Kitap okuma sırasında dünyada 86. sırada olsak da kitap fuarlarımız çok canlı ve muhteşem.
Kalabalık ve eğlence açısından hayvan panayırları gibi canlı...
Çocukken hayvan panayırlarına giderdik; panayırlar insanların çok hareketli olduğu yerler.
Bu panayırlarda eğlence yerleri de kurulurdu ve de hayvanlar dışında, başka ürünler de satılırdı.
Hayvan satışıyla diğer emtiaların bir arada olmasının ne anlama geldiğini hep düşünmüşümdür...
Bir yerde para kazanılıyorsa, orada harcayacak yerlerin de bulunması doğal!..
Bu panayırlarda çiftçiler ve çocukları, farklı eğlence ve sosyal bir atmosferi yakalama fırsatı buluyor.
Panayırlara gelen şehir çocukları ise yediği gıdaların nasıl üretildiğini pratik bir şekilde görüp, öğreniyor...
Dünyanın her yerinde yapılan bu panayırlar gibi, kitap fuarları da kalabalık, eğlenceli, hareketli ve renkli geçmektedir...
Fuarlarda kitap kapaklarının, aksesuarların ve dekorların da cezbedici bir canlılığı var...
Bütün bu ticari yatırımlara ve de kitap basım sayısının artması rağmen kitap okumada maalesef sınıfta kalmış bir milletiz.
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre, kitap okumak, Türk insanının ihtiyaç listesinde, 235. sırada.
KİTAP OKUMADA, YALNIZ OKUYUCU MU SUÇLU ?
Günümüz kitle iletişim araçlarında, niteliksiz yayınlar yapılıyor.
Sosyokültürel hayatımıza sürekli kalitesiz ürünler pompalanıyor.
Piyasada derinliği olmayan, kültür hayatımıza katkı sağlayamayan, kaliteden yoksun kitapların, görkemli ve cicili ambalajlarıyla sunulması, kitap okuma alışkanlığına bir katkı sunmuyor.
Bir konuda bilgimiz olmasa bile bilgili görünmeye çalışıyoruz...
En kötüsü de okumadan fikir üretip, sürekli konuşuyoruz.
Konuşma deyince, telefon konuşmasında Avrupa birincisiyiz; kitap okumada ise maalesef Avrupa’da sonuncuyuz.
UNESCO’nun 2018 yılındaki istatistiki verilerine göre Türkiye kitap okuma oranında dünyada 86. Sırada yer alıyor.
Ne yazık ki Türkiye, kitap okuma konusunda dünya sıralamasında bazı gelişmemiş ülkelerin de gerisinde kalıyor.
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi Elçin Gölbaşı, yapılan araştırmalar doğrultusunda kitap okuma ile ilgili verileri değerlendirerek; "Çocuklar, ne kadar erken yaşta kitap okumaya başlarsa, alışkanlık kazanmaları da o kadar kolay olur…
Ne yazık ki ‘Çocuklara kitap hediye edilmesi’ sıralamasında Türkiye 180 ülke içerisinde 140. sırada…” diyor.
Kitap okuma alışkanlığı edinmeleri için çocukları bebekliklerinden itibaren kitapla tanıştırmak gerektiğini söyleyen Elçin Gölbaşı, anne babalara büyük görev düştüğünü belirterek; "Ebeveynin kitaptan aldığı haz ve duyduğu neşe çocuğuna bulaşacaktır.
Kitap sevgisini aşılamak için kitap alışverişlerini birlikte yapmak, çocuğa ait bir kütüphane oluşturmak, kitaptaki öyküler üzerine sohbet etmek, birlikte kitap okuma saatleri yapmak çok önemli.
Unutmayın ki çocukların karakterlerinin şekilleneceği yaşlarda örnek alacakları ilk kişiler onlara en yakın mesafede duran anne babalarıdır" şeklinde beyanda bulunmuştur.
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE
Bu sene de -her sene olduğu gibi- “Beni Yuvada Unuttular” romanımızı imzalamak ve satmak amacıyla TÜYAP Fuarına katıldım.
Okuyucularımın kitap konusundaki övgülerine rağmen, fuar satışlarını her sene maddi zararla kapatıyorum.
Bu durum, çok da şaşılacak bir hadise değil, fuarda ancak dernekler bölümünde kendime yer bulabiliyorum; oraya da kitap okurları pek gelmiyor.
İkinci bir sebep ise sattığım kitaptan çok, hediye kitap veriyorum…
Ne yapalım, herkes nasibini yer; ama yine de ben kazanıyorum!..
Aslında kalabalıkları hiç sevmem, bu yüzden gürültülü ve yoğun toplukların olduğu yerlerden uzak durmaya çalışırım...
Fakat kitap fuarı bir başka oluyor. Kültür ortamındaki davranışlar ve sohbetler bile seviyeli. İşin en güzel tarafı da zaten bu oluyor.
Bir dostumla eğitimle ilgili bir sohbetimizde, ismini sıkça duyduğum bir kitap tavsiyesinde bulunmuştu...
Tavsiye edilen meşhur kitabı, Finlandiya Eğitimini araştıran, çağımıza ait bir kitap olduğunu sanıyordum...
Oysa karşıma yaklaşık bir asırlık tarihî bir kitap çıktı!..
“Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı bu kitap, toplumsal hayatı ve yönetimi ilgilendiren bir muhtevaya sahipti...
Kitap, Rus yazar Grigoriy Petrov’a ait...
Petrov, görüşleri nedeniyle kiliseden kovulduktan sonra kendisini tamamen yazarlığa vermiş.
En önemli eserlerinden biri de 1925 senesinde yayınlanan “Beyaz Zambaklar ülkesinde” adlı eseri.
Her nedense, bu kitaba en çok ilgi gösteren ülke de Türkiye olmuş...
Cumhuriyetin kuruluşuyla demokratik bir yönetim arayışı içinde olan ülkemizde bu eser, Atatürk tarafından tavsiye edilerek yaygınlaştırılmıştır.
Seksen iki sene önce, halka yönetim önerileri tavsiyesinde bulunan bu kitabın, hala satılması ve de gündemde olmasına şaşırdım...
Bu kitabın, ideolojik taraftarlarının propagandası sonucunda günümüze kadar ulaştırıldığı anlaşılıyor.
Kitabın tarihi ve kültürel değerinden çok, sırf satışı hedefleyen yayınevleri de bu kitabın içeriği üzerinde -zahmet edip de- güncel bir çalışma yapmamış...
Ne yazık ki yayınevleri -her zaman olduğu gibi- kitabın muhtevasından çok, kapağı üzerinde satışı artırabilecek manşet yazıları sergilemeyi tercih etmiş!..
Benim okuduğum baskı, Rusça’dan Elnur Osmanov tarafından tercüme edilen 2019 baskısıydı...
Doğrusu, “Beyaz Zambaklar” kitabını beğenemedim.
Teknik olarak kitapta bir sistematik sıralama ve sınıflandırma yok.
Kitabın baş sayfalarında “Petrov” konusu yer alıyor, “Beyaz Zambaklar” konusu ise 54. Sayfada başlıyor.
Bu kitabı tercüme eden kişinin, Türkçe konusunda sıkıntı yaşadığı anlaşılıyor.
Kitapta yetersiz cümle kuruluşları, yanlış sentaks uygulamaları mevcut...
Kitaptaki ifade eksiklikleri, bazen okuyucuyu yanıltıyor ve de kitabın anlaşılmasını da zorlaştırıyor...
Kitabın muhtevasına gelince -halen geçerli olan- yönetim sorunu ve demokratikleşmeye dikkat çekiyor…
İyi düzenlenmeyen bu kitapta “Kötü ruh, iyi ruh” gibi mitoloji efsanelerinin de kitapta uzunca yer alması, kitabı iyice basitleştiriyor...
İçerik düzenlemesi ihmal edilen kitapta bir tarafta “deprem” yerine, “zelzele” denilirken diğer tarafta TDK’nin prematüre üretimleri olan, ”anımsamak, koşul, olanak, yanıt” gibi turfanda ve uyduruk kelimeler kullanılıyor...
Anlaşılan, bu kitaba rastgele müdahale eden ve ideoloji kalıplarından kendilerini kurtaramayanlar “zelzele” kelimesini de gözden kaçırmışlar.
Aksi takdirde TDK’nin çöpe atarak, dilimizi fakirleştirdiği bu kadim kelimeleri kullanmayı tercih etmezlerdi.
Gerçek kadim Türkçemizi ve edebiyatımızı iyi kullanmak, ayrı bir maharet istiyor.
Kısacası bu kitap, bu dengesiz ve güncelleşmemiş haliyle günümüz insanına hitap edemiyor.
Kitabın mesaj olarak getirdiği öneriler, bulunduğu tarih itibariyle dikkat çekici…
Kitap sadeleştirilerek, “yönetim ve halk” konusu alınarak, tekrar piyasaya sunulabilir.
Böyle bir uğraşı ise ne yazık ki kimseler yapmayı düşünmez; nasıl olsa ismiyle hala satıyor!..
Üstelik kitabın “telif ödeme” gibi ek bir masrafı da yok; ham haliyle satış yapmak, daha kazançlı bir iş!
Aslında günümüzde “yönetim ve eğitim”le ilgili birçok kitap yazılmış.
Günümüze hitap eden ve benim de katkım olan, Prof. Hikmet Akgül tarafından yazılan, yönetimle ilgili “İstişareden Demokrasiye” (Doğal Dünya Düzeninde bir yöntem denemesi) adlı bir kitap var…
Bu kitapta, halkı sadece oy veren insanlar olarak değil, aynı zamanda istişare eden, karar ve denetlemeye iştirakini sağlayan fertler olarak görmekte ve öneriler sunulmaktadır.
Okuyucularıma da tavsiyem, kitap okurken seçici olmaları, zira hayat çok kısa ve zaman çok kıymetli!..
FİNLANDİYA
Finlandiya Cumhuriyeti, İskandinavya yarımadasında 5,5 milyon nüfusa sahip, bir Kuzey Avrupa ülkesi...
Finlandiya’nın başkenti Helsinki'dir...
Hükûmet: Üniter Cumhuriyet (Yarı başkanlık sistemi) Cumhurbaşkanı, güvenlik ve dış politika konularında karar verme, bakan, üst düzey kamu çalışanları, hâkimler ve devlet memurlarını atama ve işten çıkarma yetkisine sahip.
Cumhurbaşkanı aynı zamanda savunma güçlerinin komutanı sıfatını taşımaktadır.
Finlandiyalılar yeni tanıştığı insanlara karşı soğuk olmalarına rağmen, insanlara dürüst ve saygılı davranmaları, onların ahlak olarak da iyi yetiştirildiklerini gösteriyor...
Finlandiya, dünyanın en güvenli ülkelerinin başında geliyor.
Suç oranlarının düşük olmasının en büyük nedeni ise, eğitim...
PISA testlerinde Avrupa’da en başarılı ülkelerin başında gelmesi, eğitiminin başarısını da göstermektedir...
Finlandiya’da İngilizce konuşabilen insanların sayısının yüzde 80 civarında olması da uygulamalı eğitimin bir başarısı...
Finlandiya’da bilim ve teknolojisinin gelişmesi de bu ülkenin eğitimin sisteminin eseri.
Birçok marka ve tasarım üretebilen bu ülke, bütün yatırımını insana yapmaktadır.
Eğitime ağırlık vererek teknolojisini geliştiren Finlandiya, aynı zamanda milyonlarca dolarlık silah ihracatı da yapmaktadır.
FİNLANDİYA’DA EĞİTİM
Finlandiya eğitiminden çok bahsedildiği halde, tam olarak Finlandiya’da nelerin yaşandığını çoğu insan bilmiyor...
Bir kısım insanlarımız ise okullarda ödev ve imtihanların olmadığını söyleyerek, insanlarımızı yanıltıyor.
En yeni ve doğru bilgileri, CNN’den Cem Seymen’in bizzat yerinde yaptığı röportaj ve mekân çekimleriyle alıyoruz.
Gazeteci, ekonomist ve televizyoncu olan Cem Seymen, Finlandiya Eğitimine ait ciddi bir araştırmayı, kendi yaptığı programda bizlere objektif olarak sunuyor.
Finlandiya, eğitimin amacını ulaşan nadir ülkelerden biri.
Dünyanın en iyi eğitim sistemlerinden birine sahip Finlandiya’da öğrenciler, ortalama günde 4 saat ders yapıyor; küçük çocuklar oynayarak öğreniyor.
İmtihanlar ise ileri sınıflarda devreye giriyor.
Finlandiya’da -ülke genelindeki mutsuzluğa rağmen- öğrenci ve öğretmenlerin okullarda mutlu olması, dikkat çekici bir durum.
CNN’deki bu programında, ilköğretim ve liselerdeki eğitim, sanki anaokulların büyütülmüş modeli gibi sunuluyor...
Okullardaki dersler, eğlence haline getirilmiş; aynı zamanda sınıflar, aile ortamını aratmayacak biçimde tasarlanmış...
Finlandiya’da eğitim ücretsiz; devlet bütçesinin yüzde 14’lük bölümü eğitime ayrılıyor.
Finlandiya Eğitiminde esas amaç, “talebelerin potansiyel özelliklerini” ortaya çıkarmak...
Bu yüzden daha ilkokul seviyesinden itibaren çocuğun yetenekleri ve istekleri hassasiyetle dikkate alınıyor...
Eğitim sistemi, çocukların önünü açıyor: “KENDİNİZ GİBİ DAVRANIN!..” diyerek, çocuklardaki yapıcı özelliklere imkan sağlıyorlar.
Çocuk, kimseye özenmeden ve taklit etmeden kendine yönelerek, sahip olduğu özellikleri hayata geçirmek için çaba sarf ediyor...
Sorumluluk duygusunun gelişmesini sağlamak amacıyla, yemekleri ve okul temizliğini de çocuklar yapıyor.
Finlandiya’da okul kalitesi her yerde aynı; çocuklar, evine en yakın okula gittiği için mesafeler çok uzak değil ve servis yok.
Uzak bir bölgeden gelecek olanlar olursa, okul otobüsleri var.
Yakın yerlerden yaya veya bisikletiyle okula gelen talebeler, sınıflara ayakkabılarını çıkarıp, öyle giriyorlar. Çocukların üniformaları yok, herkes istediği gibi giyiniyor...
Masa veya sıralar, düzenli veya simetrik tasarımlı bir tarzda değil.
Masa veya sıraların her köşesine rastgele oturan talebeler, sanki ders yapmıyor, sadece sohbet ediyorlar görüntüsü veriyor...
Oysa ayrı ayrı gruplara ayrılan talebeler, takım halinde ayrı ayrı konuları tartışmaktadır...
Üç boyutlu akıllı tahtalar ya da projeksiyonla müşterek ders yapıldığında ise herkes tahtaya dönüyor...
Çocuklar sık sık sınıflarında sunum yaparak, özgüvenlerini ve iletişim becerilerini artırıyor.
Talebeler, diğer toplumları tanımayı, bizzat seyahat ederek öğreniyor.
Uygulamalı bu eğitimde bitkileri hayali öğrenmek yerine, bizzat araziye gidip, ağaç dikerek öğreniyorlar.
Aynı zamanda sınıflarda rahat koltuklar, sedir, pilates topları ve sıralar da mevcut.
Çocuklar, yere uzanarak veya oturarak derslerini yapabiliyor.
Bazı çocuklar, daha rahat ettikleri için pilates toplarda oturmayı tercih ediyor.
Dersler, takım halinde ve tartışarak işlenmektedir.
Eğer bir öğrenci bir şeyi yapamıyorsa, öğretmen onun için birebir dersler organize ediyor. Finlandiya eğitiminde ev ödevleri, çok az zaman alıyor.
ÖĞRENCİLER, GERÇEK HAYATTA İHTİYAÇ DUYACAKLARI ŞEYLERİ ÖĞRENİYORLAR
Finlandiya Eğitiminde, öncelikle çocuklara sorumluluk duygusu aşılanıyor.
Hizmet veren personelin olmasına rağmen çocuklar, okulda kendi yemeklerini kendileri yapıyor; kendi okullarını kendileri temizliyor.
Okullarda sağlık derslerinin yanında, doğayı korumak gibi önemli dersler de müfredat konuları arasında...
Bu okullarda, 12-13 yaşlarında bile iyi İngilizce bilen çocuklar yetişiyor.
Finlandiya’da okullar, pratik hayat becerilerini öğrenmeye çok fazla değer veriliyor.
Her Finli talebe, bilgisayar kullandığı gibi, kolayca bir web sitesi kurabiliyor.
Çocuklara hayatta kullandıkları her şey, hem teorik hem pratik olarak öğretiliyor…
Eğitimde “Yaptırarak öğretme ve yaparak öğrenme metodu” hâkim.
Okullarda el becerileri ve gündelik pratik bilgiler çok önemseniyor.
Erkek-kız ayırt edilmeden yemek, örgü, dikiş ve marangozluk dersleri veriliyor. Erkekler de yemek yapabiliyor.
Eskiden bizim ilkokullarda da hayatımızda bir işe yarayan “Aile Bilgisi” dersleri vardı...
Ne yazık ki 1968’de kaldırıldı.
Aslında Finlandiya eğitim modeli, 1937’lerde başlatılan Köy Enstitüleri’ne benziyor.
Ne yazık ki uygulamalı ve hayatı içine alan bu başarılı eğitim sistemi politik sebepler yüzünden rafa kaldırıldı...
FİNLANDİYA EĞİTİMİNİN BAŞ MİMARLARI, KALİTELİ ÖĞRETMENLER
Finlandiya Eğitim programının en önde gelen ayağı, öğretmenler olmuştur…
Finlandiya’da ilköğretim ve lise öğretmenlerinin yüksek lisans yapması gerekiyor.
Üniversitelere girmenin zor olduğu Finlandiya’da öğretmen olacakların da üniversiteye girmeleri zor...
Bir öğretmen adayının üniversiteyi bitirmesi bile öğretmen olması için yeterli sayılmıyor.
Yüksek lisansı bitiren öğretmen adayları, yazılı imtihandan ve mülakatlardan geçtiği gibi, yetenek ve sorumluluk duygusu, öğretmenliği benimseme, kendini adama, yeterlilik gibi özellikleri de inceleniyor.
Ancak bu vasıflara uygun olan öğretmen adayları, öğretmenliğe geçiş yapabiliyor.
Bu yüzden öğretmen olacaklardan ancak yüzde 3-5 kişi öğretmenliğe kabul ediliyor.
Öğretmenler haftada en az iki saat meslek eğitimi ve seminerlere zaman ayırıyorlar.
En az 2-3 dili konuşabilen bu kabiliyetli ve donanımlı öğretmenler, ülke geneline göre de yüksek maaşlar alabiliyorlar.
Öğretmenlere, devletin o kadar güveni var ki bir öğretmen gerektiğinde müfredatta bile değişiklikler yapabiliyor.
Kısacası donanımlı bu okul öğretmenleri, talebeler tarafından çok sevilmektedir.
Öğretmenler, aynı birer ana-baba davranışları sergileyerek, vazifelerini severek yapıyor.
FİNLANDİYA’DA İNTİHARLAR, BOŞANMALAR ve AŞIRI ALKOL, TOPLUMUN DENGESİNİ BOZMUŞ.
Finlandiya’nın eğitimdeki başarısı, ekonominin gelişmesine yansımasına rağmen yetişkinlerin mutluluğunu sağlayamamış.
Kendilerine dönük, izole bir hayatın yaşandığı Finlandiya’da kendi kültürlerine sıkı sıkıya bağlı olan Finler, dünyadaki diğer kültürlerin insanlarını anlamada zorlanıyorlar...
Gördüğümüz kadarıyla milli gelirini eğitimle artırmayı başaran bu ülkenin, boşanmalar ve intiharlarda dünyada ilk sıralarda yer alması dikkat çekici...
Bu olumsuzluk, Finlandiya halkının mutlu olmadığını da gösteriyor...
Anlaşılan eğitim kalitesi, milli geliri artırmış, ama ekonomideki gelişmeler mutluluk için yeterli olmamış.
“Finlandiya, neden intihar ve boşanma olaylarında başı çekiyor?” bu soruya verilen cevap ilginç: Kuzey bölgesi olması ve de havaların genelde soğuk ve kapalı olmasından!..
Oysa bu cevabın, hiç de rasyonel bir mantıklı bağdaşır tarafı yok.
İntiharların ve boşanmaların sebebi manevi boşluktan kaynaklanır.
Finlandiyalıların da -Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi- din ile hayat tarzları farklı...
Kısacası Finlilerin, dinle barışık bir hayat tarzları yok.
Manevi bir anlayışın olmayışı ve aşırı alkol alınması, ne yazık ki bu toplumu mutsuzluğa sürüklemiş.
Cinsiyet eşitliğinde Finlandiya’nın ilk sıralarda olması ise doğal olmayan sonuçlara yol açmış, kısacası faydadan çok, toplumun sosyal hayatına zarar vermiş.
Dinin zayıf olmasına karşın, yine de Evangelist-Luteryan Kilisesi’nin ve Ortodoks Kilisesi’nin Finlandiya’da özel bir konumu var.
Bu kiliseler, aynı zamanda vergi toplayarak daha da güçlenmektedir…
Hristiyanların, İsrail’e karşı olumsuz bakış açısını kaldırmak için Yahudi lobileri, yıllarca bütün dünyada propaganda ve yalan üretmektedir.
Bu özel çalışmalar, bütün dünyada olduğu gibi Finlandiya’da da mevcuttur.
“İsa’nın İsrail’e ineceği ve bu nedenle, İsrail’in mutlaka korunması gereği” yalanıyla kandırılmış Hristiyan topluluğunun (Evangelistlerin) Finlandiya’da da etkin olması, İsrail’in bu ülkede etkisini de göstermektedir...
Rus asıllı Yahudilerin, önce Finlandiya’ya getirilerek, sonra da İsrail’e ulaştırılması da bir hayli düşündürücü...
Finlandiya Başbakanının, Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik askeri harekâtı gerekçe göstererek, Türkiye'ye silah ihracatını askıya aldıklarını açıklaması, bu ülkenin İsrail etkisiyle hareket ettiğini de göstermektedir. .
Raşit Anaral, dikGAZETE.com
(Haftaya “Eğitim”in 2. Bölümü olan, Türkiye’deki eğitim ve köy enstitüleri ele alınacak)