Sırbistan Sancak toplumunun iç barışa ihtiyacı var…
Sırbistan ile Karadağ arasında bölünen ve idari statüsü bulunmayan Sancak bölgesi, Balkanlarda Müslümanların yoğun olarak yaşadığı 20. yüzyılın başından beri katliam ve baskılara maruz kaldığı bölgelerden biri olarak dikkat çekmiştir.
Stratejik bir konuma sahip olan Sancak Müslümanları, Balkanların en dindar topluluklarından biri olarak biliniyor.
1990’lı yıllar, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Bosna ve Kosova savaşları Sırbistan'ı iç ve dış politikada zor durumda bıraktı.
1999'da Sırbistan'da artan ekonomik krizin daha da ağırlaşmasıyla, 2000'de ekonomik nedenlerle Sırplar ayaklanarak Miloseviç iktidarını devirdiler.
Sırbistan'da 2000'de kurulan yeni rejim Sancak'ın bir nebze nefes almasını sağladı.
Kosova'nın 1999'da Bağımsızlığını ilan etmesi, fiilen Sırbistan'dan kopmasıyla Yugoslavya'dan geriye Sırbistan ve Karadağ kalmıştı.
Sırplar ve Karadağlılar etnik yakınlık ve Ortodoks olmaları sebebiyle tarihi müttefik olmalarına karşın Karadağ'da 2000'li yıllarda bağımsızlık yanlısı talepler yükseldi.
Avrupa'nın baskısıyla Sırbistan 21 Mayıs 2006'da Karadağ'da bağımsızlık referandumu düzenlemeyi kabul etmek zorunda kaldı.
Sırbistan, Karadağ'ın bağımsızlığı için referandumda yüzde 55'in üzerinde evet oyu çıkması şartını koymuştu ve yüzde 55.5 evet oyu çıkmasıyla Karadağ, Sırbistan’dan ayrılmıştı.
Sancak’ın, Boşnak toplumunun hem Bosna Hersek, hem Arnavutluk hem de Kosova Müslümanları için önemli stratejik bir değeri vardır.
İstanbul'dan Bosna-Hersek'e Avrupa sınırlarına Müslüman nüfuslu hat üzerindeki Sancak, jeopolitik bakımdan hayati konuma sahiptir.
Fakat Sancak'ın 1912'den bu yana hapsolduğu siyasi statü, Sancaklıları bugün Sırbistan Karadağ ve AB idarecilerinin insafına terk etmiş durumdadır.
2000'den bu yana Sancak'ta Belgrad’ın baskıları kademeli olarak azalsa da halen Sancaklı Müslümanlar talep ettikleri insani haklara tam olarak erişebilmiş değildir.
Uzun zamandan beri Sancak Müslümanlarının kendi içinde yaşadıkları siyasal sorunlar her geçen gün büyüyerek ciddi parçalanmalara, küskünlüklere sebep olmuştur.
Sancak siyaset kurumlarının yaşadığı iç çatışma ve bölünmelerin Bosna Hersek, Türkiye sivil toplumu ve siyaset çevresinde taraftar bulması sorunun daha çok derinleşmesine sebep oldu.
Balkanlarda AB ve NATO’nun yeni değişim süreci, bölgesel Müslüman toplumlar için yeni fırsatların kapısını aralamaktadır.
Türkiye’nin Balkanlar politikasında, Sancak Boşnak toplumunun dinamiklerini yeniden revize etmesi, siyasetin ve sivil toplumun ön yargılardan uzak, akılcı sağduyulu yeni politik bir süreci başlatması gerekmektedir.
Sancak bu günlere nasıl geldi?
Eski (nam-ı diğer TİTO'nun) Yugoslavya, 90’lı yıllarda kan revan içinde dağıldı. Eski Yugoslavya’yı elinde tutan Sırp entelektüel hegemonyası, Büyük Sırbistan hayallerinin peşinden gidip Balkanların bu güzel ve (ordusu) en güçlü olan ülkesini parçaladı.
Sadece toprağı parçalamakla kalmadı, üstündeki yaşayan milletleri de darmadağın ederek süpürmeyi denedi. Bu girişim sırasında insanlığın bugüne değin görmediği katliamlara imza attı.
Ancak (özellikle) İslam toplumunu ve bu coğrafyada Boşnakları yok edeceklerini hesap ederken tam tersine bir hareketi başlatıp Aliya İzzetbegoviç’in liderliğindeki Boşnakların uyanmasına, siyasi ve dini açıdan şuurlanmasına sebep oldular.
Avrupa'nın (ve Dünyanın) en güçlü istihbarat servislerinden olan Yugoslavya Güvenlik Servisi, “kendi ülkesinin cellatı” sıfatıyla, tüm gücünü ve sistemini yeni kurulan Sırbistan devlet sisteminin içinde sürdürüp, eski hayallerinin peşinden koşmaya devam etti.
Yugoslavya ve daha sonra Sırbistan küçüldükçe, bu servisin etki ve çalışma alanı daralmakla birlikte (elbette eski Yugoslavya topraklarında varlığı yok edilmedi) yeni bağımsız devletlerin üzerinde halen etkisi sürüyor.
Bunların başında Bosna, Karadağ ve Kuzey Makedonya gelmektedir. Kosova da elden gidince Sancak ve Voyvodina bu devlet örgütünün doğrudan etkileyebileceği poligonu olarak kaldı.
Hırvatistan’dan göç ettirilen Sırpların zorunlu bir şekilde Voyvodina’ya nakledilmesiyle, Doğu Avrupa’nın en verimli toprağı olan Voyvodina’nın nüfus yapısı Sırpların lehine değiştirildi ve bu bölge uyutulup Sırbistan’ın hegemonyasına tamamen bırakıldı.
Dolayısıyla, ellerinde oyunlarını ve 'egserzilerini' doğrudan yapabilecekleri bir tek Sancak kaldı. Buna Sancaklıların Bosna savaşı sırasında Bosna’ya yardım ettiklerinin çıkardığı intikam duygusu katılırsa durumun ne kadar vahim olduğu anlaşılmaktadır. (Sonradan ortaya çıkan ve uyandırılan Osmanlı ve Türkiye sevgisi Sancaklılar için ayrı bir ‘bela'yı (!) teşkil etmektedir.)
Böyle spesifik ve kaotik bir ortamda Sancaklı Boşnakların da dini uyanışı ve siyasi örgütlenmesi başladı. 90’ların başında Aliya İzzetbegoviç’in liderliğinde Yugoslavya'da yaşayan tüm Müslümanları (Boşnakları) temsil edecek SDA Demokratik Eylem Partisi kuruldu.
Bu partinin kurulması, yaygınlaştırılması ve popülarize edilmesinde Sancaklı Boşnakların büyük payları vardır. 1990 yılının Haziran ayında yapılan SDA’nın Novi Pazar mitingine kadar merhum Aliya’nın Bosna’daki siyasi örgütlenmesi istenen seviyede değildi. Ancak Novi Pazar mitingi bu atmosferi olumlu yönde değiştirdi.
Ayrıca Sancak’ta (ve özellikle Novi Pazar’da) yaşayan Boşnakların SDA’nın ileride yapacağı Bosna'nın diğer şehirlerdeki mitinglerine konvoylar halinde katılması dini ve milli hissiyatlarının tamamen uyandırılmasına vesile oldu.
Merhum Aliya İzzetbegoviç, Sancaklıların bu vefasını hiçbir zaman unutmadı. Savaş boyunca ve vefatına kadar özel korumalığını hep Sancaklıların ellerine bıraktı. Hayatı boyunca Sancaklıların Bosna direnişine verdikleri katkısını her zaman vurguladı.
Ancak, Sancaklıların Bosna’daki kardeşlerine verdikleri desteği ve gösterdikleri vefayı unutmayan başka bir taraf da vardı: Avrupa'nın en güçlü istihbarat servisinden türeyen Sırbistan Gizli Servisi.
Sırbistan ve dolayısıyla Sancak topraklarında somut (konvansiyel) bir savaş yürütülmedi, Miloşeviç iktidarı, dünya konjonktürünü göze alıp böyle bir harekete yanaşmadı.
Sırbistan devletinin savaşa karşı olduğu, sınırları içinde yaşayan tüm halkların güvende olduğu imajını verilmeye çalışıldı. Halbuki, sahada devletin gizli servisi her türlü baskı ve savaş taktiklerini uygulamaktaydı.
Yugoslavya’nın dağılmasıyla (1991) onun içinde kurulan ve faaliyet gösteren tüm kurum ve örgütlerde mecburen dağıldı. SDA'nın bir nevi dağılmasıyla ortaya çıkan 'SDA Sancak', Sancak bölgesinde (ve tüm Sırbistan da) faaliyetini sürdürmeye devam etti.
Süleyman Uglani’nin liderliğindeki hareket, Bosna savaşının ürettiği zor şartlar altında Sancaklı Boşnakları, her alanda (özellikle siyasi ve dini) örgütleştirmeye çalıştı. Sancak Müslüman Milli Konseyi'nin kurulması, bu örgütlenmenin ilk ciddi hareketidir.
Daha sonra bu konsey adını 'Sancak Boşnak Milli Konseyi' olarak değiştirdi.
Sancaklı gençlerinin Türkiye’de yüksek öğrenim sürdürmelerine dair Türkiye hükümetiyle imzalanan protokol ise kurumun en büyük projelerindendi. O proje sayesinde bine yakın genç, Türkiye’ye kaçıp Sırbistan ordusuna zorla alınma tehlikesinden kurtuldu.
Ayrıca Türkiye’ye bu proje sayesinde kaçanların büyük birçoğu üniversite diploma sahibi olabilmişti. Güvenlik iklimi değişince onlar memleketlerine dönüp ekonomi alanında katkı sağladılar.
Kaoslu 90'lı yıllar, dini alanda da hareket getirdi.
Aliya İzzetbegoviç’in başlatıp açığa vurduğu dini ve milli retorik Boşnak halkında yankı buldu. Halkın büyük kitlesi (özellikle) gençlerde heyecan başladı.
Camiiler canlandı, Sancak da bu uyanıştan nasibini aldı. Dini konuda örgütlenmesini göze alıp ve o zamanki İslam Birliği’nin köhne yapısını “by pass” etmek için Boşnak Milli Konseyi'nin tarihi bir kararıyla Sancak İslam Birliği Meşihatı kuruldu.
O zamana kadar Sancak İslam Birliği idari olarak Kosova Meşihatı’na bağlıydı. Fakat bölgedeki yeni şartlar başka türlü organizasyon yapısını zorunlu kılmıştı.
Sancak İslam Birliği Meşihatı, İslami idari açısından Sancak genelinde faaliyet gösteren ve bu alanda çatı yapısını teşkil eden bir kurum idi. Başına da Cezayir’de yüksek öğrenim gören genç ve dinamik bir alim olan Muammer Zukorliç atandı.
-Muammer Zukorliç
Dini alanında da örgütlenmesiyle Sancaklı Boşnakların yürüttükleri özgürlük mücadelesi artık iki alanda, çift başlı kartal olarak sürdürülecekti. Bu yeni durum, millete yeni bir güç ve moral aşıladı.
Bosna ve civardaki coğrafyada yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Sancak ve Novi Pazar’daki Boşnaklar birlik içindeydi. Bu birlik her alanda hissediliyordu, özellikle de siyasi, dini ve ekonomi alanlarında.
Siyasi olarak devlet her ne kadar baskı yapsa da Boşnaklar her seçimde Sırbistan parlamentosuna iki-üç temsilcilerini sokmayı başardı.
Dini alanında her ne kadar kısıtlama ve baskı uygulansa da millet camilere koşup yapılan her yardım çağrısına kulak ve cevap veriyordu. Yeni camiiler ve yeni kurumlar kuruluyordu.
Ekonomi alanında her ne kadar baskı ve talan yapılsa da millet bir yolunu bulup para kazanıyordu ve hayata tutunmaya çalışıyordu. Bu minvalde diasporanın verdiği desteği vurgulamakla beraber Türkiye ile yapılan (kara/bavul) ticaretinin önemini özellikle zikretmek gerekmektedir.
Kısaca, Sırbistan devletinin her türlü baskılarına rağmen Sancaklı Boşnakların azmini kırmak mümkün değildi. Bu bölgede yaşayan Boşnakların 90’lı yıllarda verdikleri hayat mücadelesi elzemdir ve bilimsel araştırmalara konu olması lazımdır.
Yapılan tüm baskılara rağmen bir neticenin alınamaması yeni taktikleri de ortaya çıkardı. Yukarıda bahsettiğimiz çift başlı kartalın iki başını da birden ezemeyen Devlet, bu sefer kartalın tek başına yöneldi.
Boşnakların siyasi mücadelesini yürüten SDA Sancak partisine özel savaş başlatıldı. “Silahlı örgüt kurmak” suçlamasıyla SDA yönetici ve sempatizanlarına göz altı ve dava açma süreçleri başladı.
Gözaltına alınma tehlikesiyle karşı karşıya kalan SDA Sancak lideri konumunda olan Süleyman Uglani, Türkiye’ye sığınıp bu ülkeden Sancak sorununu uluslararası alana taşımaya çalıştı.
Şemsuddin Kuçeviç, Harun Hociç gibi kaçamayan (veya kaçmak istemeyen) diğer siyasi liderler Devletin baskısıyla doğrudan yüzleşip akıl almaz işkencelerine maruz kaldılar.
Novi Pazar ve Karadağ'da gözaltılar başladı ve terörizm suçlamasıyla davalar açıldı. İlginçtir ki Sırbistan’ın yürüttüğü davalar sonu olmaz bir sürece dönüşüp bugünlere kadar yani ‘demokrasi' dönemine kadar bile sürmüştü.
Devletin güçlü baskısı, Sancak siyasetinin liderinin Türkiye’ye sığınması, diğer liderlerinin ve sıradan milletin zulüm altında kalması Sancaklıların en köklü ve tek kurumu konumunda olan siyasi hareketinde dağılma süreçlerini başlatmıştı.
Kısa zaman içinde SDA Sancak partisinden birçok ufak siyasi parti türedi. Süleyman Uglani’nin yurda dönmesiyle (ki bu da ancak bazı Avrupa ülkelerinin ve Türkiye’nin garantisinde olabilmişti) yokluğunda oluşan yeni siyasi mozaiğinin hali bambaşkaydı.
Birkaç eski yoldaşı hariç partinin bazı ağır topları çoktan ayrılmış oldular. SDA'nın dağılması (veya dağıtılması) seneler sonra da sürecektir.
Muammer Zkorliç Rüzgarı…
Bu arada Muammer Zukorliç liderliğindeki Sancak İslam Birliği Meşihatı da bir anlaşmazlık yüzünden Boşnak Milli Konseyi çatısından ayrılıp Süleyman Uglani’nin fikir ve retoriğine karşı tavır almıştı.
Sancaklı Boşnakların siyasi örgütlenmesini en büyük tehlike olarak gören Sırbistan (derin) Devleti bu alandaki hareketlerin yok edilmesi, durdurulması veya sulandırılıp ayrıştırılmasına çok özen gösterdi.
Sırpların derin intelejansına göre, Boşnakların siyasi alanında örgütlenmesinin yerine dini alanda örgütlenmesi Sırpların çıkarlarına göre daha makuldü.
Çünkü, Boşnakların siyasi örgütlenmesinin sonunda (veya sonucunda) otonomi, siyasi özerkliği belki de başka bir ülkeye katılması vardır. Din (idari) alanında örgütlenmesi ise Devletin hegemonya ve bütünlüğüne tehlike getirmezdi.
Ayrıca Sırbistan insan hakları konusunda Avrupa’nın (gerekirse) nezdinde hak tanıyan bir devlet olarak görülebilirdi.
Bu nedenle olsa gerek siyasi alanda dayanılmaz baskısı sürerken, dini örgütlenme alanı baş edilemeyecek, çözülemeyecek bir sorun olarak görülmedi.
Nadir da olsa bazı temaslar gerçekleşti ve bazı hareket ve projeler devlet tarafından resmi olarak destek gördü.
SDA Sancak Partisi'nin kurduğu hegemonyadan kurtulan Muamer Zukorliç’in liderliğindeki Sancak İslam Birliği Meşihatı, günden güne büyüyordu.
Her gün yeni bir kurum kurulup hizmete sunuluyordu: medrese, medya faaliyetleri, yayınevi vs. kurumlar ağı genişlerken bunlarda çalışan ve bunları yöneten kadrosu da genişliyordu.
Priştine medresesinden ayrılan ve yoluna artık bağımsız olarak devam eden Gazi İsa Bey medresesinden mezun olan öğrenciler, yüksek öğrenimlerini devam etme niyetiyle çeşitli Arap ülkelerine gönderildi. (Arap ülkesi olmasına büyük önem gösterildi.)
Kısa sürede kendi kadroları oluşturulacaktı ve yeni gelen kadro sayesinde 'eski kafalı' imam ve İslam Birliği’ndeki bürokrasisinden kurtulacaktı.
Meşihatın bünyesinde inanılmaz bir heyecan ve hareket başlamıştı. Camiiler doldu taştı, her tarafta bir dava hareketi hissedilmeye başladı. Meşihat ve sempatizanları her alanda varlığını hissettirmeye başladı.
Gençler ise bu ilginin odağıydı, en ucunda bulunmaktaydı. Ve bütün bu hareket ve heyecan ortasında tek kişi vardı: Muammer Zukorliç.
Sahip olduğu gençliği, karizması, savaşçı kişiliği ve yüksek zeka parlaklığı ile Muammer Zukorliç günden güne milletin gönlünü kazanmayı başarıyordu.
Ülke ülke geziyor, şehirden şehire koşuyor, camiiler yapıyor, yönettiği kurumunu genişletmeye çalışıyor. Bütün bu faaliyetleri millet ilgi ve sevgiyle takip edip karşılıyordu.
Bu arada az çok SDA'ya da sataşmayı ihmal etmiyordu. Doksanlı yılların sonunda Sancak’ın toplumsal alanında Muammer Zukorliç artık vazgeçilmez bir faktör olmuştu.
Dolaylı bir şekilde olsa da Meşihat (yani Muammer Zukorliç) Sancak’ın siyasi hayatına da karışmaya ve yön vermeye başladı. Yakın çevresine devamlı siyasetten ve siyasetin öneminden bahsetmeye başlamıştı.
Derken 2000'li yıllar gelip Sancak’ın toplumsal alanına yeni bir merhaleyi de getirdi.
2002 yılında Muammer Zukorliç'in başkanlığında Uluslararası Novi Pazar Üniversitesi kuruldu.
Söz konusu üniversite, iki-üç ay gibi kısa sürede kurulmuştu ve daha önce görülmemiş bir hızda gerçekleşen bu kuruluş aşaması, Zukorliç’in en büyük destekçilerinde bile şaşkınlık yarattı.
Bu özel üniversitenin kuruluşunun Zukorliç’in o zamanki Sırbistan’ın başbakanı olan Cinciç ile kurduğu iyi ilişkiler sonucunda gerçekleştiği düşünüldü.
Böylesi önemli kurumunun kurulmasıyla zaten güçlü olan Zukorliç, gücüne güç kattı.
Bir üniversiteye sahip olmak, insanlara daha kaliteli bir erişim ve onlar üzerinde bir etki kurma konusunda çok önemli imkanlar getiriyordu. Ayrıca üniversitenin maddi getirisi de moral kaynağıydı.
Basit bir hesaba göre Üniversiteye akan yıllık para miktarının 5 milyon euro civarında olduğu söyleniyordu. Bu meblağ sadece öğrencilerin ödedikleri yıllık öğrenim harcını teşkil etmektedir. Buna bağışlar ve diğer gelirler dahil değildir. Ve yeni kurulan Üniversitenin en çekici yanı rektörlüğüne atanan master ve doktorasını 6 ayda yapan ve doktora diplomasını aldıktan hemen sonra rektör koltuğuna oturan Mevlud Dudiç, Zkorliç’in güvenli yol arkadaşı idi.
Uluslararası Novi Pazar Üniversitesi’nin açılmasıyla Meşihat’ın çalışmaları da ayrı bir boyut kazandı.
Çok kısa süre içinde İslam Birliği bünyesinde çalışan insanlar, kurulan yeni üniversiteden lisans, lisans üstü ve doktora diplomalarını hızlı bir şekilde almaya başladılar.
Nitekim kısa zaman içerisinde istenen sonuca ulaşıldı. Kadro hazırdı.
Üniversitenin kurulma sürecine müteakip zamanda parti kurma çalışmaları da başlatıldı.
Bir şekilde Muammer Zukorliç, dini görevini bırakıp (kendi ifadesiyle 'dondurup') siyasi partisinin başına geçti.
Zukorliç gibi dinamik, çalışkan, retoriği güçlü olan bir kişinin zaten köhne ve küflenmiş Sancak siyaset sahnesine girmesi gerçek bir canlılığı getirdi. Bu, hiç kimsenin beklemediği bir olaydı. O zamana kadar dini bir otoritenin böyle açık bir şekilde siyasete girmesi akıl almaz bir durum idi.
