?>

Deli cesaretli filozof Erasmus

1 yıl önce

DELİ CESARETLİ FİLOZOF ERASMUS

Yürütmenin, Yasama ve Yargıyı elde tuttuğu Monarşi veya Site Devletlerinde, Ortaçağ’da insanın hiçbir değeri yoktur.

Adil yargılanma hakkı, lekelenmeme hakkı, masumiyet karinesi gibi hukuki terimlerden çok uzaktayız.

Adalet, Lordların kale kapısında ve kılıcının ucundaydı.

Ölüm yöntemi olarak kılıcın seçilmesi, yakılma yahut atlara bağlanıp ikiye bölünmekten daha adil olduğu yıllardayız.

Kişinin toplumda şeref, onur ve haysiyet sahibi sayılması, şerefine saygı duyulmasını istemesi bir yana, günü kurtarabilmesi, karnını doyurabilmesi, korkmadan, saman yatağında deliksiz uyuyabilmesi büyük lüks sayılıyordu.

Avrupalı filozof Desideramus Erasmus Roterodamus bu çağın zorlukları içinde yaşamak zorunda kalan bir aydındır.

Zayıf, kısa, solgun yüzlü ve kısık sesli ve gösterişsiz hali vardı.

Kütüphanesi olan her yeri evi olarak bilirdi, çalışmaya bayılıyordu.

Kurtuluşun, doğmaları sorgulamaktan geçtiğini biliyordu. Yine Desideramus kelimesini kendi kendine vermiştir ve çok enteresan “Aşık olunan” yahut “arzulanan” demektir.

Ortaçağ zifiri karanlığında, dar, soğuk ve cehaletin yorgan gibi halkın üzerine çöktüğü Avrupa’da, bağnazlık içinde kıvranan sürü, uzunca bir dönemdir, tutuculuktan bıkmış, bir şeylerin değişmesini arzulamaktadır. Desiderus da bu işin merkezindekilerden biridir.

Erasmus, bir çağın kapanacağını ve yeni bir çağın geleceğini de önceden sezmiştir.

Hazırlıkları devam ettiriyordu, okuyordu, zihinsel anlamda güçleniyordu, geleceğe Aydın penceresinden bakıyordu. Hümanizmanın yaklaştığını biliyordu.

O dönemde dinsel köylü ayaklanmaları da Avrupa topraklarında derin yarıklar açıyor, herhangi bir keşfin varlığı bilinmiyor ve bununla birlikte heyecan yaratmıyordu. Bilinçte hiçbir etki göstermiyordu.

Erasmus, Ahd-ı Cedit’i (Yeni Ahit) Elence ve Latince karşılaştırmalı olarak yayımlayan ve bu yolla telif geliri ile hayatını kazanan ilk insandır.

Augustin tarikatına girerek Keşiş olmak istiyordu fakat matbaanın Avrupa’nın her yerine yayılmasıyla, gizli okuma hücreleri oluşmakta, entelektüel insanların yeraltı cumhuriyeti kurulmaktaydı.

Düşünen insan, barbarizme karşı, kültürlü ve entelektüel olma anlamına gelen Hümanizma akımına kapılıyor, bununla bağnaz ve tutucu Orta Çağ Kilisesi’nin duvarlarını birleşe birleşe sallamaktadır.

Düşüncenin sessizce yayılması, kiliseye karşı düşüncenin silahlanmasıydı.

Edebiyat çevreleri güçlenmekteydi. Bu durum, Erasmus’un da özgür düşüncesine hizmet ettiği için dar kalıpları bir yana bırakarak, Hümanizma akımına liderlik ediyor ve Keşiş olma düşüncesini rafa kaldırıyordu.

Temkinli ve tedbirli oldukları aşikârdır.

Kitaplar el değiştirirken, kitabı ne veren ne de alan belliydi. Kitap önsözlerinde “Bunlara İnanmayın” şeklinde uyarılar bulunmaktadır.

Yine mektupla yazışırken de filozofların deşifre olmaması için hiçbir kişisel ve akademik bilgi paylaşılmazdı.

Güvenilir bulunmadıkça edebiyatçılar, yerlerini asla paylaşmazlar, korkarak yaşarlar, saklanarak yazarlardı, gizlilik kimlik haline gelmiştir.

Erasmus sadece gizlenerek, saklanarak, merdiven altı edebiyat yazarı değildi.

Deliliğe Methiye”de “Evet, İnsanlar kendilerini bilgeliğe verdikçe saadetten uzaklaşırlar. Deliden çok deli olduklarından, o zaman insan olduklarını unuturlar, Tanrı görünmek isterler; Titanlar örneğin, bilgi üstüne bilgi, sanat üstüne sanat yığar, tabiata savaş açmakta bunları birer silah olarak kullanırlar.”

Ey bütün insanların en delisi, sen ki bilgeliğe ermek istersin” diyerek deliliği ve yalnızlığı, korunma yöntemi olarak görüyordu.

Orta Çağ’ın köhnemiş düşünce kalıplarını yıkabilmek için deliliği seçmesinden bu sonuca varabiliyoruz.

Mizah ve her türlü eleştiriyi muhalefet yapmanın farklı bir yolu ve bu yolla “best-seller” olmayı başaran Erasmus, Oxfordlu bir kitapçıya göre o dönemde satılan tüm kitapların üçte ikisine sahipti ve bu, onu gerçekten “bilinen en büyük yazar” yapıyordu.

Erasmus’a göre gerçek bilgelik delilikti, kendini bilge sanmak ise gerçek delilikti.

Kilise’nin bağnaz düşünceler üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı tımarhane kaçkını numarasıyla hem korunaklı hem de çok etkili bir silahla savaşıyordu.

Avrupa'da ortak sanat ve bilim anlayışı oluşturulması, yayılması için elinden geleni yaptı.

Kilisenin yenilenmesinin ancak reformları başlattığında mümkün olabileceğini savundu. Avrupa’nın kargaşaya, parçalanmaya sürüklenmesine şiddetle karşı çıktı.

Diri diri haşlama, yakma, çarmıha germe, kazığa oturtma, tekere sarma, boğaya oturtma, deri yüzme, topla patlatma gibi Katolik Kilisesi’nin koyduğu kurallara karşı gelenler veya siyaseten tasfiye etmek için iftira yollu, şeytanla birliği yaptığından şüphelenilenlere (!) verilen cezaların hiçbiri ona isabet etmeden misyonunu tamamlamıştır.

Geri kalmışlığın, halkın dini, milli ve yerli inançlarından kaynaklanan gericiliği en iyi yansıtan karanlık düzende, özgürce eleştiri yapabilmek elbette hiç kolay değildi.

Gerektiğinde savaşmak gerektiğinde de kaçmak gerekiyordu fakat hiç kimsenin aklına deli rolü kesmek gelmemişti.

İhtiyaç, icadın anasıdır.

Saygılarımla.

.

Av. Mustafa Çelik, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI