?>

Bir insanın gelebileceği en büyük mertebe

Hüseyin Burak Uçar

3 yıl önce

Kendisi ile 1996 yılında tanışmıştık. Ben henüz çiçeği burnunda bir Müşteri Temsilcisiydim.

O sıralar çalışmakta olduğum kurum, personeline yönelik eğitimleri Bankacılık Okulu ismini verdiği kendi bünyesindeki bir tesiste gerçekleştiriyordu. 

Bilmeyenlerin gezdiğinde turistik tesis zannedebileceği bir formata sahip olan bu okul, Silivri’de denize sıfır bir konumdaydı. 

Personelinin eğitimine rakiplerinden bir çoğuna nazaran daha fazla önem veren ve daha fazla bütçe ayıran kurum, mesleki eğitimleri genelde içeriden tecrübeli ve başarılı personeller ile, kendini tanıma, motivasyon, etkin iletişim, ekip çalışması ve zaman yönetimi gibi kişisel gelişim eğitimlerini ise dışarıdan, konusunda uzman ve başarılı eğitimcilerle gerçekleştiriyordu. 

Her personelin, banka hesap cüzdanı görünümünde basılmış ve aldığı eğitimlere ait tarih ve süre bilgilerini de içeren bir eğitim cüzdanı bulunmaktaydı. 

Bu kişisel gelişim eğitimleri, özellikle etkili iletişim konusundaki eğitimler, genel müdürlük personeli ile şube personelinin eğitim cüzdanlarındaki en yoğun bölümleri oluşturduğu için olsa gerek, “biz sizin için, size destek olmak için buradayız” söylemini şube personellerine karşı samimiyetle dillendiren ve bu söylemin gereğini yapan bir genel müdürlük ortamı oluşmasını sağlıyordu. 

Aynı uyumun şubelerdeki ekiplerin kendi içinde de olması, doğal olarak çalışanların birbirlerine ve yöneticilerine güven duymasını sağlıyordu. 

Bu güven, hem çalışan hem müşteri memnuniyetine olumlu yansıyordu

Bununla da kalmıyor, Etkili İletişim eğitimleri, her kademedeki yöneticinin emir veren bir yapıdan, ikna eden bir yapıya, diğer bir ifade ile lidere dönüşmesine neden oluyordu. 

Daha çok seminer formatında geçen bu eğitimlerde eğitimci olarak, kendisini tanımakla ve bana kattıkları ile her zaman gurur duyduğum merhum psikolog ve akademisyenimiz Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu da yer alıyordu ve kanaatimce oluşturulan bu güven ortamında önemli bir payı vardı.

Doğan Cüceloğlu, ülkemizin iz bırakmış önemli değerlerinden birisidir.

Kendisi Mersin’in Silifke ilçesinde 11 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. 

Liseye kadar Silifke’de okuyan Cüceloğlu, bu Anadolu kasabasında yokluk içinde de olsa güzel bir çocukluk yaşar.

İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olur.

Burslu olarak gittiği ABD Illinois Üniversitesinde doktorasını tamamlar.1980-1996 yılları arasında Kaliforniya Eyalet Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görev alır. 

1996’da Türkiye’ye döner ve üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana-babalara ve iş çevrelerine yönelik seminerler, konferanslar verir, atölye çalışmaları ile televizyon programları yapar. 

Türk insanının duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları ile incelediği ve her konumdaki insanımıza hitap eden kitapları oldukça ilgi görür. 

İçimizdeki Çocuk, Savaşçı, Öğretmenim bir bakar mısın, İyi düşün doğru karar ver, Damdan düşen psikolog, Geliştiren anne baba…” bunlardan sadece bir kaçıdır.

ABD’de öğretim görevlisi olarak çalıştığı zamanlarda başından geçen ilginç bir anısını bir seminerinde kendisinden dinlemiştim:

O üniversitede görevli hocaların, kendisine ayrılan öğrencilere rehberlik yapmak görevleri arasındadır ve yabancı bir öğretim görevlisi arkadaşı, rehberlik yaptığı öğrencilerden evli bir çiftin yaşadığı sorunu anlayamadığı için kendisine danışmıştır. 

Çünkü bu evli çift, yüksek lisans yapmak için Türkiye’den gelmiştir.

