmişizdir…

Hepsinin itiraflarındaki ortak nokta; Kandırıldıkları, insanlığı borçlandırdıkları ve bundan dolayı haksız yere insanlığın köleleştirildiği vurgusudur…

İşbirliği yaparak aldıkları komisyonları ve verdikleri rüşvetleri de açıklamış olmaları, kurulan halkları ve devletleri köleleştirme sisteminin iç yüzünü de ifşa etmesinden dolayı, bir takım dokunulmazlıklara sahip olan görevlilerin, görevlerinden alınmalarını her ne kadar sağlamış olsa da kurulu bu sistemin devam edebilmesi için yerlerine yenilerinin getirilmesini engelleyebilmiş değillerdir…

Projeyi teklif edin ve finansal kaynağı sunun, ardından “yüzde 20 komisyon” ve “yüzde 20 rüşvet” şeklindeki kurulan çember sayesinde bütçeyi yüzde 40 eksik olarak projeye aktarın, ardından devlet garantisini yüzde 100 borç miktarına kapsayacak şekilde alarak toplumu borçlandırın ve en önemlisi de projeyi üretime yönelik değil, tüketime yönelik olarak kurgulayın!..

BU DÖNGÜ, NE KADAR MASUM GÖRÜNÜYOR DEĞİL Mİ!.. 

Resimdeki eksik kalan taraf şudur;

Verilen devlet garantisinin manası, milletin borç için kefil edilmesi anlamına geldiği için, alınan finansal borcun faizi ile birlikte geri ödenmesi zaten garanti altına alınmış demektir. Yani uygulanacak projenin asıl sahibi, milletin ta kendisidir. 

Peki millet, kendi sahip olduğu projelerden faydalanırken örneğin; yolu kullanırken, tünelden geçerken, köprüden geçerken neden sahibi olduğu şey için tekrardan fahiş ödemeler yapmak zorunda bırakılmaktadır!?

İnsanlık, gözle görülür şekilde menfaat ve zevk peşinde koşarken, başına örülen bu çorabın ne denli tehlikeli olduğunu görmekten bile aciz durumda mıdır!?

Yoksa bu haksızlığa, bilerek veya bilmeyerek ortak mı olmaktadır!?.

İç güdüler ile yaşamayı seçmiş olmak, tıpkı hayvanlar misali güdülmeyi getireceğinden, kimsenin bu durumdan şikayetçi olmaması gerektiği kanaatini taşımaktayız diyoruz.

- “Herkesin kaderi, kendi gayretine bağlı” kılınmış mıdır?

EVET!

Öyleyse;bireylerin kaderi varsa, toplumların da kaderleri vardır” gerçeği, herkesin ayılmasına vesile olmalıdır.

- Kurunun yanında yaş da yanıyor mu?

Yanıyor!..

Şayet insanlık, varoluş gayesini unutur da duygularından vaz geçerse, nazarımızda bu durumu hak etmiş sayılacaktır.

Çünkü yaradılışın gayesi, var edenin kuralları ile uyumlu olabilmek için mücadele etmektir.

Eğer “EN” noktasından koyulan kurallar terk edilir de heves ve çıkar peşinde koşulur ise “NİZAM” denilen kavramın dışına çıkılmış olunur ki, bu durumda insanlığın başına nelerin gelebileceği kestirilebilir bir vakıa değildir.

Çözüm nedir?

Herkesin öncelikle, “şahsi çıkarlar mı yoksa toplumun çıkarları mı önceliklidir” tercihi karşısında yapması gereken seçimini ciddi şekilde düşünmesi gerekmektedir.

Devleti zarara uğratabilecek girişimlerden acilen vaz geçilmesi ise elzemdir.

- Stratejik projelerin yapılmasına karşı olmamakla birlikte, projelerdeki öncelik sıralamasının tüketime değil de üretime öncelik verilmesi şeklinde planlanması olmazsa olmazlardandır. 

- Devlet idaresinde görev almanın bir rant kapısı olmaktan çıkartılması ve hatta akçeli işlere bulaşmış olanların gerekirse vatandaşlıktan bile çıkartılabileceği olasılığının ilan edilmesi, sistemsel çürümenin ortadan kaldırılacağı anlamına da gelmektedir.

Son söz;

HAŞA! 

ZULMETMEZ KULUNA HÜDASI,

HERKESİN ÇEKTİĞİ KENDİ CEZASI….

.

Ali Karani, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI