Bugün bir "Cin muhabbeti” geçse, kimse önünüze yeni bir kaynak koymaz.
Mutlaka yüzlerce yıl öncesinin rivayetleri ile açıklama yapılır.
Burada size gerçek anlamıyla cinlerin ne olduğunu açıklamamız gerekmektedir.
Bugünkü İslam âlemindeki cin anlayışı, bize diğer dinlerden ve diğer toplumlardan geçmiştir. “Cin"in kökenine baktığınız zaman cin “yabancı, başka bir varlık” demektir.
Cin, bizim tanımadığımız ama zaman zaman irtibat halinde olduğumuz, İslam dinini Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.v) öğrenen başka Âdemoğulları, başka insan neslidir.
Bunlar aynı zamanda “zaman yolcuları”dır.
Zamanın ilerisinde ve gerisinde başka dünyalardan gelen insanoğullarıdır.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bazı zamanlar bu
toplumlardan gelenleri kabul eder, onlara İslam’ı ve Kur’ân’ı tebliğ eder anlatırmış. Kılık kıyafetlerinin, şekil ve şemallerinin bizlerinkine benzemediği bazı sahabe anılarında yer almıştır.
Bununla ilgili bir sahabenin hatırasını da konuyu pekiştirmek adına anlatalım:
“Sahabelerden bir tanesi Mekke veya Taif tarafından bir yolculuktan gelir. Hurma ağaçlarının da bulunduğu bir vahada namaza durmaktadır. Sahabenin başından geçenleri Peygamber Efendimize (s.a.v) anlatışı şöyledir; 'Namaz esnasında üstüme şemsiye gibi bir varlık indi. O varlığın içerisinde bir başka varlıklar bana seslenmeye başladı. O arada atım ürktü kaçtı' diyor. Peygamber Efendimiz de (s.a.v) diyor ki “Onlar cinlerdendi!”
Sahabenin gördüğü "şemsiye şeklinde varlık" bugün UFO olarak tanımladığımız "uzay gemileri"ni tasvir etmektedir.
Allah-ü Teâlâ ayetinde; “Biz seni âlemlere Rahmet olarak gönderdik” diyor.
Peygamber Efendimiz, (s.a.v) kâinat içerisinde yaşayan tüm insanlığın peygamberidir.
“Cin” kelimesi ile anlatılan dünya ve dünya dışında yaşayan tüm insanların peygamberidir.
Bize bugüne kadar Mecusîlik’ten veya diğer inanışlardan geçen mitolojileri “cin" olarak yerleştirmişlerdir.
“Cin” söylemi, gerçek manada enerji varlık olup, "zararlı bir varlık" anlamında kullanılamaz.
Enerji pozisyonundaki bazı varlıklara “cin” denmiştir. Bunlar ise fizik bedenlerini kaybedip kıyamete kadar enerji halde dolaşanlardır.
Onlar da insan formundadır, fakat anladığınız manada "zararlı varlıklar" değillerdir.
“Cin" genel anlamda kullanılmıştır.
"Yeryüzünde yaşayan insanların dışındaki varlıklar" anlamındadır.
Bugün başka bir gezegende yaşayan insana da yeryüzünde yaşayan bir enerji varlığa da cin denir.
Bunları ayırt etmek lazım.
Bunları "Cin Suresi"ni açtığımızda sınıflandıracağız.
Arapça’da “ünsiyet”, "bir yerde durmak, bir yerde ikamet etmek, bir oluşuma razı olmak" demektir.
“İnsiyet” ise "o oluşun içerisinde ikamet etmiş, bu dünya üzerinde ikamet etmiş insan, insanlar topluluğu" demektir.
Bu hal, deyimlerimize kadar girmiştir.
Tanımadığımız ya da anlam veremediğimiz, bize garip gelen bir varlığa “ins misin, cins misin?” deriz.
Bundan kastımız da “yerli misin, yabancı mısın?”dır.
Hatta “inler cinler top oynuyor” deriz yani "ortalıkta ne tanıdığımız bir insan, ne de yabancı kimse yoktur" demek isteriz.
Bazen oturup düşündüğümüzde “Acaba Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) sadece bu dünyaya mı gelmiştir” diye sorarız.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) belli bir bölgeye, belli bir dönem içinde geldiği zaman Peygamberlik etmiştir.
Kâinatın nihayetinde milyarlarca gezegen var, onlara da ayrı ayrı ama bölgesel olarak gitmiştir.
Mesela diyelim ki bizim galaksinin içerisindeki insanlık âlemine geldiğinde bizim dünyada ikamet ettiği gibi diğer bedenleriyle de diğer dünyalarda, "İnsin ve cinsin Peygamberi" yani "yerlinin ve yabancının Peygamberi" olmuştur.
Yaratıldığı karakterden, yaratıldığı kalıptan başka bir varlık gibi vücut edinenlere terminolojide “mutant” deniyor.
İnsanın da kısmi mutantları vardır.
Bizler sadece bu bedenlere sahip değiliz.
Bizim bu Şen’de sahip olduğumuz 16 bedenimiz var.
Bunların fizik âlemde olanı ve fizik âlemde olmayanı var.
“Elestü bi rabbiküm” hitabını alıp, “Evet sen bizim rabbimizsin” diyen insanla, bugün yeryüzünde, akılda fikirde Allah’ı (c.c) kaybetmiş insan aynı mıdır?
Asla!..
Baktığınız zaman, yeryüzündekiler bir manada da mutant oluyor.
İnsan seviyesine çıkmamış, birbirini yiyen insanla, yaratılıştaki insan aynı değildir.
İnsan bu mudur?
İnsan, Allah-ü Teâla’yı temsil eden, onun ahlakıyla ahlaklanan bir varlıktır.
Şu gün yeryüzünde birbirlerini yiyenler insan değil bir manada da mutanttır.
Yaratıldığı halden uzaklaşmış başka bir varlık haline dönmüştür.
O sebepten "ins ve cins” derken, yani buraya biraz dikkat etmek gerekiyor.
Yabancı varlıklar olduğu gibi cin olarak adlandırdığımız o enerji varlıkların çoğu, insanların Araf’ta kalmışlarının 16 hayatı içerisinde çok büyük ağır suçlar işleyip yeni bir hayat kazanmayanların halleridir.
Sünnetullah gereği 16 hayatı yaşamak zorunda olup enerji bedende kalanlardır ki toplumlar bu halleri algılayamayıp, geçmiş mitlerden de etkilenerek bunlara “cin" demişlerdir.
Onlar da zamanımızın insanı olmadıkları için bir nevi bizlere yabancılardır.
O, arada kalanlar da şefaat beklerler.
Onları doğruya yöneltmek, doğru ilmi vermek, o hayattan kurtarıp yeni bir hayatta belki de beden alması için uğraşmak, onlara tekrar dini tebliğ etmek lazımdır.
Bu enerji varlıklar da cin, yani yabancı grubuna girerler.
Bunun yanı sıra “ecnebi” kelimesi de Arapça’dan bize geçmiş bir kelimedir ve “yabancı, garip, alışılmamış” anlamında kullanılır.
Arapça “cnb” kökünden gelmiştir. “Ecn”… Biraz durup düşünmek lazım…
Kâinat içerisinde başka enerji varlıklar da vardır.
Bunların çoğu bilinçlidir.
Kur’ân-ı Kerim'de geçen şihap ve sıvazlar denilen kozmik ışınlar da yaratılışın ikinci gününde yaratılan varlıklardandır.
Çoğu bilinçlidir, akıl sahibidir.
Allah’ın izni ile Halef’in emrindedirler.
Bunları da Halef, Allah’ın izni ile kâinat içerisinde bazı görevlerde kullanır.
Yeri gelmişken Fil Suresi’nde geçen Ebrehe’nin ordusunu ve fillerini yok eden "Ebabil kuşları" ile ilgili gerçekleri de ortaya koyalım.
Rivayete göre; Ebrehe ordusu Mekke’ye girerken, deniz tarafından, daha önce o bölgede hiç görülmemiş, ebabil sürüleri bir anda ortaya çıkarak Ebrehe ordusuna saldırdılar.
Gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşları ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine bıraktıklarında onlar, kurumuş, paramparça olmuş ağaç yaprakları gibi dağıldılar.
Bir kuşun taşıyacağı taş, çamur o kadar yüksekten bırakıldığında bir file ne kadar zarar verebilir. Bu sadece mitolojidir.
Ebrehe’nin ordusunu helak eden o vaktin Halef’i olan ve kozmik ışınları emrinde tutan Allah-ü Teâlâ’nın halifesidir.
Kozmik ışınlar ile onları yenmiştir.
“Tepelerini delmiş, aşağılardan çıkmış, iğne ucu kadar siyah iz bırakmıştır”, bu etkiyi bir çamurla yapamazsınız ama "kozmik ışın" dediğimiz enerji varlıklarla yapabilirsiniz.
Kur’ân-ı Kerim'de bunlar şıhap ve şıvazlar olarak geçer.
Şivazlar, ince akıp giden kozmik ışınlardır.
Şivaz, akan yıldız gibidir ve takip edilebilir.
Saç kılından daha ince bir vaziyette akar, kesintisiz bir kozmik ışındır.
Şihaplar ise bir anda çakıp bir anda kaybolan ışınlardır.
Nereden geldiği belli olmaz, bir anda delip geçer.
Sanki küçük bir küreymiş gibi bir anda parladığını ve bir anda da koca bir dağı delip geçtiğini veya orada müthiş bir hasar verdiğini görürsünüz.
Sadece bu kozmik ışınlar değil, bunların dışında da yaratılmış, bazen bilinçli, bazen de bilinçsiz olabilen ama yine insan menfaatleri için, kâinat içerisinde inşada veya başka hallerde kullanılan enerji yaratıklar da vardır. Elektrik enerjisi bunun yeryüzünde kullandığımız en basit örneğidir.
Daha yaratılan başka enerji halleri vardır ki bunların birçoğu, Allah-ü Teâlâ’nın kendi sıfatlarının ikinci aşamada, enerji aşamasında görünmesi halleridir.
Bunlar, ilahi hallerdir, ilahi güçlerdir ama bunları da yine Allahü Teâlâ’nın “Rahmân" sıfatı, hali, sonsuzluğu Rahmân hali ile kaplaması kontrol eder.
-Cafer İskenderoğlu -Rahman ismi azam kitabından…-.
Öz'ün İfadesi, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @Ozunifadesi , @dikgazete
:
YouTube kanalına abone olabilirsiniz: Öz’ün İfadesi