Yasemin kokularıyla dolu bugün boğaz…
Ilık bir esinti…
Oturduğu kafenin yola bakan terasına sıra sıra sardunyalar dizili…
Kırmızı beyaz fuşya...
Önünde fotoğraf çektirmek dışında pek bir işe yaramıyor zavallılar.
Pet şilesindeki kalan suyu, birinin köküne dökerken size iyi bakmıyorlar diye düşündü.
Size hiç güzel bakmıyorlar!
İki gündür öğrendiği iki şey vardı;
- O rahatlıkla söyleyebiliyorsa en rahat cevaba da hazırdır!
- Ve çok yakın durmayan iki kişi artık yakın duruyorsa…
Konu üçüncü kişidir...
Madem “her yer ayna”ydı!..
Ön masada oturan biri bayan iki erkek arkadaşlar ne içeceklerine, yaklaşık altı dakika kırkbeş saniye karar veremediler; sonunda söyledikleri kahveydi.
Yasemin kokuları, ağaçlı tepelerden caddelere doğru nüfuz ederken içine çekip bıraktığı nefes başını döndürdü…
Yoldan geçen araçların camları açıktı, park etmeye çalışan bir araç, klimayı tercih etmişti, sıkı sıkı kapatmıştı kendini…
Oturduğu yükseltinin altından, kaldırımdan yürüyen iki kişi durdu birden…
Biri diğerinden sigara istedi.
“Allah büyüktür” dedi diğerine sigarayı verirken…
“Öyle” dedi beriki…
- Hem dünya boştur lo!..
“Durağa üç adım kaldı, hadi” dedi.
Mekânın ‘vale’si girişte, sandalyeye yayılarak oturmuş, başını arkaya atmış ve gözlerini kapatmıştı…
İki araç çıktı o hayatı sorgularken…
Biz hayatı sorgularken biraz kazanç kaybedebilirdik.
Umurumuzda değildi.
“İki su” daha söyledi.
Sardunyaları sularken “garson sabah suladı abla” dedi.
“O zaman bi çay” dedi.
- Demli olsun!
Karşı kıyıya doğru fırlattı bakışlarını…
Gecenin yakamozları arasından biri büyük biri küçük iki tekne geçiyordu…
“Hikayeler” dedi…
- Her yerdeler.
Hisar’dan Arnavutköy’e kadar yürümeye karar verdi.
Muhtemelen yarı yolda kararını değiştirip bir araç arayacaktı.
Denizin sesini, şehrin akışında duymak zorlaşsa da…
Yine de duyuyordu.
Soluk alıp vermekten başı dönmüştü; “neden her an yaptıklarımızı fark ederek yaptığımızda bu baş dönmesi olur” hiç bilmiyordu.
Fark etmenin böyle bir yanı vardı belki…
Bu güzellikleri bırakıp gidenleri düşündü.
Daha güzel bir yerlerde olmaları için dua etti.
Çünkü tüm bu şehirler ve doğa güzeldi, nefes güzeldi…
Yasemin kokuları, iğde ve melisa...
Adımlamak güzeldi…
Ama dünya boştu.
Güzel olana boş dersek artık onu güzel saymayız diye…
Kaçıyorduk boşluktan.
Doldurmaya çalıştıkça boşalıyordu içi.
Ellerini ceplerine soktu.
Topuklu ayakkabısının arka kısmı, ayağını vuruyordu.
Bu zonklama “acıyı abartıyor muyuz ne” düşüncesine karıştı…
“Bedenimiz olmasa, ruhumuz nasıl acı çekerdi” diye düşündü.
Rüyada nasıl çekiyorsak öyle.
Acıdan kaçmak yoktu; belki birkaç yara bandı…
Güzeldi işte.
Eve varma telaşı…
Anlam yüklemese, varmaya çalışmanın anlamı olur muydu!
Nasıl da kandırıyorduk kendimizi.
Tatlılar tatlıydı ama bayardı.
Güzeller güzeldi ama yorardı.
Sözler gerçekti ama havadaydı.
Dünya güzeldi ama boştu.
Boştu lo.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com