Cüceloğlu, bu evli öğrenci çiftle görüşür ve olay anlaşılır. 

Bu çiftin Türkiye’deki anneleri yani kayınvalideler arasında bir sürtüşme yaşanmaktadır ve çocuklarını telefonla arayarak birbirlerini onlara şikayet etmektedirler. 

Bu durum, evli çiftin de arasını açmıştır. 

Cüceloğlu, bu durumu, yabancı hocaya anlatmayı başarır fakat yabancı hoca, o kadar uzaktaki kayınvalidelerin buradaki gençleri huzursuz etmesini ve bu kadar olumsuz tesir etmesini anlamakta zorluk çeker.

Bir başka derste bize, ölümün kaçınılmazlığı fakat zamanının belirsizliği konusundan söz açmış ve bizden gözlerimizi kapatıp arkamıza yaslanmamızı ve eğitime gelmek amacı ile yola çıkarken evinizde vedalaştığınız kişilerden birinin bu gün gerçekten öleceğini düşünmemizi istemişti. 

Çoğumuzu ürküten ve düşündüren bir seans olmuştu bu. 

Şöyle devam etmişti: 

“Şimdi sizden düşünmenizi rica ediyorum…

- Ayrılmadan önceki akşamınızı nasıl geçirirdiniz?

- Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? 

- Aynı konular, tartışmaya ya da gerginliğe neden olur muydu? 

- O sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? 

- Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? 

- Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? 

- Ona yüreğinizin taa derininden gelen bir ‘Seni gerçekten çok seviyorum…’ demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? 

- Onun ölecek olması, sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?... 

Yazımızın başında Etkili İletişimin çalışan-çalışan, çalışan-yönetici ilişkilerini nasıl olumlu etkilediğinden ve güven tesis edilmesine nasıl katkı sağladığından bahsetmiş ve o yıllarda çalışmakta olduğum kurumdaki olumlu sonuçları paylaşmıştım.

Bu konu kamu olsun, özel olsun tüm kurumlarda, hatta ailede ve okulda öğretmen-öğrenci, ebeveyn-çocuk ilişkilerinde, yetişkinlerin aralarındaki iletişimde çok büyük önem arz etmektedir. 

Cüceloğlu bu konuda şunları söylüyor:

“Sağlıklı insan, konuştuğu ortamın, kiminle konuştuğunun farkındadır. Karşıdaki insanın duygularına saygılıdır. 

Bilerek onları kırmak istemez. Yani sağlıklı insan ‘patavatsız’, ‘paldır küldür’ olamaz. 

Doğal olarak kendi düşünce ve duygularını söylerken ortamı, oradaki insanları bilerek konuşur. Susmasını da bilir.

Söz vermenin ise önemlisi, önemsizi yoktur. Haklı nedenler olmadan tutulamayan her söz, sizin kendi gözünüzde kim olduğunuzu derinden yaralar.”

2021 Şubat ayında vefat eden Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, büyükannesinin ona çocukluğunda, “canı olan hiçbir şeyi incitme yavrum” diyerek yaptığı uyarıyı, kulağına küpe yaptığını söylemişti bir seminerinde. 

Ben de onun “bir insanın gelebileceği en büyük mertebe, güvenilir insan olmaktır” sözünü yazmıştım bir kenara.

Çünkü bu söze katılmamak mümkün değil. 

Takdir edersiniz ki, özellikle günümüzde, “Güvenilir İnsan Olmak” ve “Güvenilir İnsan Bulmak” paha biçilemez bir değer haline gelmiş durumda.

Yazımızı yine onun İnsan ilişkileri ve Etkili İletişim konusuna dair şu çarpıcı tespiti ile bitirelim:

“Yanınızdaki kişiye değer verin; kötü sözlerle kırmayın onu.

Durup, durup sevdiğinizi söyleyin, özel hissettirin

En ufak bir şeyde ‘bitti ‘demeyin, ağlatmayın, üzmeyin

Neden mi?

Çünkü ölümün saati yok

Belki son görüşünüzdür, belki de son sarılmanızdır. 

Belki de saatler sonra ona değil de, artık toprağına dokunacaksınız, onu değil de toprağını öpeceksiniz.

Sevdiklerinizin değerini kaybettikten sonra değil, şu an bilin. Toprak, aldığında geri vermez. Çünkü ölümün saati yok.”

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI