Bu haftanın en önemli konusu kuşkusuz, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen hapis ve siyaset yasağı. Bu, hukuksuzluğun son tecellisi olarak kınamak ile geçiştirilecek bir olay değil, ama demokratik siyaseti benimseyenler açısından daha fazla ne yapılabilir bilemiyorum.
Belli ki, iktidarın hesabı da bu, yani demokratik siyasete inanların elini kolunu bağlamak. İktidar, bir yandan demokrasi ve hukuk düzenini tek taraflı olarak rafa kaldırıyor ve bu yolla demokratik siyasetin alanını giderek daha fazla daraltıyor. Diğer yandan ise, bu yolla muhalefeti, demokratik siyaset sınırları dışına iterek ‘suçlu’ duruma düşürmek istiyor.
Kısacası, muhalefete ‘demokrasi tuzağı’ kurmuş oluyor.
Demokratik sınırlar içinde hareket edemez hale getirmeye çalıştığı muhalefet, bu sınırları zorlarsa suçlu ilan edilerek, olmayan “demokratik düzeni yıkmaya kalkmak” suçlaması ile karşılaşacak.
Bu strateji, şimdiye kadar böyle işledi, belli ki, seçime giden süreçte, iktidar aynı çizgide el yükseltecek. O nedenle, geldiğimiz noktada, ben bu gelişmeyi sadece “muhalefetten korktukları için bu yollara başvuruyorlar” şeklinde izah edemeyeceğimizi düşünüyorum.
Sonuçta, evet, iktidarın stratejisi muhalefet korkusundan kaynaklanıyor, ama bence, aldığı tedbir, ‘korkudan çaresizce çırpınmaktan’ öte, derin kapsamlı bir sindirme stratejisi.
Bu koşullar altında, muhalefetin “gideceklerini bildikleri için baskıyı arttırdılar ama korkunun ecele faydası yok” tesellisinden ötesini düşünmesi gerekiyor. Giderek sertleşen bir seçim sürecinde, demokrasi cephesinin de daha fazla güçlenmesi şart.
Bu, tüm muhalefet partilerinin ‘olmaz artık’ denilen şeyler olmaya devam ettiğinde, birlikte hareket etmek üzere, şimdiden kafa yormasını gerektiriyor.
Her şeyden önce, tüm partilerin, iktidarın ‘terörle bağlantı’, ‘milli çıkarlara karşı olmak’ gibi ithamları karşısında, tereddütsüz birlikte davranması önemli olacak. Seçmen tepkisi korkusu yerine seçmenlerine, neden iktidara karşı güçlü bir ittifakın gerekli olduğunu anlatmaları şart.
Kaftancıoğlu kararından sonra, CHP’li Engin Özkoç, “zulüm yapanlar her zaman olduğu gibi hesap verecekler” şeklinde bir açıklama yaptı. İşin kötüsü, bu ülkede zulüm yapanlar değil her zaman, hiçbir zaman hesap vermediler. Belki, sıklıkla şikâyet edilen ‘demokratik kültür’ eksikliğinin en önemli nedeni budur.
Asıl neden, ‘cahillik’, ‘biat kültürü’ falan değil, şimdiye kadar kimsenin hesap vermemiş olmasından beslenen bir duyarsızlık hâlidir. Diğer taraftan, iktidar olanın hesap vermeyeceğine olan güvenidir. İnşallah, bu kez öyle olmaz ama, kendimizi kandırmayalım şimdiye kadar böyle oldu.
Sadece 12 Eylül sonrasını hatırlayalım, yeter.
Bırakalım, darbecilerin yargılanması gibi üst hedefleri, askeri yönetimin ardından iktidara gelen sivil siyaset (ANAP), iktidarda kalmak adına darbenin siyasi yasaklarını savunmuştu.
Yasakların kalkması için yapılan referandumda ‘evet’ oyunun çoğunlukta olması umut verici bir kamuoyu tablosuydu. Ama yasakları kalkıp, siyaset sahnesine yeniden çıkanlar da 12 Eylül ile doğrudan hesaplaşmaktan kaçındılar, dahası hepsi kendi açılarından otoriter siyasetleri besleyip büyüttü.
Demirel, ‘hiçbir faninin reddemeyeceği’ni iddia ettiği Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yerleşti. Tansu Çiller’e terk ettiği partisi, kirli savaş dönemini başlattı. Koalisyon ortağına yönelik 28 Şubat darbesi ardından, yargılanan bu koalisyon döneminde iyice güçlenen derin devletin kirli işleri değil, Refah Parti’sinin İslamcılığı oldu.
Sadece devlet-asker kanadında değil, kendini laik olarak tanımlayanlar açısından da tek sorun İslamcılıktı, faili meçhuller gibi karanlık işler değildi. Hükümet düştükten sonra kurulan koalisyon hükümetinin bileşenlerinden biri Susurluk skandalının bağlantılı olduğu MHP idi.
“Bu ülkeden umudumuzu keselim” demiyorum, “böyle geldi böyle gider” de demiyorum. “Eskisi ne ki yenisi ne olsun” hiç demiyorum.
Her vesile ile bunları hatırlatma ihtiyacı duymamın nedeni başka, kimse ağır yük altına girmeyi göze almadan “hesap verecekler” rehavetine kapılmasın diyorum.
Yoksa sonu yine hüsran olur diye korkuyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
-yazı, aynı gün ‘politikyol’da yayınlandı-