?>

Başkanlık Sistemi, vatanını sevenler için çok önemli

Raşit Anaral

3 yıl önce

Başkanlık Sistemi genellikle, ileri ülkelerde uygulanan hızlı karar almayı sağlayan gelişmiş bir sistemdir... 

Bizim gibi kalkınma hamleleri yapan şahlanmış bir ülke için iyi bir model olmuştur... Bazı kesimler,  başkanlık sisteminidiktatörlük"le eş değer bir sistem, hatta daha da aşırıya kaçarak "padişahlık" olarak görmektedir... Bu dar yaklaşım, pek de iyi niyetli bir anlayış değil…

Başkanlık, Milli çıkarlar ya da milletin menfaatine olacak işleri korumak için elzem bir yönetim sistemidir... 

Başkanlıktan şikâyet edenler ise genellikle çeşitli çıkar çevreleri ya da sözüm ona aydınlar veya ülkemizi düşünmeyen, maşalık yapan sözde sivil toplum kuruluşlarıdır... Çünkü başkanlık sisteminde vatanına ihanet eden hiçbir kuvvet, ülkenin gelişmesine engel olamaz; zira bu yanlış girişimlere, bütün sorumluluğu üzerine alan başkan engel olacaktır…

Başkanlıkta herkes, kafasına estiği gibi bu ülkede at koşturamaz...

Ülkemizin zamanı çok kıymetlidir, bir an önce eskiden kaybettiğimiz avantajları yakalamak zorundayız…

Aslında Başkanlık sistemi, tam bağımsızlığımızı yeniden kazanabileceğimiz için iyi bir atlama taşı olmuştur ve de kısa zamanda inanılmaz işlere imza atılmıştır... 

Başkanlık sistemi tam da bizim ülkeye uygun olabilecek bir sistemdir. Bu yüzden, başkanlık sistemini muhafaza etmekte çok kararlı olmalıyız.

BAŞKANLIK SİSTEMİ NEDİR?

Başkanlık sistemi, devlet yönetiminde tek bir kişinin başkanlığında hükûmet etme ve devleti yönetme esasına bağlı siyasi sistemdir.

Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türkiye'de 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla uygulanmaya başlanan başkanlık tipi hükûmet sistemidir.

Bu sisteme geçişle beraber TBMM'nin yetkileri kısıtlanmış, cumhurbaşkanının yetkileri artırılarak yürütme organının başı olmuştur.

Yeni sistemde cumhurbaşkanı partili olabilir. 2007'de yapılan anayasa değişikliğinden sonra 2014 yılından itibaren cumhurbaşkanı halk oylamasıyla seçilmektedir, yeni sistemle birlikte bakanlar da meclis dışından atanabilmektedir. 

Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.

Başkanlık sisteminin aksayan veya eksik tarafları -her sistemde olduğu gibi- mutlaka olacaktır, ama artıları bu sistemin devam etmesinin faydalı olacağını gösteriyor…

Eksik olan parçalar varsa -zaman içinde- uygulamayla tespit edilip, giderilmelidir. Ancak Türkiye’mizin istikrarı için bu sistemin mutlaka devam etmesi gerekir...

Parlamenter sistemde ise birden fazla parti meclistedir ve özellikle hükûmetin koalisyon şeklinde kurulmaya zorlandığı durumlarda, hükûmeti oluşturan herhangi bir parti koalisyonu her an terk etmekle tehdit edebiliyor. 

Aynı zamanda her parti, kendi parti menfaatleri ya da kişisel menfaatlere kapı açabiliyor... 

Koalisyonların dengesizliği yüzünden ömrü de kısa oluyor. Bu da istikrarsızlığa ve sermaye kaçışına zemin hazırlıyor... 

Meclisteki bir milletvekilinin aynı zamanda hükümette yer alması ya da bakanlık beklentisi, yasamanın ve de yürütmenin dengesinin aksatmasına da sebep olabiliyor. 

Ülkemiz bu şekilde çalkantılı bir süreçten geçerken hükümetin zaaflarından dolayı, hazırda bekleyen çevreler tarafından her zaman iç karışıklıklara ve terörist hareketlere yol açabiliyor. 

Parlamenter sistem, ihtiraslı partiler yüzünden sürekli sorun üretmektedir ve risklidir…

Ülkenin gelişmesi için uygun bir sistem değildir... 

Parti liderlerinin şahsi ihtirasları yüzünden sadece kanun çıkarma çalışmaları sıkıntıya girmiyor, ülkeyi yönetecek yürütme kadroları da baskı altında kalıyor veya engelleniyor... 

Yasamanın yürütme konusuna müdahale etmesi hiçbir zaman doğru bir yaklaşım olamaz... 

Doğru olan ise seçilen başkanın, hükumeti bağımsız olarak kurmasıdır.  Beş sene sonra başarısız olan başkan, yine halk tarafından değiştirilmelidir... 

Geçmişte parlamenter sistemle neler yaşadığımızı, 90’lı yıllar, 80’li yıllar, 70’li yıllarda zayıf iktidarla, ülkenin neler kaybettiğini gördük…

2017ye kadar AK Parti iktidarının da vesayetle, darbelerle yüzleştiği bir dönem olmuştur. 

Tekrar bu dönemlerin yaşanmasını hiç kimse arzu etmiyor…

BAŞKANDA ARANILACAK LİDERLİK ÖZELLİKLERİ NELER OLMALI!..

1- Ülkesini sevmeli. 

2- Akıllı olmalı. Mantık dışı davranmamalı. 

3- Cesur ve kararlı olmalı

4- İstişareyle kararlarını sağlamlaştırmalı.

5- Gerektiğinde risk almalı.  

6- Bilgiye ve bilime önem vermeli

7- Herkesi kucaklamalı. 

8- Zeki olmalı.

9- Beş oyun sonrasını tahmin edebilmeli

10- Çok çalışkan olmalı. 

11- Dalkavukları iyi tespit etmeli. 

12- Halkla temasını devam ettirmeli. 

13- “Başkası ne der? “ diye düşünmemeli. 

14- Gerektiğinde ölümü göze almalı.

SEÇİMLE GELMEYEN BÜROKRATİK KADROLARIN ÜLKEMİZE VERDİĞİ ZARARLARIN ÖNLENMESİ ŞARTTIR!..

Ülkemizde antidemokratik darbelere -seçimle gelmeyen- bürokratik kadrolar eşlik etmiştir... 

Vesayet sistemine çanak tutan bu sivil ve resmi kadroların sınırlandırılması ve denetlenmesi şarttır... 

Bağımsız yargı” dediğimiz çevreler bile geçmişte engizisyon mahkemelerini aratmayacak keyfi uygulamalar yapmıştır. 

Askeriyeyle birlikte başbakanlar asmış, partiler kapatmış, başörtülülerin eğitim haklarını elinden almıştır...

Daha da ileri giderek, ideolojik bir örgüt gibi ülke içindeki gelişmelere engel olacak kararlar vermişlerdir…

Seçimle gelmeyen ve kuvvetler ayrılığı diye saydığımız yargının bu davranışlarının hesabını da halka vermek gibi bir sorumluluğu da yok…

Bu yüzden yargının da memleket hayrına ve adaletli işler yapabilmesi için kendi dışında bir başkan tarafından denetlenmesi şarttır…

Denetleme işini ise halkın seçtiği ve halka karşı sorumlu olan başkanın yapması, en doğal ve de en demokratik olanıdır.

Sadece yargı değil, ekonomide bile başkanın önemli görevleri vardır…

Merkez Bankası gibi devletin en önemli kurumunu bağımsız birine emanet etmek risklidir... Çünkü atanmış bürokratın, ülkeye vereceği zararların hesabı, daima seçimle gelen yürütmenin başı olan başkana sorulur... 

Kimse “ekonomi bozuldu” diye merkez bankasına hücum etmez, mevcut hükümet ise başkanla birlikte hesaba çekilir... 

Bu bakımdan yasama, yürütme, yargı diye tam bağımsız kuruluşlar olamaz…

Bu kuruluşlar ancak işlevsel olarak bağımsız davranabilirler, ancak organizasyon ve denetlenebilir olması şarttır... 

Bu denetleme de ülkenin başkanına ait olacaktır...  

Bu ülkede 3. Köprü ve İstanbul Hava Alanını durdurmaya çalışan sivil ve resmi kuruluşları bile gördük... 

Bu ülkeye zarar veren hala birçok oligarşik çevreler ve bunların bağlantısı olduğu dış güçler mevcut…

Bürokrasinin geçmişte engelledikleri zararları ayrıntılarıyla uzun uzun anlatmaya gerek yok... 

Sadece 5-10 sene önceki olaylara bir göz atalım yeter... 

Ülkemizin bugün iftihar kaynağı olan İHA ve SİHA’ları nasıl engellediklerini Selçuk Bayraktar tarafından dile getirilmesi ne büyük bir badirelerden geçtiğimizin hazin bir göstergesidir... 

Ne hazindir ki 2009’da Selçuk Bayraktar’ın abisini bile tutuklamaya kalkmışlar. Aşağıdaki linkte (*) kaynağa ulaşabilirsiniz...

Aynı bürokrasi, daha önceki uçak fabrikalarımızı da engellemiştir...

Tarihten ders almalıyız.

"Vecihi Hürkuş'un bürokratik engellerle karşılaşması, Nuri Demirağ'ın ise ürettiği uçakların devletçe satın alınmaması, kapatılmalarına neden olmuştur. Ancak bu fabrikalar, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD'nin etkisiyle tamamen kapanmıştır."

Türkiye’miz bugün, "yerli ve milli" savunma sanayi hamlesi, mali ve enerji politikalarıyla işte bu teslimiyet halinden ve de dış müdahalelerden kurtulmaya çalışıyor.

CHP DÖNEMİ YAPILAN ENGELLER…

CHP zihniyeti, ürettiği beş uçak ve kendi yetiştirdiği pilotlarla, 30 Ağustos’ta (1933) kutlama uçuşu yaptıran Vecihi Hürkuş’a “uçuş sertifikası” vermediği gibi pilot okulunu da kapattı.

Yeşilköy’deki tesisleri ziyaret eden Cumhurbaşkanı İnönü, Nuri Demirağ’a, “Her şey mükemmel” derken, adamlarına da “Havaalanını istimlak edin, uçaklarını da sattırmayın” talimatı vermiş.

Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi gibi davranan CHP zihniyeti, ordunun silah ihtiyacını karşılayan Türk Sanayi Harbiye ve Medeniye Fabrikası’nın sahibi Şakir Zümre’yi iflas ettirerek; “Sobacı Şakir”e dönüştürmüştür.

- Filistin’de devlet kurmaya çalışan Yahudilerle savaşan Araplara silah sattığı için fabrikasıyla birlikte havaya uçurulan Nuri Killigil’in defnedildiği saatlerde, CHP hükümetinin İsrail’i “derhal” tanıma kararı alması, İslam ülkeleriyle bütün köprüleri kaldırmanın miladı olmuştur.

İşte bütün bürokratik engellerin, iç ve dış hainlerin planlarını bozmak için başkanlık sistemine ülkemizin acil ihtiyacı vardır. 

Üstelik eskiden cumhurbaşkanı seçimi partilerin bile karar veremeyeceği derin mahfillerin entrikalarına neden oluyordu... 

Şimdi ise açık ve demokrasiye en uygun biçimiyle seçimle yapılıyor... Dolayısıyla halka direk hesap verecek bir lider, güvenilerek seçilmiş oluyor...

O halde, halka karşı sorumlu olan başkan, elbette ki ülkenin her birimine karışacaktır, zira sonunda hesabı verecek olan başkan olacaktır…

Ne yargı mensupları, ne merkez bankası, ne YÖK ne de başka bir bürokratik grup asla halka hesap vermeyecektir...

Bu yüzden başkan, her şeye karışmalıdır.

Ayak oyunlarıyla başkanlığın ya da cumhurbaşkanının sembolik olup, hiçbir işe karışmamasını isteyenler, iyi niyetli kişiler olamaz... 

Daha önce Çankaya’dan burnunun ucunu çıkarmadan emperyalistlerin emellerine ses çıkarmayan, işlevsiz iradesiz birinin olması, bazı kötü niyetlilerin işine yarayabilir. 

Bu kötü niyetli gruplar, ülkemizin lehine olan çalışmaları istedikleri gibi engelleyemedikleri için şu anda nefret çığırtkanlığı yapmaktadırlar…

Bu muhalif kanadın, dış güçlerin söylediklerini gündeme getirmeleri acaba bir tesadüf olabilir mi? 

TÜRKİYE’DE MUHALİFLER İKTİDAR OLURSA, ÜLKEMİZ BAĞIMSIZLIĞINI KAYBEDER VE EN AZ 50 SENE GERİYE GİDER!..

FETÖ ve PKK desteğiyle ilerleyen bu partileri destekleyenler de ilginç.

ABD seçimleri öncesinde Biden’ın sözleri: “Muhalefeti desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım..”  “Muhalefet unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz..”

Aslında biraz akıl eden bir insan, ülkemizin bu partilerle birlikte geleceğimizi hemen tahmin edebilir...

Ülkemizdeki muhalefet partileri, “güçlendirilmiş parlamenter” diye bir sistem etrafında toplandılar... 

Bu, ittifakçıların iyi niyetli olmadıklarını göstermesi açısından manidardır…

Güçlendirilmiş parlamenter sistem” diye bir şey yoktur ya da dünyada somut bir uygulaması yoktur…

Parlamenter sistem vardır, bir de başkanlık sistemi vardır.

Bu Türk siyasi ve yönetim tarihine muhalefet tarafından yeni getirilen bir tanım. 

Nasıl olacağı da henüz anlaşılmış değildir... 

Dünyada parlamenter ve başkanlık sistemi dışında uygulanan bazı karma sistemler, yine bazı ülkelerde uygulanmaktadır... Bu sistemlerin ülkelere faydaları tartışılabilir...

Güçlendirilmiş parlamenter sistemle, parlamenter sistem arasında fazla bir fark yoktur... 

Sadece gensoru olayını düzeltmek, istikrarsızlığı önlemiyor... 

İkisinde de meclis aynıdır... 

Yürütme organı olan hükümet, yasama organı olan parlamento içerisinden çıkmaktadır ve yine hükümet, parlamentoya hesap vermek durumundadır... Koalisyon uygulaması gibi parlamenter sitemin olumsuzlukları da aynen devam ettirilmek istenmektedir... 

Türkiye'nin parlamenter sistemdeki esas probleminin gensoru ve hükümetlerin düşmesi ile yeni hükümetlerin kurulamaması değil, koalisyon hükümetlerinin zayıf bir yapıyla kurulması sonrası yaşanılan olumsuzluklardır.

Muhalefetin ortaya koyduğu ek öneriler “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” denen ucube kavramı aklamaktan çok uzak. 

Bu yüzden onlar da bunun tam olarak açıklamasını yapamıyorlar... 

Her parti başka bir öneride bulunuyor... Çünkü bir sistem ortaya koymak için büyük bir paradigma çalışmasına ihtiyaç vardır. 

Bu yüzden işin retoriğini yapmak daha kolay oluyor…

Nasıl olsa halkın da ayrıntıyla pek  işi yok!..

TÜRKİYE, YÜZ SENE SONRA İLK DEFA BAŞKANLIK SİSTEMİYLE GÜÇLENEREK, BAĞIMSIZ DAVRANABİLİYOR…

Ülke içinde, ulaştırmada, duble yollarda, köprü ve viyadüklerde,  tünellerde, deniz altı ve deniz üstü raylı sistemlerde, sağlık sisteminde, uydu teknolojisinde çağ atlamaktadır. Aynı zamanda karada ve denizde silahlarımız gelişirken, havada da inanılmaz gelişmelere şahit oluyoruz... 

Roket ve füzeler dışında IHA ve SİHA’larla Suriye’de, Libya’da ve Azerbaycan’da hem savaşlar kazanılıyor, hem dünyaya gözdağı veriliyor... 

Emperyalist devletler bu durumdan rahatsız oluyorlar…

Ülkemizi eskisi gibi işlevsiz hale getirmek için -özellikle- Fransa ve Amerika, Yunanistan’da üsler kuruyor, Yunanlılara inanılmaz silahlar veriyorlar... 

Türkiye’nin kendi sınırları dışındaki faaliyetlerine son vermek istiyorlar…

Başta Kıbrıs olmak üzere, Türkiye’nin Ege Denizi, Akdeniz ve Karadeniz’den de çekilmesini istiyorlar…

Libya, Azerbaycan ve Suriye’den de ülkemizi çıkarmaya çalışıyorlar...

Oysa Türkiye, güçlenerek kendini sınırlar ötesinden korumaya başladığı için terörü yok etme aşamasına gelmiştir... 

Amerika ise PYD-YPG-PKK gibi çeşitli adlar vererek, sınırımızda sözde Kürt devleti oluşturmaktadır... Oysa bütün plan, İsrail’in geleceği için Suriye topraklarında uygun alanların hazırlanmasından ibarettir…

Amerika, PYD-PKK-YPG terör örgütleriyle birlikte Suriye’de birçok Arap, Kürt ve Türkmen’i topraklarından zorla atarak, zalimce bir uygulama yapıyor. 

Amerika, aynı zamanda Rusya ve Rejim’le (Eset ile) müzakereler yapıyor…

Emperyalist devletler, PKK-PYD-PYD’yi -kendi askerleri ölmesin diye- ‘defakto’ olarak, askeri birlik olarak kullanıyor.

İşte bütün bu amaç doğrultusunda yapılan çalışmalar, Suriye’nin komşusu olan Türkiye’yi tehdit ediyor…

Bundan dolayı Türkiye’de eskisi gibi bir yönetim ve onların isteklerine yapacak ılımlı bir yönetimin kurulmasını arzu ediyorlar...

Bizler, son iki senedir -tayip karşıtı- her şeye muhaliflerin ürettiği, “güçlendirilmiş parlamento” terimini, televizyonlarda çok sık işitmeye başladık... 

Mantıksız terimlerin üretilmesine hep TDK’de rastlıyorduk da Türkiye’yi yönetmeye talip olan, kendilerini üstün zekâlı sanan insanlardaki bu garip kavramları üretmesine ilk kez şahit oluyoruz. 

Şunu iyice anladım ki artık muhalefette fikir veya proje diye bir şey üretmek, söz konusu değil, “Tayyip” nefretine göre mantıklı-mantıksız her projeyi üretmek ve gündemi işgal etmek mubah oluyor.

Allah akıl fikir versin!..

Bu ülkedeki muhalefet partilerinin hemen hemen hepsinin Bremen Mızıkacıları gibi aynı tempoyla bu koroya katılmaları cidden şaşılacak bir durum.

AK Parti’nin sınıfta kaldığından bahsederken” başlatılan muhalif kampanya, gün geçmiyor ki komik denilecek seviyelere kadar laf üretiyor…

Ülkemiz adına cidden endişe etmeye başladık... Çünkü bu ülke, bu duruma kolay gelmedi... 

Her ne kadar emekliler, garibanlar, dar gelirli kesimler sıkıntılar çekse de Ülkede büyük atılımların yapıldığını da kimse inkâr edemez…

Ulaşımda, uzay teknolojisinde, askeri güçlerin kuvvetlenmesi ve gelişmesinde inanılmayacak atılımlar yapıldı. 

VESAYET, SADECE ORDUYLA DEĞİL, CUMHURBAŞKANIYLA, PARTİLERLE VE BÜROKRASİYLE DE YAPILIYOR...

Öncelikle vesayetin ne olduğunu bilmek zorundayız…

Vesayet rejimi: Görünürde demokratik olan seçimle gelen ve giden iktidarların olduğu, ancak asıl iktidarın başka güç odakları olduğu bilinen bir gerçektir. 

Bu ülkede, vesayet uygulaması, kesintisiz olarak parlamenter sistemle devam ede gelmiştir…

Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı seçilirken ne entrikaların döndüğünü anlatmak, bu sayfalara sığmaz...

Ne yazık ki biz bunları bizzat yaşamış bir kuşağın mensuplarıyız…

Vesayetle hiçbir ülke kalkınamaz, aynı zamanda ülkenin iç ve dış düşmanları bertaraf edilemez. 

Bu yüzden ülkesini gerçekten seven bir başkanın halk tarafından direk seçilmesi ve de icraatlarının engellenmemesi esas olmalıdır…

Türkiye’miz bu şansı ilk defa yakalamıştır, ama muhalefet partileri, başkanlık sistemini ortadan kaldırmak için birlikte hareket etmektedirler... 

Maalesef, bu davranış yanlıştır…

Kazanılmış imkânlarımızı yeniden kaybetmenin Türk toplumuna zaman kaybettireceğini bilmemiz lazım...

BAŞKANIMIZIN HALK TARAFINDAN SEÇİLMESİ, ÜLKEMİZ İÇİN BİR MİLAT OLMUŞTUR…

Ülkemizdeki demokratik gelişmelerin en büyük atılımı, askeri vesayetin kaldırılması olmuştur. Zira böyle bir girişim, dünya devletlerinde nadir olabilecek bir reformudur…

Artık, askeriyenin sivil yönetimlere baskı ve darbe uygulamalarından ülkemiz kurtulmuştur... 

Bundan böyle demokrasinin önü tam olarak açılmıştır, dev adımlarla hürriyetlerin daha fazla genişletilmesi mümkündür... Ancak hürriyetlerin genişlemesi ise teröristlere fırsat vermeyecek bir uygulamayla gerçekleşebilir...

Ülkemiz dünyada -eskiye göre- daha bağımsız ve sözü dinlenecek güce erişmiştir. 

Libya’da Suriye’de Akdeniz’de ağırlığını koruyacak derecede bağımsız girişimlere cesaret etme gücünü yakalamıştır…

Amerika gibi bir süper güç bile son darbeyi ülkemizde yapamadı, üstelik İsrail için planladığı Suriye’nin kuzeyindeki projeyi, Türkiye’nin kararlı tutumu yüzünden uygulayamadı ve şimdilik Suriye’nin kuzeyinden aşağı çekilmek zorunda kaldı... 

Bu, Türkiye’nin bağımsızlığını gösteren önemli bir tablo... 

Emperyalist ülkeler, üzerimizdeki baskıyı sınırlarımız dışındaki haklarımızı korumamızı engellemek için baskıyı daha da artırmıştır... 

Emperyalist ülkeler, Tayip Erdoğan’ın güçlenerek, gerçek direnişiyle karşılaştığında, bu ülkede darbe bile yapmaktan kaçınmadılar... Ama artık karşılarında eski Türkiye yoktu; dünyada nadir görülen bir sivil dirençle karşılaştılar ve de darbeleri başarısız oldu…

İşte gerçek bağımsızlığa adım da bu aşamadan sonra atılabildi...

Bu yüzden ülkemize daha fazla sahip çıkmalıyız... 

Bu kazanımları korumak her Türk vatandaşının görevi olmalıdır, zira hepimiz aynı geminin insanlarıyız, ülkemizi sevmek ve de korumak zorundayız.

Ben inanıyorum ki beş sene daha direnebilirsek, doğal gazı, yerli otomobili olan bir ülke olacağız... 

Aynı zamanda dünya hava, deniz ve kara silahlarında ilk sıralara yerleşen ülkelerden biri olabiliriz…

Bu bir hayal değil, zira şimdiden dünyada İHA ve SİHA’larla üçüncü sıralara yerleşmiş bulunuyoruz...

Danimarka merkezli “Information” gazetesinin haberinde, Türkiye’nin, İHA ve SİHA’ları terör örgütü PKK ile mücadelede, Suriye ve Libya’daki operasyonlarında etkili bir şekilde kullandığı, ülkenin bu silahların kullanımında dünyada 3’üncü sıraya yükseldiği belirtildi.

.

Raşit Anaral, dikGAZETE.com

(*) 

YAZARIN DİĞER YAZILARI