“Güvenlik” kavramı, tarihten bu yana önemini koruyan konularından birisi olmuştur.
Uluslararası sistemde güvenlik tesisi, gerek devletlerin gerekse küresel örgütlerin gündemindedir.
Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle, güvenlik parametreleri değişmiş; her türden güvenlik daha da önemli bir hal almıştır.
“Güvenlik” kavramının ne anlama geldiğine ilişkin yapılan izahatlar net değildir ve bu durumun ana sebebi güvenlik kavramının sonradan üretilmiş bir kavramsallaştırma olmasından ötürüdür.
Güvenlik, yaşamda hukuki düzenin problemsiz bir biçimde devam etmesi, kişilerin korkudan muaf bir biçimde yaşamalarının sağlanması ile doğrudan ilişkilidir.
Uluslararası ilişkiler disiplininde kavramın muğlak oluşuna dikkat çeken ilk isim Arnold Wolfers’tır ve 1952’de kaleme aldığı “National Security as an Ambiguous Symbol” (Belirsiz bir Sembol Olarak Milli Güvenlik) adlı çalışmasında “Hangi değerlerin, hangi tehditlerden, hangi araçlarla ve hangi maliyette korunmasına” dair sorulara cevap verilmesi zorunluluğuna vurgu yapmaktadır.
Tarihsel bağlam çerçevesinde, ilk zamanlarda “Güvenlik” ile “Güç” kavramlarının genel olarak beraber değerlendirilip birbirinin tamamlayıcısı olarak ele alındığı görülmektedir.
Güç odaklı güvenlik tanımına en önemli örnek olarak Niccolo Machiavelli’nin “Prens” adlı eseri verilebilir.
16. yüzyılı yansıtan güvenlik anlayışına göre Machiavelli, merkeze devleti koymuştur.
Devlet idaresindeki sınıf ise devletin merkezde olduğu bu yaklaşımda güvenliği sağlamalıdır.
İlerleyen dönemlerde, güvenliğin sağlanması açısından uluslararası hukuk sisteminin önemini vurgulayan ilk isim Hugo Grotius olmuştur.
Sürekli çatışmanın önlenmesinde, devletlerin birbiriyle mücadelelerinin ortak ilke ve normlar ile şekillendirilmesi zorunluluğunun altını çizen Grotius’a göre, devletlerin bireylere kıyasla uluslararası sistemde daha çok söz sahibi olmaları söz konusudur.
*
18. yüzyılda, yaşamı ve dünya görüşünü köklü olarak dönüştüren gelişmeler yaşanmıştır.
Bunlardan en önemlisi olan Fransız Devrimi, güvenlik kavramının da farklı tanımlanmasına neden olmuştur.
Fransız Devrimi sonrası, özgürlük, kapitalizm, millet, eşitlik ve demokrasi gibi kavramlar Batı düşüncesinde ana kavramlar olmaya başlamışlardır.
18. yüzyılın en önemli filozoflarından olan Immanuel Kant’ın “Ebedi Barış” (Perpetual Peace) adlı çalışması da güvenliği uluslararası kurumsallaşma bağlamında ele almıştır.
Kant, bu eserinde, devletler arası ihtilafları ve uluslararası barışın önündeki engelleri kaldırmak için önlemler alınmasını; atılacak en iyi adımın ise uluslararası kurumsallaşma olduğunu ileri sürmektedir.
Öte yandan, uluslararası örgütlenmeye dayanan uluslararası güvenlik anlayışı, özellikle 20. yüzyılda Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Milletler Cemiyeti ile bu kuramların iddialarının gerçekleştiğine tanık olunmuştur.
Uluslararası sistemde güvenlik kavramını ele alırken “anarşi” olgusunu da ele almak gerekir.
Uluslararası anarşik sistemde, devletler arasındaki ilişkileri devletler-üstü bir otoritenin olmaması düzenlemektedir.
Böylesi bir üst otoritenin olmaması durumu “anarşi” olarak tanımlanmaktadır.
Modern uluslararası ilişkiler disiplininde güvenlik oluşumunu hem tanımlamak hem de analiz etmek için “Vestfalyen Devletler Sistemi”ni anlamak önemlidir.
Vestfalyen devlet düzeni, uluslararası sistemin devlet odaklı ve bir toprak parçasıyla sınırlı kapsamını ifade eder. Vestfalyen sistem, hukuksal bağlamda devletlerin eşitliği ve diğer devletlerin iç işlerine karışmama ilkesi gibi belli başlı uluslararası hukuk kurallarını içermektedir.
*
Uluslararası ilişkilerin en önemli konularından biri olan güvenlik kavramına dair akademik çalışmalar İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra başlamış ancak ilk çalışmalarda güvenlik kavramının kapsamı dar tutulmuş, güvenlik kavramı askeri ve stratejik bir perspektiften ele alınmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından oluşan uluslararası sistem, önceki dönem ile benzerlik taşımamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında güvenlik açısından umut vaat eden bir kurum olan Birleşmiş Milletler (BM) kurulmuştur.
1945 sonrası düzenlenen konferansta, savaşın ardından oluşan istikrarlı sistemin sürdürülebilmesi için bir örgüt kurulması düşüncesi, bütün taraflar tarafından kabul edilmiştir.
Güvenlik kavramı Soğuk Savaş sonrası dönemde farklı anlamlar ve tanımlamalar kazanmıştır.
“Soğuk Savaş”, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından savaşı kazanmış iki büyük devlet (ABD ve Sovyetler Birliği) ve bu devletlerin çevresinde gruplaşmış devletler arasındaki ihtilaf ve gerilimin, doğrudan birbirine karşı silah kullanmadan devam ettiği bir döneme tekabül etmektedir.
Soğuk Savaş yılları, yeni bir dengeye giriş sürecinin başlangıcı olurken, devletlerin güvenlik mekanizmalarında da değişikliklere yol açmıştır.
Soğuk Savaş yıllarında devletin güvenlik kaygıları temel alınırken, özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından uluslararası sistemde yaşanan değişimin etkisiyle, güvenlik çalışmalarında yeni konuların ve kavramların önemi artmış ve “İnsan Güvenliği”, “Toplumsal Güvenlik” ve “Gezegenin Güvenliği” gibi yeni temalar gündeme gelmeye başlamıştır.
Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Soğuk Savaş sonrası süreçte güvenlik tanımının genişlemesi ve derinleşmesine koşut olarak “Kim için, Ne için güvenlik?” gibi sorular çerçevesinde farklı güvenlik çalışmaları gündeme gelmiştir.
Öte yandan, 1980’ler ile birlikte küreselleşmenin etkisiyle dönüşen şartlar ve sonucunda vuku bulan belirsizlikler ve istikrarsızlık ortamı, güvenlik çalışmalarının temel araştırma konularından biri haline gelmiştir.
Küreselleşme, sadece askeri ve politik yönden değil, sosyolojik ve teknolojik boyutlarda da güvenlik açısından sorunlara neden olmuştur.
Küreselleşme ile birlikte son yıllarda dönüşen uluslararası sistem, devletlerin karşılıklı etkileşiminin artması, ve teknolojinin hızlı ilerlemesi gibi nedenler de “Siber Güvenlik” kavramını gündeme getirmiştir.
.
Dr. Begüm Burak, dikGAZETE.com