?>

Eğirdir Gölü’ndeki Coğrafî Değişim

Ramazan Topraklı

5 yıl önce

500 YIL ÖNCE GÖLLER BÖLGESİ’NDE VUKÛ BULAN YERYÜZÜ DEĞİŞİKLİĞİ VE TARİH ANLAYIŞINA TESİRİ

Yaklaşık 500 yıl önce Eğirdir Gölü, Eğirdir ve Hoyran, Beyşehir Gölü de Beyşehir ve Kıreli olmak üzere ikişer ayrı göldü. Kâtip Çelebi ve Pîrî Reis’e ait haritalarda Eğirdir Gölü, sadece Eğirdir Gölü iken, Beyşehir’in iki parça olduğu çok açık görülmektedir. 

Pîrî Reis’e ait haritada Eğirdir Gölü’ne kuzeyden karışan bir ırmak vardır. Papaz Arundel, 1833’de Eğirdir’e geldiğinde göl hakkında “Eğirdir Gölü, Bizans tarihçilerinin eni 4 ligue (16 bm) boyu 5 ligue (20 bm) olan Pusgusa dedikleri göl olmalıdır” der. [(bk. Haritalar). (bm): Bin metre demektir.]

Ülkemizde 129’u devlet, 77’si vakıf olmak üzere toplam 206 üniversite vardır. 

Bizim değerli ilim adamımız televizyonda Aral Gölü’ndeki değişimi anlatır da sanki bu ülkenin adamı değilmiş gibi Eğirdir, Beyşehir ve diğer göllerimizde meydana gelmiş olan değişiklikten hiç bahsetmez. 

Bu değişim bilinmediği için de hatalı bir tarih anlayışı gelişmiştir:

Uc’a ait Türkiye Selçukluları tarihi, Beylikler tarihi ve Osmanlı Devleti tarihinin başlangıç ve kuruluş kısmı külliyen yanlıştır. 

Biz bu hususu on yıldır dile getiriyoruz, lâkin merhum Yılmaz Öztuna hariç, bir tarihçimiz ve coğrafyacımız çıkıp da, bunun üzerine müspet veya menfi bir satır yazı yazmamıştır.

Herkes Beyşehir Gölü ve Eğirdir Gölü’nü bugünkü oldukları gibi sanmakta, buna göre makaleler yazıp çizmekte ve böylelikle de tarih yorumlarımız tamamen hatalı olmaktadır.

Merhum Halil İnalcık, “1105 yılında İznik’te Selçuklu yönetimi tekrar kuruldu” der. 

Hâlbuki Semavi İyice, İznik’in 1097’de elden çıktıktan sonra 1331 yılındaki Orhan Gâzî’nin fethine kadar bir daha bizim olmadığını söyler. 

Bir tarihçimiz çıkıp da bu hususa bir açıklık getirmez, ve de getiremez. 

Aslında İyice de, İnalcık da doğru idi. Çünkü Bursa-İznik’ten gayri bir İznik daha vardı, ama İnalcık dâhil bu durumu kimse bilmiyordu. 

Bu İznik, bazen “Küçük İznik” olarak da zikredilen Senirkent-Uluğbey (İlegüp) köyü idi. 

Uluğbey’in Lampe, İznik, Pliristra, Nimfe ve Dristra olmak üzere beş adı vardı ve onun için buraya Pentapolis de deniliyordu.

Hakeza Alaşehir de iki tane idi. 

Selçuklu tarihinde çok sık zikri geçen Alaşehir Yalvaç idi. 

Tarihçi, arkeolog ve coğrafyacı bu hususu bilmediği için Yalvaç’ta vuku bulan bütün olayları Manisa Alaşehir’e mal ediyordu. 

Bu misalleri Lâdik (Laodikya), İzmir, Atina, Honas, Homa, Hadrianopolis, Bergama, Edremit, Ainos, Tralleis, Tripolis vs şeklinde çoğaltabiliriz. 

