Sene 1915..
Çanakkale’de kızılca kıyametin koptuğu günler..
İstanbul’da, düşmanın Çanakkale’yi geçtiği söylentileri, her meslek erbabından kişilerin akın akın Çanakkale’ye gitmesine sebep oluyor..
Herkes, vatan toprağını düşman çizmeleri altında çiğnetmemek için çaba sarfediyor..
Bunlardan biri de İstanbul’da Vefa Lisesi’nde Fransızca muallimi olarak görev yapan Ahmet Rıfkı Bey!. 1915 yılının Mayıs ayında Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten içeri girer..
Koridorlarda sesssizlik hakimdir!. İlk dersi birinci sınıflaradır ve ayni suskunluk o sınıfta da vardır.. Talebeler başlarını önlerine eğmişler öylece sıralarında oturuyorlardır..
Selâm verir Ahmet Rıfkı, ama çocuklar selâma karşılık vermezler.. Ahmet Rıfkı şaşırmıştır ve talebelerine dönerek şöyle der;
“Çocuklar nedir bu hal?. Lütfen biriniz bana bunu izah etsin!..”
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak konuşur;
“Hocam, mektebimizde ve mahallemizde eli ayağı tutan abilerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler ama siz hala buradasınız!. Biz de gitmek istiyoruz yaşımız tutmuyor, söylermisiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?.”
Muallim Ahmet Rıfkı’nın konuşacak hali yoktur..
Çocuklar elbette haklıdır ve o an kararını verir..
Kendisi de Çanakkale’ye gitmelidir!.
Vatan için, Hakk ve Hakikat için düşmanla çarpışmalıdır..
Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir..
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir..
Ahmet Rıfkı’nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanım’dır..
Vefa semtindeki evlerinde beraberce oturmaktadırlar..
Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helal etmesini ister..
Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhaddin Âdil Efendiye uğrar ve şöyle der;
“Selâhaddin amca, düşman Çanakkale’de hançerini vatanın bağrına saplamış, Allah'ın izniyle onu çıkartmaya gidiyorum.. Senden isteğim, anamı iaşesiz bırakma!. Kısmetse dönüşte borcumu öderim!.”
Ahmet Rıfkı önce İstanbul’da kısa bir eğitim görür ve sonra Çanakkale- Düztepe’deki birliğine bölük komutanı olarak gider..
Çeşitli cephe ve siper savaşlarına katılır..
19 Aralık 1915 günü İngilizlerin döşediği mayınlardan bir tanesi kendisine isabet eder ve bu göğsü iman dolu genç Türk subayı şehit olur!.
Ahmet Rıfkı’nın şehitlik haberi kısa zamanda İstanbul’a ulaşır!.
Annesi haberi alır, çok üzülür.. Ama imanı bütün bir hanım olduğundan hadiseyi tevekkülle karşılar..
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir!.
Doğruca ona gider ve şöyle der;
“Selâhaddin Efendi, oğlum Ahmet Rıfkı Çanakkale’de şehit düştü.. Şehitlik künyesi, eşyaları, ikramiyesi, bir heyetle bu sabah bana ulaştırıldı.. Yedi aydır senden veresiye alırız, ne kadar borçluysak verelim de oğlum borçlu yatmasın!..”
Selâhaddin efendi cevap verir;
"Ayşe Hanım sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın!..”
Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah’la beraber dükkana gider..
Selâhaddin Âdil Efendi, Ahmet Rıfkı bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah’ın önüne koyar!.
Kız, defteri incelerken birden gözleri dolar ve hıçkırıklarla ağlamaya başlar!.
Bu duruma şehit annesi Ayşe Hanım ve diğer müşteriler de şaşırırlar..
Gülşah’ın yanına gelirler..
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir..
Şöyle yazıyordur defterde;
"BU HESAP, AHMET RIFKI’NIN KANIYLA ÖDENMİŞTİR, VESSELAM!."
0 ana kadar hiç konuşmayan bakkal Selâhattin Efendi, dükkanında bulunan insanlara döner ve gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte şu sözleri söyler!..
“Ahmet Rıfkı, bu vatan uğruna canını feda etti. Buna mukabil biz birkaç parça mal vermekten çekinecekmiyiz?. Katbekat helal olsun!.. Hiç olmazsa Allah katında bizlere şefaatçi olur!..”
Selâhattin Âdil Efendi, ahilik terbiyesi almış bir esnaftı ve iyi bir mümindi..
Ey bu vatanın gerçek kahramanları..
Yarbay Hasan’lar..
Fransızca öğretmeni Ahmet Rıfkı’lar..
Seyid 0nbaşılar..
Ayaş’lı Ecir’ler..
Pehlivan Ahmet oğlu İsmail Çavuş’lar..
Mülâzım-ı Evvel Arif’ler..
Mekteb-i Sultani talebesi Celâl İbrahim’ler..
Yunus oğlu Nistrova’lı Kadir Çavuş’lar..
Hukuk öğrencisi Hasan Ethem’ler..
Ahmet’ler.. Mehmet’ler.. Hasan’lar.. Hüseyin’ler!.
Bu aziz kahramanlara merhum Mehmet Akif’ Ersoy’un mısralarıyla seslenelim;
EY ŞEHİT OĞLU ŞEHİT, İSTEME BENDEN MAKBER!.
SANA ÂGUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER!.
Mevla (cc) hepsine rahmet eylesin!..
Ruhlarına fâtiha..
Sami Özey, dikGAZETE.com