Son zamanlarda birçok kişi 14 Kasım’da yayına giren “Bir Başkadır” isimli yerli bir “Netflix” dizisini konuşuyor.
Dizinin bu kadar konuşulmasının sebebi, dizi filmin Türk ve İslam kültürünün yanı sıra Türkiye’ye ait sosyolojik ve hatta nostaljik motifler içermesi.
Amerikalı bir yapım şirketi olan ve yapımlarında yüksek dozda şiddet ve cinsel sapkınlık öğeleri bulundurduğu için gizli bir ajandası olduğu gerekçesiyle tepki çeken Netflix’in, böyle bir zamanda bu diziyi yayınlanıyor olması oldukça dikkat çekici.
“Bir Başkadır” dizisi, ekranlarda daha önce görmeye alışkın olmadığımız bir şeyi yaparak bir zamanlar sanat camiası tarafından ötekileştirilmiş muhafazakâr kesimi mercek altına alıyor.
Dizideki olaylar, muhafazakâr kesime mensup Meryem ve ailesi etrafında şekilleniyor.
İlk etapta saf sandığımız Meryem’in aslında o kadar da saf bir kız olmadığını dizinin ilerleyen bölümlerinde anlıyoruz.
Meryem, iyiliğini ve saflığını dişil enerjisiyle harmanlayarak sergiledikçe oldukça sempatik bir karaktere dönüşüyor.
Bu noktada halk ile elit arasında bir köprü kurulduğunu iddia edip, diziyi öven bir kesim de var.
Fakat senaristin kendi mahallesinden göremediği gerçek şu ki; Türkiye’de Meryem ile Peri arasında oldukça geniş bir gri alan var ve ülkenin çoğunluğu da bu gri alanda bir diğerini ötekileştirmeden yaşıyor.
Diziye göre ise; seküler elit bütün başörtülüleri ötekileştirip, aynı görüyor, hatta Peri, evdeki temizlikçi kadınla başörtülü hastasının adını bile karıştırıyor.
Dizideki muhafazakâr ailede şiddet, ruhsal hastalıklar, cehalet, tecavüz, küfür, zorbalık gibi birçok travmatik durumu görüyoruz.
Bu aile; ruh hastası, sanrılar gören bir yenge; kız kardeşine ve karısına son derece kaba davranan, şiddet gösteren bir ağabey; hiçbir söz hakkı olmayan yeğenler ve temizlikçi kız Meryem’den oluşan yoksul bir aile.
Senarist Berkun Oya’nın muhafazakâr kesime yakıştırdığı bu değerler, kendisinin, bir Cihangir entelijansiyası klasiği olan dar bakış açısını gösteriyor.
Bu açı, Türkiye’deki seküler elitin muhafazakâr demokratlar üzerinde nasıl baskı kurduğunu yazan yabancı muhabirlerde de gördüğümüz; maalesef ki toplumdaki değişimin oldukça gerisinde kalmış sınırlı bir bakış açısıdır.
Geçmişe dönüp baktığımızda kuşkusuz, hem toplumun hem de devletin tartışılmaz ayıplarını görüyoruz fakat Türkiye’nin dinle ya da muhafazakârlıkla hiçbir zaman Cihangir’in ya da “Bir Başkadır”ın iddia ettiği gibi köklü bir meselesi olmamıştır.
Amerikalı Netflix’in “sizi sizden iyi biliriz” numarası bu yüzden burada sökmüyor.
Peri’ler fethedildi, şimdi sıra Meryem’lerde...
Senarist, Meryem karakteriyle “-acımasız ve bağnaz Müslüman dünya-da, bir metropolde varlık göstermeye çalışan muhafazakar, saf ve iyi kalpli bir genç kadın” algısı yaratmaya çalışıyor.
Bu noktada bir alt metinle, İslam’ın şiddetle ve bağnazlıkla eşleştirildiğini görüyoruz. Gerçekte böyle olup olmadığını birçok kişi sorgulamıyor.
Müslümanların itilip kakıldığı; terörist olarak gösterildiği Amerikan sineması uzak geçmişte değilken, muhafazakâr Müslüman Meryem’i kim neden sempatik göstermek istedi?
Bugün Netflix, başörtülü Meryemler’den çok, antagonist Periler’in evine girmiş durumda. İzleyicilerinin çoğu, sisteme alışkanlık kazandığından; yapımcılar sistemde tuttukları insanlardan çok, henüz yozlaştıramadıkları insanları hedef almış görünüyor.
Özellikle de Anadolu kadınını.
“Meryem” karakteri, değerlerine ve kültürüne bağlı, temiz yürekli ve (dizinin senaristine göre) “kentsel dönüşümünü henüz tamamlamamış” Anadolu kadınını temsil ediyor.
Elit kesim tarafından bir zamanlar ötekileştirilen ve görmezden gelinen muhafazakâr kesimi, bir Amerikan yapım şirketinin sahiplenip konu almasını geç kalınmış olması sebebiyle tuhaf ve gülünç buluyorum.
Meryem Kültü ve Anadolu’daki ‘Ana Tanrıça’ Kültü
“Bir Başkadır” dizisinde dikkat çeken bir diğer nokta ise; kadın gücünün ve dişil enerjinin bariz bir şekilde ön plana çıkarılmış olması.
- Dizide başrol oyuncusunun adının kocası olmadan çocuk sahibi olan Meryem olması…
- Babasının Hayrunnisa’ya söz geçirememesi, kızın başörtüsünden özgürleşip, lezbiyen ilişki kurması…
- Dürtüsel davranışları yüzünden kadınların Sinan’la alay etmesi…
- Ruhiye ve tecavüzcü sahnesinde, tecavüzcünün eril sembol olan silahı kadına verip -beni vur- demesi…
- Meryem - Hilmi arasındaki ilişkide, Hilmi’nin Meryem karşısında sürekli bocalaması…
- Peri gibi, modern toplumun idealize ettiği bir kadının, hayatını erkeksiz sürdürmesi…
- Peri’nin annesi Feray’ın babasına karşı sergilediği baskın tavırlar…
- Yasin’in, Hayrunnisa’nın kız arkadaşı tarafından dövülmesi...
- Gülbin ve Gülan karakterlerinin ailelerinde baba ve erkek kardeşlerinden; Gülan’ın eşinden çok otorite sahibi olması…
- Tüm bunlar olurken Sinan’ın usul usul esas kadın Meryem’e tutulması ile…
Bütün bu olup-bitenler ile dişiliğin, kadın enerjisinin, erk sahibi olanın kadınlar olduğunun bariz bir şekilde sunulduğunu görebiliyoruz.
Anadolu tarihinde başat olan “Ana Tanrıça kültü”nü, küreselcilerin devamlı öne çıkardığı “Meryem kültü”nü, Hz. Meryem Evi’nin de Anadolu topraklarında olduğunu meraklısına hatırlatmadan geçmeyelim.
Tüm bunları gözden geçirdiğimizde, dizinin iddia edildiği gibi yollar yaptığını, köprüler kurduğunu, barajlar inşa ettiği gibi bir durumun olmadığını açıkça görüyoruz.
Bir (güya) üst aklın gizli ajandasını müteakip, başarısız bir algı operasyonu çektiğini görüyoruz.
Demek ki neymiş; toplum analizi yapmak öyle sırça köşklerden atıp-tutmakla olmuyormuş.
Halkın içine girip, toplum dinamiğinin rüzgârını hissetmek diye bir şey varmış.
Senarist Berkun Bey maalesef büyük bir işe soyunmuşsa da, at gözlüklerini çıkarmayı unuttuğu için çağın çok gerisinde kalmış.
Ne diyelim şimdi Türk halkına?
Affola!
.
Nickola Berrygele, dikGAZETE.com