İran’ın en büyük düşmanı ABD falan değil. Kendi baskıcı rejimi. Bu hükmün ne kadar doğru olduğunu önümüzdeki günlerde birlikte müşahede edeceğiz.
Geçtiğimiz hafta ata ocağına sılayı rahim niyetiyle gittiğimde Isparta’nın nüfus yapısında ciddi değişiklik gözlemledim.
Özellikle Afrikalı göçmenler, Isparta sokaklarında mutlu mesut dolaşıyorlardı. Isparta halkı da onları kanıksamış.
Mahallemizde ilköğretim okuluna yakın parkta Makedonya’dan Hukuk eğitimini tamamlayıp dönen yeğenimin gelmesini beklerken parkın havuzundan birbirine su sıçratan iki erkek öğrencinin Farsça konuşması dikkatimi çekti.
Çocuklarla koyu sohbete daldık. Birisinin ailesi Tebriz’den diğeri de Ahvaz’dan göç etmiş. Kanada’ya gitmek için bekliyorlarmış.
Her ikisi de Farisi olduğunu söylüyor. Tebrizli olana “Traktör” futbol takımını sorunca sağ eliyle Bozkurt işareti yapıyor. Neden İran’ı terk ettiklerini sordum.
Konuşmak istemediler sadece biri elini boğazına götürdü, idam ediyorlar gibi bir şeyler ima etmeye çalıştı.
Anladım ki zorla abat olunmaz.
İran Velayeti Fakih Rejiminin ABD düşmanlığı maalesef bir yanılsamadır…
İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Devrim'in lideri Ayetullah Ruhullah Musavi Humeyni'nin, Şah devrilmeden önce ABD yönetimi ile gizli müzakerelerde bulunmasına ne dersiniz?
Humeyni, 1963'te, Tahran’da ev hapsindeyken Kennedy yönetimine destek mesajı iletmişti.
O dönem, Sovyetler Birliğinde Kruşçev’in devlet başkanı olması ile “Barışçıl Birliktelik” politikası yürürlüğe konmuş ve daha uzlaşmacı politikalar benimsenmişti.
SSCB lideri Nikita Hruşçov'un İran'ı ziyareti söz konusuydu ve ABD, Şah'ın SSCB ile dostluk ilişkileri geliştirmesinden endişe ediyordu.
Humeyni “korkmayın ben varım” edasındaydı, İran'daki ABD çıkarlarına karşı olmadığını vurguluyordu.
Hatta Humeyni, Sovyet ve İngiliz etkisine karşı, ABD varlığını gerekli gördüğünü söylüyordu.
Amerika’yla temaslar bitmez…
Humeyni, 27 Ocak 1979’da Carter yönetimine bir mesaj gönderdi ve anlaşma önerdi:
"-İranlı askeri liderler sizi dinler, İran halkı ise beni."
Humeyni, Carter'a ordu üzerindeki etkisini kullanarak kendisinin iktidarı ele geçirmesine yardım etmesini öneriyordu.
Bunun karşılığında Humeyni, İran'ı sakinleştirecek, istikrarı yeniden sağlayacak ve İran'daki Amerikan çıkarlarını ve vatandaşlarını koruyacaktı.
Devrim'in bu dönemlerinde, öğrenci, bazaari (esnaf) ve ulema eylemlerine petrol/rafineri işçilerinin grevleri de eklenince petrol üretimi durma noktasına geldi.
Carter yönetimi, tartışmaların ardından, Şah Rıza Muhammed Pehlevi’yi Humeyni’nin hatırına ABD'ye bir "tatile çıkmaya" ikna etti. Çıkış o çıkış Şah Rıza bir daha İran’a dönemedi. Mısır’da öldü.
Türkiye’de ise Milli Selamet Partisi’nin organize ettiği mitinglerde “-Şah gitti Mısır’da sıra bizim kısırda” sloganları atılıyordu.
Şah'ın ardında bıraktığı Başbakan Şapur Bahtiyar zayıftı ve iktidar boşluğunu bir askeri darbe ile doldurma planları yapılsa da avuçlarını yaladılar.
Evdeki hesap çarşıya uymadı…
Şah’ın, İran’ı terk ettiğini öğrenen Ayetullah Humeyni, Paris'teki sürgününden İran'a dönmek için acele etti.
Beyaz Saray'a ilk mesajını bu sıralarda yolladı ve Amerikalılara yönelik hiçbir husumet yaşanmayacağını söyledi.
Humeyni, Amerikalılara İslam Cumhuriyeti'nin "insancıl" olduğunu söylüyor ve tüm insanlık için "barış ve huzur" vaat ettiğini belirtiyordu.
Hem ABD'nin hem de İran rejimimin resmi anlatısı birbirini bütünlese de perde arkasındaki görüşmelerle örtüşmüyor. Çünkü iki yanlış bir doğru etmiyor.
Nasıl örtüşsün ki? Tam tekmil Brezilya dizisi gibi.
İran Rejimi, “Küfür Ehli” mi?
“Küfür” mefhumu Türkçe’de “sövgü” gibi bir anlam taşıyor. Oysa literatürde ‘Küfr’ sözcüğü “Örtmek ve gizlemek” anlamlarında kullanılır.
Hatta “hakkı/hakikati/doğruyu gizlemek” manasında kullanılır. Bu açıdan Arap Şiiri’nde eşyayı örttüğü için “gece”ye, toprağı örttüğü için çiftçiye kâfir (örten) denilmiştir.
Dünya kamuoyu önünde ABD, Şah'ın tamamen arkasında durduğunu söylerken, İran İslam Cumhuriyeti de "Büyük Şeytan"a karşı kazanılan zaferi kutluyordu. Her ikisi de “saklayan, gizleyen, örten” bir politika takip ediyordu.
“Şeytanın işine akıl erer de bunların işine akıl ermez!..” dediğinizi duyar gibiyim.
Haklısınız.
Nitekim Şah'ın Tahran'dan ayrılmasından 2 gün sonra, ABD, Humeyni'nin bir temsilcisine, prensip olarak İran anayasasının değişmesine, yani monarşinin sonlandırılmasının kendileri açılarından problem olmadığını iletmişti.
ABD Humeynicilere İranlı Generallerin pamuk gibi yumuşadığını aktardı…
ABD, İran ordusu üzerindeki nüfuzunu kullanarak “Şehinşah”a (Şah Rıza Pehlevi) sadık İranlı askeri liderlerin, kendi siyasi gelecekleri konusunda ayak diremeyeceklerine dair devrimciler için kritik bir istihbaratı da onlarla paylaşmıştı.
Aslında ABD yönetimi içerisinde, 1978 yılının sonundan itibaren Şah'ın miadının dolduğuna ilişkin tartışmalar yapılıyordu. Bunların en ünlüsü, ‘Toplum Bilimlerinde Yorumcu Yaklaşım’ kitabının yazarı, dönemin Tahran Büyükelçisi William Sullivan'ın 9 Kasım 1978'de Washington’a gönderdiği "Düşünülemez olanı düşünmek" başlıklı uzun diplomatik telgrafıydı.
Şahı, İran halkı mı “Büyük Şeytan Amerika” mı düşürdü?
Şah’ın son İran Genelkurmay Başkanı Abbas Garabaği döneme ilişkin hatıralarında şu bilgiyi aktarır,
“İran komuta kademesi oturmuş, kendi aralarında bir durum değerlendirmesi yapmaktadır.
Muhafız Kuvvetleri Komutanı General Ali Badrei, CIA istasyon şefinin kendisini ziyarete geldiğini ve Humeyni ile temasa geçmeyi tavsiye ettiklerini SAVAK şefi General Moghadam’da b Amerikalıların bu temaslarını doğrular ve CIA bu görüşte der.”
11 Ekim 2013’te Washington’da ölen Sullivan, ABD’nin, Şah'ı ve üst düzey generalleri İran'dan çıkartmasını ve Humeyni ile daha alt düzey komutanlar arasında bir anlaşma kotarması gerektiğini söylüyordu.
Gelişmelere bakılırsa Carter yönetimi İran politikasını tecrübeli diplomat William Sullivan'ın önerilerine göre temellendirmişti.
Süleyman Demirel, Şah Rıza Pehlevi’yle “CIA’nın Humeynicileri desteklediği” istihbaratını paylaştı…
Şah Rıza Pehlevi, 12 Mart’tan kısa bir süre önce Süleyman Demirel’in Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i, Tahran’a davet etmiş, 12 Mart Muhtırasını haber vermişti.
İran’da sokak gösterileri başlayınca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın CIA’nın bu eylemlerin arkasında olabileceğine dair duyumlarını, Başbakan Süleyman Demirel, İhsan Sabri Çağlayangil aracılığıyla Şah Rıza’ya bildirmişti.
Nitekim İran Şahı Rıza Pehlevi kendisini İran’dan ayrılması için ikna etmeye gelen ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in yüzüne “-bir avuç mollanın böyle organize ve etkili gösteriler düzenleyecek kapasitesi olmadığını, arkalarında muhakkak başka bir gücün olduğunu” söylemişti.
Bu güç Şah’a göre CIA idi. Kissinger’e CIA’nin niçin böyle bir şey yaptığını, neden ondan yüz çevirdiklerini soran Şah; kendi sorusuna kendisi cevap vermişti.
Şah, bazı askeri malzemeler ve demir-çelik tesisi kurma dahil Sovyetler’le girmiş olduğu ilişkinin Amerikalıları rahatsız etmesi, onu Sovyetlerle fazla samimi bulmaları nedeniyle kendisinden desteği çektiklerini söylüyordu.
Bir diğer neden de yüzyılın başındaki İngiliz-Rus planının bu defa ABD-Rus planı olarak yeniden işleme konması ve güney petrol alanları ABD’ye, kuzey Ruslar’a bırakılacak şekilde İran’ın iki nüfuz alanına bölünmesi ihtimaliydi.
Türkiye’yi ziyaret eden son İran Genelkurmay Başkanı Abbas Garabaği’ydi.
General Garabaği, İslam devriminden yalnızca birkaç hafta önce 1979 yılında Türkiye’ye geldiğinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile görüşmüştü.
Türkiye’de, “Amerikancı Cunta lideri” olarak tanınan Kenan Evren Paşa, İran Genelkurmay Başkanı Abbas Garabaği’ye “Amerikalılarla müttefik olmanın en büyük zorluğu, ne zaman seni arkadan hançerleyeceklerini asla bilemeyecek olmandır.” hatırlatmasında bulunmuştu.
Tahran Büyükelçisi William Sullivan’ın Şah’ı darbeyle düşürmek önerisini Carter, ilk başta reddetti, ancak Ocak ayının başlarında, "muhalefeti" yatıştırmak için Şah'ın düşürülmesine ikna olmuştu.
5 Ocak günü, Fransa'da kendini ziyaret eden bir Amerikalı’ya Humeyni şunları söylüyordu: "Petrol konusunda endişe olmamalı. ABD'ye petrol satmayacağımız doğru değil."
Humeyni, ziyaretçisine bu konuşmayı Washington'a iletmesini de istemişti.
11 Ocak günü CIA tarafından yapılan bir analizde ise, Humeyni'nin geri çekilerek yönetimi "ikinci adam" olarak bilinen Ayetullah Muhammed Beheşti'ye bırakacağı tahmin ediliyordu.
ABD, Beheşti'yi "Pragmatik, İngilizce konuşan ve üniversite eğitimine sahip bir din adamı, Batı'da yaşama deneyimine sahip ve Humeyni ile yakın ilişkilere sahip" birisi olarak görüyordu.
Humeyni'nin "Genelkurmay Başkanı" denilen İbrahim Yazdi de, eski bir CIA ajanı olan Richard Cottam aracılığıyla Washington ile bir iletişim kanalı kurmuştu.
15 Ocak'ta, Humeyni, Carter yönetimi ile iki hafta sürecek gizli müzakerelere başladı. 16 Ocak'ta Şah ülkeden kaçtı. 1 Şubat'ta ise Humeyni, Devrim'in muzaffer lideri olarak sürgünden İran'a dönüyordu.
17 Ocak'ta ABD BaşkanI Carter günlüklerine Humeyni'yi İran dışında tutmak için çaba sarf ettiklerini yazmıştı. Ancak ertesi gün ABD yönetimi Humeyni'ye "düzenli" dönüşünün kendileri için sorun teşkil etmediğini bildirdi.
Müzakereler sırasında, ABD petrol konusu ile Sovyet etkisi sorununu gündeme getirmişti. Humeyni, petrol konusunda, asil bir ücrete petrollerini herkese satacakları garantisini vermişti - Güney Afrika ve İsrail hariç.
Humeyni, Sovyetler Birliği karşıtıydı…
Humeyni, İran'ın kalkınmak için yabancılara, özel olarak da ABD'ye ihtiyaç duyacağının altını çizmişti.
SSCB konusunda ise Humeyni'nin tavrı netti: "Rus hükümeti ateist ve din karşıtı. Ruslarla daha derin bir anlayış geliştirmeyi daha zor buluyoruz."
Humeyni, Amerikalılara, "Siz Hıristiyansınız ve Tanrı'ya inanıyorsunuz, onlar inanmıyor. Sizinle yakınlaşmayı Ruslardan daha kolay buluyoruz" demişti.
Humeyni ayrıca, Ortadoğu'daki diğer ülkelere devrim ihraç etmeyeceklerinin de sözünü vermişti.
İran’ın sonunu hazırlayan gerici uygulamalara son örnek…
İran İsfahan Devrim ve Genel Savcısı Ali İsfahani, İsfahan eyaletinde kadınların umumi alanlarda bisiklet kullanmasını yasakladı. Karara uymayanlara ise cezai işlem uygulanacak.
İsfahani; Cuma imamları, cemaat ve bazı vatandaşların uzun süredir kadınların umumi alanlarda bisiklet kullanmasına itiraz ettiğini ve kadınların bu konuda rahatsız edildiğini dile getirdi.
Ne demişler; “Kendim ettim kendim buldum… Kendi düşen ağlamaz!..”
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete