Göç alan tüm ülkelerde, maalesef ‘göçmen karşıtı’ tutumlar yükseliyor.
İçinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı bulunan, daha ılımlısı farklı olana tahammülsüzlük olan tutumlar bunlar. Çoğunlukla tutumlar, bir ülkede yaşanan tüm sorunları göçmenlerin varlığına bağlamak gibi, isterseniz ‘yanlış bilinçlilik’ deyin, bir zeminde pekişiyor.
Tam da bu nedenle, seçkin sınıflar daha ‘hoşgörülü’, yoksul ve alt orta sınıfa mensup olanlar daha ‘göçmen karşıtı’ oluyor.
Tam da bu nedenle, Batı Avrupa’da bu tutumları yansıtan sağ milliyetçi popülist siyaset söylemlerde liberal seçkinlere karşı, “yabancılar sizin mahallerde yaşamıyor, bizim komşumuz oluyor” iddiası karşılık buluyor.
Bu itirazları, “ırkçılığa, yabancı karşıtlığına kılıf bulunuyor” diye geçiştirmek durumu değiştirmiyor.
Dahası bu türden yaklaşımlar, toplumsal ekonomik sorunları görmezden gelerek, yoksulları, dar gelirlileri “ırkçı ve faşist” diye horlayan bir tuzu kuruluk halini yansıtıyor.
Tabii yine en kolayı “medeni, insancıl aydın” tutumu, yani bu konuda ‘politik doğruculuk’a uygun hoşgörü ve göçmen hakları savunuculuğu.
Kuşkusuz, “Suriyelileri hemen memleketlerine geri sepetleyin” insana yakışır bir tutum değil. Ancak, dünya çapında eski ezberleri yeniden gözden geçirmemiz gereken yeni koşulları hesaba katarak çözüm bulmaya çalışmak daha anlamlı olacak.
Öncelikle, bizim gibi ülkelerin ve hatta daha yoksul ve aciz ülkelerin göçmenler için bir ara istasyon yapılmak istenmesi gibi bir gerçek var.
Malum, mevcut iktidar Suriyeli göçmenleri, “Avrupa sınırlarını zorlamasınlar” diye barındırmayı pazarlık konusu yaptı; bu siyaseti karşılık buldu ve bu nedenle, içerde yaşanan demokrasi sorunlarına rağmen, ‘medeni’ ülkeler tarafından övgüye layık bulundu.
İtalya, Afrika’dan göçmen hücumuna karşı Libya’da savaş lordları ile iş birliği yapmaktan kaçınmadı.
Afganistan’ın Taliban’a terk edilmesinden sonra Amerikalılar ile çalışanların hepsine vize verilemediği için, ABD, bu insanların vize almayı ‘üçüncü ülkeler’de beklemesini istedi.
En son, İngiltere Başbakanı, mültecilik için ülkesine başvuranları Rwanda’da yerleştirme gayretine düştü.
En kötüsü; göçmenlik, savaş alanına çevrilen ülkelerde paçayı kurtarabilenlerin, hızla sınırlara birikmesi ile adeta kurumlaştı. Bu koşullar altında, insanların ‘ülkelerinde yaşama hakkı’ ve bu koşulların zorlanması siyasi bir seçenek olarak öne çıkamıyor.
En son Ukrayna örneğinde olduğu gibi, bir ülkenin savaş ve yıkım alanına dönmemesi için gayret sarfetmek yerine, göçmenler için timsah gözyaşları döküp, Batı liberal-demokrat çevrelerinde bile ‘savaşı kızıştırmak’ fazilet sayılmaya başlandı.
Ukrayna’da savaşmamak için ülkesinden kaçan genç erkeklere karşı nefret kampanyası yapılıyor; 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde tüm vatandaşların ülkeleri için can vermeye can atmalarının beklendiği ‘ulusçuluk’, ‘ulusal kahramanlık’ dönemine geri dönüldü.
Nitekim, bizde de Suriyeli genç erkeklere, “burada kahve içeceğinize ülkenizde savaşmaya gidin” şeklinde tepkilere rastlanıyor.
Sonuçta bireyin hayatını önceleyen liberal küresel düzen masalının içinden ulusalcı-militarist bir canavar çıktı.
Tam da bu nedenle, göçmen konusunda bildik ezberleri yeniden gözden geçirmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Türkiye’de Suriyeli göçmenler meselesine gelince, bizde de göçmen karşıtlığı, başlangıçta söz ettiğimiz genel tabloya benzer zeminde bir seyir izledi.
AK Parti, başlangıçta, kendi seçmen tabanına yönelik olarak, meseleyi ‘ensar’ olmak gibi dini bir dile dökmeye çalıştı.
Bu dil tutmayınca, muhafazakâr taban bu kez Türk milliyetçiliği çerçevesinde kazan kaldırdı.
İktidar müttefiki MHP, bu zeminde bulacağı karşılığı bildiği için bu konuda sesini yükseltti, her konuda desteklediği iktidarı köşeye sıkıştırmış oldu.
Dahası; göçmen karşıtlığı, muhalif çevreleri de zor bir durumda bıraktı, zira göçmen karşıtlığı hoş bir pozisyon değil, ancak sorun yokmuş gibi davranmak da seçmen açısından sürdürülebilir bir strateji değil.
Türkiye’de ekonomik krizin derinleşmesinin göçmen karşıtlığını beslediğini tekrar etmeye gerek yok. Ancak, bu noktada, göz ardı edilen bazı diğer noktalara da dikkatinizi çekmeden bitirmeyeyim.
AK Parti iktidarının, Batılı müttefiklerinin de desteği ile Suriye’de bir Müslüman Kardeşler rejimi kurmak adına giriştiği siyaset ve sonuçları malum.
Diğer taraftan, sonradan iş kontrolden çıktı, ancak başlangıçta Suriyeli göçmenlerin özellikle sınır bölgelerinde Alevilere karşı Sünni nüfusu besleyen bir etken olarak görülmüş olduğu havası hakimdi.
Sınırdan geçişlerin açık olduğu dönemde, Mardin, Urfa hattında göçmen kamplarını AB gazetecileri ile, Antakya civarını yerli meslektaşlarımla gezmiş biri olarak izlenimlerimi de işin içine katayım.
O dönemde, Antakya ve civarında sokaktaki çocuk bile bu durumdan söz ediyordu. Bırakın Sünni-Alevi gerilimini, Reyhanlı’da Suriyeli demek, ilçeye yerleşmiş “cihatçı-savaşçılar” demekti.
Maraş civarında Suriyeli göçmenlerin, Alevi köylerine yakın mesafede yerleştirilmesi de bu şekilde rahatsızlık yaratmıştı.
Doğru veya yanlış, böyle türden bir algının varlığı, Suriyeli göçmenlere karşı tepkilerin bir boyutunu oluşturuyordu.
Alevi-Sünni mevzusu bir yana, yine doğru veya yanlış, Suriyeli göçmenlere “AK Parti’ye oy verecekler” diye vatandaşlık hakkı tanındığı algısının da yaygın olduğunu biliyoruz.
Tabii en önemlisi, ülkede yaşanan ekonomik krizin, göçmen karşıtlığını beslemiş olması ama sosyo-politik gerilimlerin de bir ölçüde göçmen meselesine yansımış olduğunu hatırlamakta fayda var.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
-yazı aynı gün ‘politikyol’da yayınlandı-