Tanrı akıl ile bulunur. Lakin onu algılamak nasıl olur? Duyguların ve duyu yeteneklerinin bu noktada görevi nedir?
Winston Churchill;
“HER MİLLET, LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR!.” diyerek, siyaset adına tüm dünya milletlerini (insanlığı) aldatmış ve dahi sömürebilmek adına ham hayaller peşinde koşturmayı başarmıştır.
Bu koşullar ve girişimler tarih boyunca sürekli var olagelmiştir aslında.
Dünya tarihini araştırın ve bakın, milletlerin istediği şekilde idari bir sistem yönetime gelmiş midir?
İstisna liderlerin kısa dönemleri hariç; hayır gelmemiştir.
Neden dünyada “birileri üretir, birileri yer” zihniyeti hakimdir?
Sınıflar neden vardır?
Kendilerini üst sınıf olarak görenler, insanlığa neden kendi çıkarları doğrultusunda rota çizerler? İnsan bu soruları sormadan edemiyor maalesef.
Çünkü, çıkar ilişkileri üzerinden şekillendirilen insanlık, kaoslar ile yönlendirilmekte ve güvensizlikler ile de duyguların yok olması gerçekleşmektedir.
DUYGULAR YOK OLURSA NE OLUR?
Duygular yok olursa, algılayan duyu yetenekleri körelir ve insan mekanikleşir mi?
Mekanikleşen insan Tanrı’yı algılayabilir mi?
Sorular soruları kovalıyor değil mi?.
Okuduğum bir kitabın başlığında şu yazıyordu: “TANRIYI KIYAMETE ZORLAMAK…”
İnsanoğlu nasıl olur da Tanrı’yı kıyamete zorlayabilir ki?
“HER MİLLET LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR!..”
Bu cümle, üretenlerin hakkını aramasını dumura uğratmak ve emeğine sahip çıkamasın diye akıl ve düşüncelerin formatlanmasında yıkıcı güç görevi gören, aynı zamanda hırsıza çalma ehliyeti vermeyi amaçlayan bilinçaltı mesajdır aslında.
Yani, emek dünyası ne çekti ise, hep bu çalan ve aynı zamanda har vurup harman savuran asalak tayfadan çekti.
Bu asalak tayfa, milletin ürettiği artı değeri kapmak için tabir yerindeyse sürekli olarak sofranın başköşesinde yer almaya çaba sarf eder ve başarır da maalesef.
Çünkü kendisini üstün olarak görür ve lüks yaşantısı ile de maalesef herkesi kendisine imrendirerek statü sahibi olur.
İŞTE TAM DA BU NOKTADA AKILLAR DUMURA UĞRAR!..
NEREDE Mİ?..
İMRENME NOKTASINDA… Şimdi varın gerisini siz düşünün.
Çünkü, emek hırsızı bu parazitler, insanlık ses çıkartmadıkça hoyrat davranmaya ve insanlığa ait olanı çalmaya ve bunu kendi haklarıymış gibi görmeye devam edecekler.
Konu çok basit; fazla teferruata girmeye de gerek yok!.. “Din elden gidiyor… Laiklik… Demokrasi…” ve benzeri gerekçelere inanmamak lazım gelir.
Çünkü, çalmayı planladıkları emek ve birikimlerde gözleri var oldukça, argüman ve gerekçeler hep olacaktır.
Bu saatten sonra, dünya genelini kapsayacak şekilde ve hiçbir idarecinin, buna en üst makamlar da dahil olmak üzere dokunulmazlık diye bir hakları olmamalıdır.
Dokunulmazlık denen zırh, sadece milletin emeği ile yapmış olduğu birikime el uzatılamasın diye, milletin çıkarları ve milletin ta kendisi için var olmalıdır.
Sözün özüne gelelim;
İnsanlığı kendi çıkarları uğruna şekillendirmeye çalışan ve dahi hiçbir sınır tanımayanların uygulamaları, artık insanlığın sahip olduğu duyguları, akabinde duyuları da yok etme aşamasına gelmiştir. Buna hep birlikte insanlık olarak şahitlik etmekteyiz.
Duygular ve duyu yeteneklerini kaybetmiş insanlık robotlaştırılmış, ruhları sökülüp alınmış varlıklar olacaktır.
Bunu engellemek adına, daha doğrusu insanlığımızı kaybetmemek adına doğru ve somut adımların atılması elzem hal almıştır.
Ruhsuz ve duyusuz-duygusuz varlıklar olmaya zorlanmak kabul edilir gibi değildir.
Öyleyse; insanlık ürettiği emeğine ve canlıyı insanlaştıran özelliklerine sahip çıkmak adına her türlü korumacı tavrını sergilemeli ve hakkını arama noktasında insanlığın dokunulmaz olduğunu tüm dünya genelinde kabul ettirmelidir.
Devletine sahip olmayan milletler, kendileri adına haklarını arayan mekanizmadan yoksun kalmaya mecburdurlar.
Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe…!
.
Ali Karani, dikGAZETE.com