“Siz kendinize hak gördüğünüzü başkalarına tanımıyorsunuz.
İyi bir dindarsınız.
Tam bir dindar gibi mahkum etmek için güçlü gerekçeleriniz var.
Cemaate konuşmayı biliyorsunuz.
Cemaati olan, özgür olamaz.
Kopuş ve uyum iki tercih, kopuş olmayınca uyum'a koşarsınız.
Düşünceden, gruptan, dinden kültürden kopuş yalnızlık getirir.
Oysa siz korkuyorsunuz yalnız kalmaktan.
Hakikat kalabalığa gelmez.
Hıra dağında gelir.
Yalnızken.
İslam kültürü faşist tek tipçi ve otoriteryen.
Bugünün düşünce anlayış ve medeniyet dünyasına uyum yerine kalın duvarlar çekmek istiyor.
Çünkü rekabet edemeyeceğini biliyor.
Doğuyu, batı standartlarına ulaştırmak lazım.
Savaşma bütünleş.
Doğuda tektipleşme hakim, batı çok renkli, çok katmanlı ve engin hoşgörülü.
Siz batıyı, öğretmeni kesen çeçen gibi kesmek istiyorsunuz. Çünkü hürriyet yok, dindarların dindarlara bile tahammülü yok.
Hayat standardı, insanlık değeri ve hak hukuk yönünden aşağıyız.
İslami endekste bir tane islam ülkesi yok. Norveç ilk sırada.
Batı, doğuyu alıp yükseldi.
İbni Sina ve Aristo’yu doğru yorumladı" dedi Bilge.
***
"Hayatın tek bel bağı, benim için Allah inancım" diyerek başladı sözlerine talebe.
Doğuyu terk etmek, batıya göçmek bana hayatın anlamı hakkında hangi değişikliği vaad edecek?
Lisans bitirme tezim Nietzsche idi benim.
21 yıl önce bütün kitaplarını okudum.
“Değerlerin yeniden değerlendirilmesi” der; bütün değerlerini alaşağı eder fakat yerine ne koyacağını söylemez.
Batı, bu değerleri kendi buldu.
Doğudan devşirdi, doğuyu yeniden değerlendirdi.
Sizin davet ettiğiniz batının yaptığı değil, batıya uyumla kolaycılık… Batı gibi yeniden değerlendirip her şeyi kendi kurtuluşumuzu kendimiz keşfetmemiz zorunlu.
Uyum sağlamak değil, değerlerimizi yeniden gözden geçirerek yapmalıyız bunu.
“Ruhun üç değişiminden bahsedeceğim sizlere” der Nietzsche...
Ruhun nasıl deve, devenin aslan, aslanın da nihayet çocuk olduğundan.
“Ağır olan ne” diye sorar dayanıklı ruh, deve gibi diz çöker ve iyi yüklenmek ister.
Ruhun bu aşamada yaptığı şey, içinde yaşadığı toplumun değer yargılarını sorgusuzca alıp kabullenmesidir.
Bütün en ağır şeyleri yüklenir dayanıklı ruh ve yükünü almış deve nasıl alırsa çöle doğru, ruh da hız alır kendi çölüne.
Ve ruhun burada kendisine telkin ettiği tek emir 'yapmalısın' der.
Aslanın ruhu ise ‘istiyorum' der.
Bu aşamada insan ruhu, sorgusuzca yüklendiği her şeyi parçalar ve kendine yönelir, kendinin ne istediğini düşünmeye başlar.
Fakat burada şunu da gözardı etmemek gerekir: Ne isterseniz isteyin ama öncelike ‘isteyebilen’ insan olun.
Bir arslan gibi önceden yüklendiklerini parçaladıktan sonra bunların yerini ne ile doldurabileceğini de öğrenmelidir insan.
İşte bunu da ‘çocukluk devresinde’ gerçekleştirir.
...çocuğun bile yapıp da insanın yapamadığı şey nedir?
Yırtıcı aslanın neden bir de çocuklaşması gerekli olsun
Masumluktur çocuk ve unutkanlık, yeni bir başlangıç, bir oyun , kendiliğinden dönen bir çark, bir ilk hareket, bir “Kutsal Evet”.
Esas zor iş burada başlamaktadır.
Zira kişinin bir şeyleri yıkması, yeniden yeni bir şeyler yaratmasından daha kolaydır.
Kişi, ruhunu ve zihnini boş bir alana dönüştürmüş; bundan sonra en önemli işi bu alanı tüm yaratıcılığıyla; yeni değerlerle donatmaktır.
Çocuk gibi masum ve sıfırdan bir başlangıç yapacak ve kendince değerler sistemini oluşturacaktır.
İşte bu başlangıç tam da ‘Üstüninsan’ın başlangıcıdır der Nietzsche.
İşte tam da bu mertebeye ulaşmak için öldürür ‘Tanrı’yı. Çünkü Hıristiyanlığın Tanrısı, insanın yaratıcılığı önünde en büyük engeldir.
Müslüman düşüncesinde, Allah kendisine seslenilen samimi ve yaratıcılığa ket vurmayan, insanın kemâlatı için önünü açandır.
Muhammed İkbal bunu çok güzel anlatır:
Allah: Cihanı ben, aynı su ve çamurdan yarattım;
Sense ortaya, İran, Tatar ve Zenci çıkardın.
Ben topraktan saf, halis demir halkeylemiştim;
Sense kılıç yarattın, ok ve tüfenk yarattın.
İnsan: Sen geceyi yarattın; bense çırağ yarattım.
Yarattığın topraktan ben de kadeh yarattım.
Issız çöller, kuş uçmaz dağlar, vadiler yarattın;
Ben hıyabanlar, güllerle süslenmiş bağ, bahçeler yarattım.
Yaşadıklarım, Nietzsche ve Ankara İlahiyât bana çok şey öğretti.
İyi bir dindar değilim, cemaatim de yok.
Nietzche kadar yalnız ve düşkün Muhammed kadar Hira’da yalnızım. Üstelik beni bekleyen bir Haticem bile yok.
Siz beni hangi kurtuluşa davet edersiniz ki hocam?
Hangi uyuma?
Ne kafa kesmesi hocam?
Can kıymeti bilen cana nasıl kıyar?
Benim cemaatim yok hocam.
Samimiyetim var sadece. Anlayanlar çevremde toplanıyor bir müddet.
Sonra zaten onlarla da çatışıyor değerlerimiz…
Derken yine hira…
***
“Dedemi anlatacağım şimdi size” diye sözlerine devam etti öğrenci.
Dedem, 1932 doğumlu görünüyor kimlikte fakat dediğine göre 3-4 yaşında kaydolmuş resmî kütüğe.
90 yaşında.
Hafız.
O zamanlar köylerde elektrik yok.
Babası geceleri çıra tutarak çalıştırırmış.
Köyde alabildiğine yoksulluk.
Hafız olunca, hoca olarak görevlendirilmek için Hacı Bayram Camii’ne gelmiş birgün.
Bahçede bir sıra görmüş.
İnsanlar kuyrukta.
Sormuş; hayırdır bu ne sırası?
Demişler; bir hayırsever kıyafet dağıtıyor, onun sırası.
Dedem de girmiş sıraya.
Beklemiş…
Sıra ona gelmiş.
Dağıtan adam dedeme şöyle bir bakmış, “sen” demiş, “utanmıyor musun dilenmeye!.. Çaksam yere gidersin… Sapasağlam adamsın…"
Dedem anlatırken hâlâ ağlar ve der ki; keşke cebinden bir tabanca çıkarıp beni vursaydı bu kadar canım yanmazdı.
Ve bırakır, hoca olma isteğini, vazgeçer bir şey istemez kimseden.
And içer; köyüne gidip çalışıp, zengin olmaya karar verir.
Olur da...
Biz, imam hatip, ilahiyat okurken her yaz tatilinde köye giderdik.
Dedemle fasulye toplarken o ayetlerin Arapçasını okur, biz tercüme ederdik.
O kadar mutlu olurdu ki...
Dedem yaşıyor; Allah uzun ömürler versin.
Rahat bir hayatı var.
Onun çabaları, bizim bile hayatımızı kolaylaştırdı; Allah razı olsun.
Ama ne zaman bir hafız görsem içim burkulur, dedem gelir aklıma…
Zorlu ve yarım kalmış bir yol.
Ne düşünüyorum biliyor musunuz Hocam?
Dedemin sizin gibi imkanı olsaydı ya da benim gibi o da sizin deyiminizle aydınlanmış, kurtulmuş olurdu.
Dedemin benim için feda ettiği ilmini gençliğini, şimdi benim hayatımı kolaylaştırması için hem kullanacağım hem de modern ilahiyâtçı, Nietzsche okumuş ağzımla onu hakir mi göreceğim?
Bu vefasızlık ve hoyratça tavır bana yakışmaz.
Yakıştıramadım.
Sizin bize öncülük edip, zihnimize ışık olduğunuzu deniz feneri gibi yol açıcı olduğunuzu düşünmüştüm hep.
Biz buralıyız.
Burada kurtulacağız hep beraber.
Batıyı ve batının bizden alıp sentezlediğini burada biz sentezleyeceğiz.
Gitmek, kopmak, hazıra konmak, uyum sağlamak bizim mayamızda yok.
Burada kalıp, küllerimizden tekrar inşa etmek zorundayız kendimizi geleceğimizi.
“Bize yakışan budur” dedi talebe…
.
Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com