Başkent Ankara’dan gayri bir Ankara daha vardı, ama Türkiye’de bunu bilen ne bir tarihçi, ne de bir coğrafyacı vardı!

Mızrak çuvala sığmıyor!..

Ülkemizde 60 yıl, belki de 70 yıl araştırma yapmış ve “Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası” adlı bir kitap yazmış olan Remsi (W. M. Ramsay), Arap müverrihlerinin Kapadokya’nın güneyinde ikinci Ankara’dan bahsettiklerini, fakat yanıldıklarını (Remsi, 1960: 395) söyler. 

Ama bizim tarihçi ve coğrafyacımız buna hiç kulak asmaz ve Mut-Kahtama civarında yapılan Afşin (Haydar bin Kâvûs) -imparator Teofios savaşını Tokat-Kazova’ya götürür ve bu konuda makaleler, kitaplar yazılır. 

Aslında bu konuda yanılan Arap tarihçileri değil, Remsi’dir. 

Onun Başkent-Ankara’dan gayri Kütahya-Bergama arasına yerleştirdiği ikinci bir Ankara daha vardı ki, o, bu konuda yanılmış ve Suğla Gölü civarındaki (Kapadokya’nın güneyi) Ankara’yı, Kütahya ile Bergama arasına yerleştirmişti.

Remsi’nin bu kitabı, bizim arkeolog ve tarihçilerin başucu kitabıdır, sanki anayasalarıdır. 

Bunlar, “Ya benim eserim sırf bir hatadan ibarettir, yahut da Anadolu haritasının büyük bir kısmı tamamiyle değişmeli” (Remsi, 1960: 106) şeklinde eserinin hatalı olabileceğini kabul eden Remsi’nin bu ifadesini de görmezden gelirler.

Her yıl birçok tarihçi Malazgirt Zaferi kutlamalarına katılır ve TV ekranında boy gösterir. Ama bunların hiçbiri de imparator Romen Diyojen’in Malazgirt’e giderken yürüdüğü yolu bilmez. 

Onu, hiç ilgisi olmadığı halde Başkent Ankara’dan geçirirler. 

Onlar, kendilerine bir Türk’ü değil, Amerika’daki John Haldon’u rehber alırlar.

Günlerden bir gün İlahiyat Fakültesi kütüphanesinde İbnü’l-Esîr’den “Ammuriyye’nin Fethi” bahsini okuyorum, tekrar, tekrar okuyorum, orada zikredilen Ankara’nın, Başkent Ankara, Sarûc’un da Urfa-Suruc olamayacağını seziyorum. 

Akşam oluyor, Kopraman (Prof. Dr. Kâzım Yaşar)’ı arıyorum; “Hocam, Ammuriyye’nin fethi bahsinde adı geçen Ankara, Başkent Ankara değil”, diyorum. 

- Nerden çıkardın? 

İbnü’l-Esîr" diyorum. 

- O muahhar, sen Taberî’ye bak! (Almak istersen haberi, Oku Tarihi Taberî). 

Ertesi gün doğruca İlahiyat Fakültesi’nin yolunu tutuyor, Prof. Dr. Mehmet Akkuş’a varıyorum. 

- Hocam, bana Taberî lâzım, ama ben Arapça bilmem. 

Yanıma Arapça bilen bir arkadaş katıyor, “Taberî ve Ammuriyye’nin fethi” bahsini buluyoruz, bir kopyasını alıp, doğruca Kopraman Hocamın yanına varıyorum: 

Hocam bu Arapça, ben bundan anlamam” diyorum. 

Hoca, 1200 sene önce yazılmış 14 sayfa metni iki ay gibi bir sürede tercüme etti ve 2014 Mart’ında da yayınladım. 

Hoca, kapakta adının yazılmasını kabul etmedi. 

Ben bunu, “benim vaki olacak hatalarıma ortak olmak istemedi” şeklinde anladım. 

Hoca beni, arabasıyla evime bırakır, öyle evine gider. 

Birçok Arapça, İngilizce, Osmanlı siyakat hattını Kopraman Hocam okudu. Kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır. 

Ne hikmetse istisnaları hariç, Türk tarihçisi, hata yapmamak için kendi görüşlerini ortaya koymuyor ve başkasından alıntılarla işi halletmeye çalışıyor, ama alıntıların yanlış olabileceğini düşünmüyor.

Altı-yedi yıl oldu, Ammuriyye’nin Uluborlu, her yanı dik bayır olan Kelene Hisarı (Arrianos, 1945: 66)’nın Yenice Sivrisi, Apa-meya’nın Barla-Boyalı önü, Lâdik (Laodikya) veya Denizli’nin Eğirdir olduğunu yazdık, ama kimse aldırmadı.

Ord. Prof. Mükremin Halil Yinanç, Isparta’nın 1204 yılındaki fethi için, “her nasılsa Isparta arada kalmıştı” der. 

O, bu ifadesiyle 1204’den evvel Denizli’nin fethedildiğini söylemek ister. 

Hâlbuki 1204’den evvel fethedilen Denizli, bugünkü Denizli değil, Eğirdir-Denizli’dir. 

Denizli’nin, denizi olan yer demek olduğunu, Denizli’de deniz olmadığını bildikleri halde konunun üzerinde durmazlar. 

Kopraman’dan duyduğuma göre; İstanbul’da bulunan Akdes Nimet Kurat’ın Denizli’ye tayini çıkar, merhum deniz yakınında bir yere tayin oldum diye sevinir. 

Akdes Bey’in arkadaşları, “hiç boşuna sevinme, Denizli’de deniz yok” derler. 

Yine bir gün Kopraman’a, “Tralleis Barla” diyorum.

Ramazan Bey, bizim aklımızla oynama, Tralleis Aydın, Ayasofya’nın mimarı İzidor da Aydınlı’dır” diyor.

- Peki, Hocam, Miryokefalon Savaşı vukû bulalı bir yıl olmuş, henüz Uluborlu’yu bile almamışız, ordumuz 285 bm uzaktaki Aydın’a helikopterle mi gitti? 

- Nerede yazıyor?

Bitişik odadaki merhum Salim Koca’dan Honiyates’i alıp verdim.

“Atabek, Menderes kenarında bulunan şehirlere hücum ederek korkunç tahribatlar yaptı. Tralleis (Aydın), Firikya Antakyası, Luma, Pentakheir ve daha başka kaleleri aldı” (Honiyates, 1995: 133) kaydını okudu. 

Uzun uzun düşündükten sonra şu açıklamayı yaptı:

“Khoniates’i çeviren merhum Işıltan, Tralleis’i Aydın anlamakla biraz aceleci davranmıştır. Onu kaynak kullanan bütün araştırmacılar, Tralleis’i hep Aydın kabul etmişlerdir. Bize göre böylesi bir kabul hatalıdır. Çünkü 1177’de Türkler henüz Uluborlu’yu bile fethetmemişlerdi. 

Hâl böyle iken Uluborlu’dan çok ötedeki Aydın’da Türk ordusunun ne işi olabilirdi? Bu hususu enine boyuna araştırıp tahkik etmeden verilen acele bir hüküm, bu yanlışın yaygınlaşmasına sebep olmuştur. 

Aynı şekilde bir ırmağın ovada kıvrımlar yaparak akması anlamına gelen ‘meander’ fiilinden türediğinde şüphe bulunmayan ‘menderes’ kelimesi de bugün bizim bildiğimiz ve ‘büyük ve küçük’ sıfatlarıyla tavsif ettiğimiz iki nehirden ayrı, başka bir nehir olmalıdır. 

Aksi takdirde Türklerin o tarihlerde Büyük ve Küçük Menderes havâlisini fethetmiş olmaları gerekir ki, o tarihlerde bu havâli Türkler tarafından fethedilmemiştir. 

Bizim araştırmalarımız, bilhassa yer isimleri hakkında, kesin kanaat izhar etmeden önce kaynaklardaki yazılı ifadelerle coğrafî mekânlardaki durumu çok iyi tedkik etmemiz gerektiğini bize ihtar etmektedir.” 

Filobad Kasrı ve Türkçe Fermanı (1277 Yılı)

Kopraman Hocamla odasında otururken, Prof. Dr. Reşat Genç çıkageldi.

Kopraman Hacam; "ya Reşat, Ramazan Bey, Lebounion Savaşı’nın Edirne’de değil, Eğirdir Gölü kıyısında yapıldığını söylüyor" dedi.

Reşat Hoca, bana dönerek biraz öfkeli, “tabii Ramazan Bey, Akdes Hocadan daha iyi Rusça bilir, Akdes Hoca’dan daha iyi Yunanca bilir, tabii Ramazan Beyin dediği doğru olacak” dedi.

Ben de, “Hocam ben Rusça bilmem, Yunanca da bilmem, hatta Türkçem de iyi değil, ancak ben yüzme biliyorum, Akdes Hoca bilmiyor" dedim. 

Maalesef, Türkiye’de tarihî olayların vukû bulduğu yerleri araştıran birine pek rastlamadım.

Ancak iki gün önce Prof. Ahmet Çaycı, Filobad’ın Gevele dağı eteğindeki Sarayköy olduğuna dair beni çok sevindiren bir haber gönderdi. Çünkü 1277’de Karaman ve Menteşe (Hamidoğulları Beyliğini kurucusu kabul edilen Hamid Bey ve ona tâbi Ertuğrul Gâzi ile oğlu Osman Bey) Türkçe fermanını burada yazdılar.

Şimdi soruyorum, Anna Komnena’nın Peçenek tarihinde zikrettiği Bolvadin, Hades, Çoru, Rusion, Küçük İznik, Yüz Tepeler, Edremit, seyri kısa veya ağzı kaynağına yakın Euros (Menderes), Uz Gölü, Bitzina (Becene) çayı, Hadrianopolis, Mauropotamos gibi isimler Afyonkarahisar ve Eğirdir Gölü civarında olur da Levunis savaşı Edirne’de mi olur?

Savaşta adları zikredilen Bizans bölge kumandanları yarı barbar Monastras ve Lebounies, Kundanlı ve Eğirdir Gölü civarında bulunur da savaş Edirne’de mi olur? Nasipse bunlara ilerde ayrıntılı girelim.  

Göller Bölgesi’ndeki Yeryüzü Değişikliği ve Battal Gâzî...

Bugün Güney-Kuzey istikametinde Eğirdir Gölü’nün Kemer Boğazı’na kadar uzunluğu 33 bm Hoyran Gölü ile birlikte güneyden kuzeye 50 bm’dir.

Eğirdir Gölü eskiden 20 bm olduğuna göre, göl ile Kemer Boğazı arası 13 bm’lik bir kara parçası demektir. Yani Barla ile Gelendost’un arası karadır ve bu kara içinde Kemer Boğazı’ndan doğup Eğirdir Gölü’ne dökülen “ağzı kaynağına yakın” veya “seyri kısa” ünlü bir ırmak var (bk. Harita).

Pîrî Reis haritasında görülen bu ırmak, 1286’da ölen İbn Said el-Mağribî’de büyük ve derin el-Battal nehri, Bizans tarihçilerince ekseriya Menderes, bazen de Sangaryos ve Halis şeklinde kaydedilmiştir.

İbn Said aynen şöyle der: “Oraya büyük ve derin el-Battal nehri dökülür. Bu nehir Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında sınırdır. Orada Makarr-ı John vardır. Bu yer seyyahlarca ünlüdür. Oradan İskenderiyye’ye kereste gönderilir. Bu Battal, Emeviler zamanında Rum’a gazâlar yapan kişidir. Mezarı da oradadır”.

Bu metni yorumlarsak; oraya dökülür dediği yerin Eğirdir Gölü, Makarr-ı John’un, imparator John veya Jan’ın 1142’de karargâh kurduğu Can Ada olduğu görülür. John veya Jan, zamanla Can olmuştur.

Biz, bu metinden esinlenerek Battal Gâzî’nin mezarının Afyon-Çay-Çayıryazı köyünde bir höyüğün üzerindeki Hüseyin Dede denilen yatır olduğunu ispatladık.

Eğirdir Gölü’nün “deniz”, “Rum Denizi”, “Mağrib diyarı Denizi”, “Uz Gölü” veya “Oğuz Gölü”, “Pazgusi Gölü” ve “Skleros’a ait Göl” vs gibi birçok adı var. 

Bunlar bilinmezse tarihin doğru yorumlanması mümkün olur mu?

16. Asrın sonları, 17. Asrın başlarında Türkiye’de büyük bir iklim değişikliği olmuş, Beyşehir ve Eğirdir gölleri ile adını sayamadığımız birçok göl büyümüştür. 

Bir arşiv belgesine göre 1614 yılında Afşar (Gelendost) kazasına bağlı Maziye (Marsia) köyü deniz (Eğirdir Gölü) altında kalmıştır.

Bunun anlamı, Eğirdir ve Hoyran gölleri birleşmiş demektir. 

İki göl arasındaki ırmak ve Kemer Boğazı’nda bulunan tarihî köprü göl suları altında yok olup gitmiştir. 

İşte bu gerçek bilinemediği için tarihimiz hep hatalı, eksik yazılmış ve yanlış yorumlanmıştır.

   

- Uluborlu’nun Fethi Risâlesi, 2014 Mart

- Kâtip Çelebi’nin Haritası: Yapan Galatalı Mıgırdıç, Basan Tophaneli İbrahim, 1732. Haritanın yukarısı güneydir. Sağdan sola doğru; Burdur Gölü, Eğirdir Gölü, Kıreli Gölü (altta), Beyşehir Gölü ve Suğla Gölü görülüyor.

   

- Bugünkü (Hoyran ve) Eğirdir Gölü

Eğirdir ve Hoyran Göllerinin yaklaşık yüz yıl içinde birleşmesi (1530-1614)    

- Bağkonak (Örkenez/Organas)’deki Alaşehir (Yalvaç)’ı gösterir levha

Ashâb-ı Kehf (Yaka-Karain)’den Gelendost ve Yalvaç’ın görünüşü

Pîrî Reis (1470?-1553)’de Eğirdir Gölü ve kuzeyden ona dökülen ırmak (TTK 2002: 380).

- Eğirdir (Oğuz) Gölü’nde bir çukurdan çıkan gaz.

Küçük Firikya: Thrakesia [(Ashâb-ı Kehf’in kalesi Efsis (Efes)’in bulunduğu Terkasîs)] Bölgesi (İbn Hordazbih, 2008: 91) 

Eğirdir ve Beyşehir Göllerinin eski halleri, Eğirdir Gölü’ne dökülen Menderes, Marsiyas ve Orgas ırmakları, Kıral Yolu (via regia) ve Göller Bölgesi’ndeki diğer yollar ve eski şehirler görülmektedir. Battal Gâzî’ ve Malik bin Şebîb’in Türbeleri, Hısnu’l-Yahûd (Cuhud veya Şuhud), Sennade, (Synnada), Alâeddin Siyavuş b. İzzeddin Keykavus’un Mezarı, Ayn-ı Burgus, Nerü’l-Ahsa, Rabaz-ı Konya, el-Alemeyn, Ammuriyye ve diğerleri.

- Göller Bölgesi’nden geçen Kıral Yolu (via regia), diğer yollar ve 838 yılındaki Roma-Afşin savaşının yapıldığı yer görülmektedir.

- 24 Eylül 2016 Cumartesi, Çapalı Köyü. Herodotos’un bahsettiği Kıral Yolu (via regia) üzerinde tarihçiler ve gezi heyeti görülüyor.

- Dinar-Çapalı köyü ile Gelendost-Köke köyü arasında 75 bm uzunluğundaki Kıral Yolu (via regia) güzergâhı görülmektedir.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI