1. Bölümü okuyanlar için devamı...
1299 yılında kurulan Osmanlı Devleti ve 700 yıl sonrasında vefat eden Türkiye’nin en büyük sanatçısı Barış MANÇO...
Barış MANÇO ve ağabeyi Savaş MANÇO, Karamanoğulları’nın en son torunları idi.
4 Mayıs 1959 günü vefat eden baba Hakkı Manço’nun elinde eski Türkçe bir aile ağacı vardır ve arada sırada bunu gösterip aile üyelerine anlatırmış.
1962’de abi Savaş Manço, 1963’te de Barış Manço’nun Belçika’ya göçü sırasında bu çok kıymetli belge de kaybolur.
Belgenin aslının kardeşlere anlatıldığına göre, İbrahim bey 1424’te Karaman (Latin’ce Caramania) Beyi olur.
1464’te vefat ettiğinde ardında 4 oğul bırakmıştır: İshak, Kasım, Pir Ahmet ve Osman.
3 ağabeyinin yetişkin olmalarına karşın Osman, o gün henüz 10 yaşındadır.
Kasım bey, Fatih Sultan Mehmet’in küçük oğlu ve II. Beyazıt’ın kardeşi Cem Sultan’ın en yakın arkadaşıdır ve onu Vatikan sürgününde de yalnız bırakmaz.
Cem Sultan’ın, Papalık’ta, bir söylentiye göre Lükres Borjiya, başka bir söylentiye göre de hizmetinde çalışan berberi tarafından usturasına sürdüğü ilaç ile zehirlenmesinden sonra Fransa’ya geçen Kasım bey, silahının gücüyle yaşamını sağlar ve soyluluğunu korur.
Bugün gerçi Güney Fransa’da, Doğu Pirene’lerde şarapçılık ile geçinen Caramany adlı bir köy varsa da, Karaman silahşörleri, biraz da “göçmen” olduklarından ve “hristiyan asıllı” olmadıklarından olsa gerek, “Bey - Prens, Dük. Kont, Marki” gibi soyluluk ünvanlarını taşımış olsalar bile genelde “fakir soylu” kalmışlardır.
17’nci yüzyılda ise bir Caraman Prensi, zengin bir Chimay Prensesi ile evlenir ve bundan böyle Caraman-Chimay Prensliği olarak günümüze kadar devam eder.
Bu adı taşıyan büyük şato şimdiki Belçika’nın güneyinde, Fransa sınırı yakınındadır ama şatoda kimse 1500 yılından önceki tarihleri hakkında bilgi verememektedir. (İslam geçmişlerini saklamak istiyorlarmış veya zamanında bu onlara yasaklanmış gibi!..)
Gelelim geride kalanlara; İshak bey 1465’te vefat eder.
Fatih’in veziri Gedik Ahmet Paşa 1471’de Karaman Beyliğinin güney vilayetlerini alır.
O zaman 17 yaşında olan Osman Bey de Alanya’da esir düşer ve Gedik Ahmet Paşa’dan “aman” dileyerek Osmanlı hizmetine girer.
Fatih Sultan Mehmet de Osman Bey’e, bugün Arnavutluk ve Makedonya sınırları içinde bulunan, Vardar nehrinin güney-batısındaki o zaman Serfice denilen bölgede (Selanik değil) 1000 sipahilik bir uçbeyliği bahşeder.
Böylece 1471 yılında, Karaman-zade Osman Bey ve ahfadının 4 asrı aşan sürgünlük süreci başlar.
Karamanzade Osman Bey, gençliği ve iyi davranışlarıyla bölgede sempati topladığı için Ailenin adına, yerel bir sevgi eki olan “ço” gelir, pehlivan Kel Aliço’da olduğu gibi…
Karamanzade Osmanço beyden sonra aile Karamanço-zadeler diye anılmaya başlar...
1875 Yugoslav isyanlarında, yani sürgünlüğün tam 404’üncü yılında, o zamanın Karamanço zadeleri, yanlarında 2 oğulları Abdi (4) ve Avni (2) ile dedelerinden kalan zenginliklerden kaçırabildikleriyle İstanbul’a göç ederler.
Abdi bey, Mekteb-i Mülkiye’de (Bugünün Ankara Üniversitesinin Siyasal Bilgiler Fakültesi- Cumhuriyet’ten önce Istanbul’da idi) okur.
Sınıf arkadaşı Macit bey (daha sonra en son Osmanlı Büyük Filistin eyaleti Genel Valisi olan Macit Paşa’dır) 1918’deki Osmanlı Büyük Filistin eyaleti, hemen hemen bugünkü bütün Arap yarımadasını kaplıyordu.
İstanbullu ve Osmanlı sarayına yakın bir ailenin oğludur Abdi Bey.
Konaklarında karşılaştığı, Macit beyin en küçük kızkardeşi Nimet hanıma (Barış Manço’nun “Gülpembe” ve “Süper Babanne” şarkılarının ilham kaynağı) aşık olur ve onu ağabeyinden ister.
Abdi bey ile 1881 doğumlu Nimet Hanımın aralarında 10 yaş vardır.
Böylece Karamanço zade Mehmet Abdi bey, zamanın Esvapçıbaşı’sının kızıyla evlenir.
Abdi bey eğitimcidir, İstanbul’da 2 özel lise (Leyli ve Nehari Hadika-ı meşveret) kurup işletmiştir.
Bu arada, servetini toprağa yatırır ve Kadıköy’de, Kuşdili deresinden bir yanda Göztepe tren istasyonuna, öte yandan da eski sarayın duvarına (Fikirtepe’nin Kuzey - Kuzeydoğu arkası) kadar gelen geniş araziyi satın alır.
Doğu illerinde 20 köprü yapmak üzere Devlet’e karşı yükümlenen 2 inşaat mühendisi arkadaşı işlerini bitiremeyip iflas edince, bütün toprak varlığı ile onlara kefil olmuş olan Barış Manço’nun babası Hakkı Manço iflaslar karşılığı tüm topraklarını kaybeder ve 4 Mayıs 1959 tarihinde beyin kanamasından vefat eder.
Bugün 1 milyon kişi o bölgede yaşıyor.
O bölgede bulunan Abdi bey, Hakkı bey, Hilmi bey, Nezih bey ve Mançolar sokakları, 1940 - 1945 arasında arazide yapılan ilk parselleme çalışmalarından kalmadır.
Barış Manço’nun babanesinin evliliği; Başlangıçta Kızıltoprak’ta, tren yoluna ve köprüsüne bitişik bir köşkte, daha sonra da Ziverbey yolunda, kendi toprakları üzerinde yaptırdıkları beyaz boyalı büyük köşkte yaşarlar.
Evliliklerinden 8 çocuk doğar ama 1913’de, Abdi Bey’in vefatında ancak 4’ü hayattadır; sırasıyla Raife hanım (1897), İsmail Hakkı (babamız, doğumu İstanbul 1901), Hilmi (1903) ve Nezih (1906) beyler.
Nezih beyin, kız ikizi Nezihe bebekte dizanteriye kapılıp 6 yaşında (1912), babasından 1 yıl önce hayata veda etmiştir.
Babaannenin 17 yıl kadar süren ama çok mutlu evliliğinden kalan en güzel ve en gurur duyarak anlattığı anısı, telefonun İstanbul’a ilk gelişidir: Gülpembe babaanne “Evimde telefon vardı ama kullanamıyordum” der imiş Barış Manço’ya.
O zaman İstanbul’a, 6 numara vermişler: 1 Saray’a, 3 Başnazıra (şimdiki Başbakan), 2 ise Karamanço zade Abdi Beyin evine: “Telefonu kaldırdığımda ya Padişah’ın sarayıyla ya da Başnazır’ın köşküyle konuşmak zorundaydım!” der Abdi Bey ve 2 numaranın kendi evinde olmasından da müthiş gurur duyar…
İsmail Hakkı ve Hilmi beyler, babaları Abdi Bey’in sağlığında tam birer Bey oğlu gibi yetiştirilmişlerdir; öyle ki her birinin çocukken atları ve seyisleri bile olmuştur.
1914 başında ise İsmail Hakkı Bey’e verem teşhisi konur.
Dul ve 4 evlat acılı anne, hemen kararını verir, o zaman verem tedavisi sadece İsviçre’de, o da çok az garantili olarak yapılabilmektedir.
Böylece İsmail Hakkı bey henüz 13 yaşında bir çocuk iken, dilini bilmediği bir ülkeye ve yalnız başına, meşhur Orient Express’e bindirilerek yollanır.
Zaman, Birinci Dünya Harbinin başlamasına rastlamaktadır ve birbirlerine düşman devletlerin çocuklara bile casusluk yaptırdıkları zamandır.
İsmail Hakkı Bey ise ilk defa gördüğü istasyon isimlerini günlüğüne yazmaktadır.
Bu yüzden Macaristan’da tutuklanır ve 3 gün sorgudan sonra suçsuzluğu anlaşılır, serbest bırakılıp başka bir trenle yeniden İsviçre’ye yolcu edilir.
İsviçre’de, Mondorf sanatoryumuna geldiğinde doktorlar; “Oğlum, sende bağırsak şeridi var, burada kalırsan gerçekten vereme yakalanacaksın!” diyerek hastaneden gönderirler..
Bu arada harp de başlamıştır.
1914 - 1918 arasını ve arkasından gelen Kurtuluş Savaşını İsviçre’de “enterne” olarak geçirir ve 1924 yılında ülkesine, gencecik, yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’ne, Almanca - Fransızca - İngilizce konuşan, Lozan Yüksek Ticaret Okulu diploması sahibi, 23 yaşında bir yetenek olarak döner ve hemen Ziraat Bankası İzmir Müdürlüğüne atanır.
İsmail Hakkı Bey, giderek aynı bankanın Genel Müdürlüğüne kadar yükselir. Aynı zamanda Köy Kredi Kooperatifleri’nin ve Umumi Mağazalar’ın kurucusu olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı başladığında da, kendi isteğiyle serbest meslek sahibi olmuştur. Ancak 6 yıl süren genel savaşın ve onun arkasından yaşanan güç yılların içinde girdiği işler ters gitmiş, aile zenginliğini elden çıkartmak zorunda kalmıştır.
4 Mayıs 1959 günü, Hakkı Bey’in vefatında, Kadıköy, Karacaahmet kabristanındaki Manço aile bahçesi dışında, bir karış toprağı kalmamıştır.
Bu arada, Cumhuriyet tüm eski asalet unvanlarını yasaklamış ve Karamançozade’nin “zade” kuyruğu gitmiş. Soyadı kanunu çıktığında da, “kara” sözcüğünü sevmeyen İsmail Hakkı Bey, ‘Karamanço’nun “kara” başını (Kellesini!) kesmiş ve sonuçta soyadı olarak sadece “Manço” sözcüğünü benimseyip almıştır...
*
Aşırı doz rahatsızlık verebilir!..
Ümitvar olun, kan hafızası geliyor. İlahi adalet tecellisi ebedidir ANAdolu’da.
.
Dr. Erdem Ulaş, dikGAZETE.com