Zukorliç’in siyasete girmesiyle İslam Birliği Meşihatın da bir tarafı tutması bir oldu. Artık Meşihat tarafsız değildi.
Zukorliç’in kurduğu “Boşnak Demokrat Birliği Partisi” İslam Birliği’nin tüm imkan ve altyapısını kullanıyordu. Artık, Cuma hutbelerinde siyasi söylemler duyuluyordu. Taraflar arasındaki durum en çok seçim kampanyalarında kızışıyordu.
Bundan önceki dönemde (2007) Sancak sosyal hayatını derinden etkileyecek bir olay yaşandı. Belli bir imam grubu Süleyman Uglani’nin desteğini arkalarına alıp, yeni bir idari oluşum kurdu. Yeni kurulan idari birliğe de Adem Zilkiç getirildi.
İki İslam merkezinin kurulması, ardından karşılıklı kavga ve suçlamalar dönemi başladı. Her iki taraf da birbirilerini ‘devlet’ ile çalışmakla suçluyordu.
Sancak halkı ise yeni bölünmeye sevk edildi. Önlerinde iki 'seçenek' vardı: Birisi ''Sarayevo destekli milli ve vatansever blok'', diğeri ise ''Sırbistan derin devleti” tarafından desteklenen 'hain' taraf''.
Bu şekilde lanse edilen tehlikeli kaos ve bunalımdan Zukorliç’in tarafı daha çok kazançlı çıkıyordu.
SDA tarafı ise günden güne güç kaybediyordu. Bu tarihlerde üçüncü taraf olan Rasim Layiç’in SDP partisi ise bir faktör teşkil etmiyordu. Aldıkları başarıyı Zukorliç’in desteğine borçluydu.
Bu yeni durumun en çok kaybedeni Sancak toplumu oldu. Bölünme derinleştikçe şahıslar, aileler kavgalı duruma düşürüldü.
Gerginlik en üst seviyeye çıktı. Bu minvalde hiçbir tarafın barışmaya yanaşmaması gerek Bosna’dan gerek Türkiye’den bir heyetin “DURUN” dememesi, en büyük toplumsal bölünmeye sebep oldu.
Bu duruma en çok el atması gereken Bosna’daki siyasi ve dini oluşumlar da hiç tartışmasız Zukorliç’in haklı olduğunu savunuyorlardı.
İşte böyle bir desteği arkasına alan Zukorliç, seçimden seçime gücünü pekiştirip siyasi arenasında pozisyonunu inşaa ediyordu. Seçimlerde kazandığı milletvekili sandalyeleri devletin kapısını da yavaş yavaş aralıyordu.
O zamana kadar Belgrad’ta sadece Rasim Layiç’e ayrılan devlet ayrıcalığı bu sefer Zukorliç’e de ayarlanmaya başlandı.
Birden devlet yönetimine alındı, ulusal frekansı olan TV kanalarında görülmeye başladı. “Sarı basın” denilen magazin gazetelerinde demeçleri çıkmaya başladı.
Bir nevi imaj değiştirme sürecine tabi tutulmaya başlandı. Artık siyasi, dini ve bütün toplum hayatının arenasında Muammer Zukorliç denilen bir gerçek ve güç vardı.
Belgrad bu durumdan kendince memnundu; tam da Uglanin, Layiç, Zukorliç üç Boşnak liderin üçgeninde bir denge kurdu. Ve o denge Sancak’taki Müslümanlara değil daha çok devletin yararına işliyordu.
Zukorliç’in güçlü kişiliği ve benliği göze alındığı zaman işlenen sürecin onun lehine işlediğinin belli olduğu görülüyordu. Çok yakın gelecekte diğer iki partiyi yenip Sancağın yorgun siyasi sahnesinde tek kalacaktı.
2016'dan 2020'ye kadar milletvekili ve Ekim 2020'den 6 Kasım 2021’de ölümüne kadar Sırbistan Ulusal Meclisi başkan yardımcısı olarak görev yaptı.
Derken…
Müftü Muammer Zukorliç’in vefat haberi Sancak, Bosna, Kosova, Karadağ ve civarındaki bölgelerde yaşayan insanları -sevenlerini de sevmeyenlerini de- derinden üzdü, sarstı.
İnanılması güç bir olaydı.
Rahmetli Muammer Zukorliç’in kalb rahatsızlığı varmış; eşinin verdiği bilgiye göre ameliyata gidecekti fakat yetişmedi.
Bütün artılarıyla ve eksikleriyle rahmetli Muammer Zukorliç, büyük bir insandı. Şüphesiz Sancak tarihinin ender şahıslardan birisidir.
Cenazesi ve hakkında yazılanlar bu gerçeği somut bir şekilde doğruluyordu.
1970 doğumlu Muammer Zukorliç, genç yaşlarında girdiği sosyal hayatta, çok hızlı bir şekilde göz ardı edilemeyecek bir yere tırmandı. Ve çok kısa sürede önemli bir umut faktörü haline geldi.
Fikirleriyle, hayat tarzıyla, dinamiğiyle hem canlıyken hem ölü iken büyük ilgi çekti. (Kendi ifadesine göre: 'Sadece iyi atların arkasından toz duman yükseliyor.')
Zukorliç’in ölümü, bir polemiği başlattı. Bu polemiğin en çok öne çıkan başlıklar arasında iki kelime göze çarpıyor; miras ve emanet.
Gerçekten, rahmetli Muammer Zukorliç, Sancaklı Boşnaklara hem miras hem emanet olarak neyi bıraktı? Bu soruya uzun zaman doğru ve tam bir cevap verilemeyecek.
Çünkü cevap verme çabalarında her zaman iki görüş baskın olacak: Biri Zukorliç’in özel hayat dairesine ilişkin konularda yaptığı anlaşılması güç hatalar ve hareketlere odaklanır; diğeri ise Zukorliç’in din ve siyaset alanında yaptığı katkı ve devrimlere.
Böyle olursa, tek görüş üzerinden gidilirse eksik bir sonuca varılacaktır. Çünkü gerçek ne sağda ne solda, ortadadır.
Evet, Muammer Zukorliç’in özel hayatı muhalifleri tarafından olay haline getirildi, çok evliliği rahmetlinin özel hayatının ana simgesidir maalesef.
Başlangıçta buna dair çıkan bilgiler dedikodu ve iftira defterine yazılıyordu fakat kendisi bunu açıkça ifade etmişti.
Buna cevap aramak, Sancak’ın uzun yıllardır bunalan siyasal ve sosyal hayatına hiçbir fayda getirmeyecek.
Başka bir deyişle; suçları varsa yaşadığı toplum da suçlarda bir nevi ortaktır. Boşnaklar kendi (değerli) insanlarını sevmeyi ve kendilerine sahip çıkmayı artık öğrenmelidir.
Rahmetli Muammer Zukorliç’in hayatı tartışmalıdır, çok komplekstir…
Olabilir.
Böyle lider mevkilerde bulunan insanların hayatı zaten böyle olmuştur.
Geriye baktığımızda ancak olumsuz şeylerden ziyade daha çok iyiliği barındırıyor. En azından milleti ilgilendiren ve yararına olan Zukorliç’in yaptığı, başlatıp bitiremediği ve tohumunu attığı iyiliklerdir.
Onlar örnek alınıp, üzerinde çalışılmalı, tanıtılmalı, geliştirilmeli ve gelecek kuşaklara ilham olarak sunulmalıdır.
Bunu yapacak insanlar kimlerdir?
İlk sırada (çalışma) hayatı boyunca yanında tuttuğu, yatırım yaptığı, iş, eğitim ve toplumsal statü kazandırdığı insanlardır.
Yani (yukarıda bahsettiğimiz) kadrodur.
Medreselere, Meşihat kurumlarına, siyasi partilerine, kurduğu diğer eğitim ve medya müesseselerine yerleştirdiği insanlardır. Elbette buna onu sevenler da katılabilir.
Ancak fikirlerini devam ettirecek, çizdiği yolu gösterecek ve daha da genişletecek her zaman ilk sırada oturanlar, dini ve siyasi yoldaşlarıdır.
Muammer Zukorliç, çok zengin ve değerli bir ‘marka isim’dir (mirastır ve emanettir). Bu hazine, doğru bir şekilde kullanılırsa, Rahmetlinin durduğu yerden ve biriktirdiği emekten devam edilirse, Sancak Boşnak toplumu, yolun sonunda büyük başarılar elde edebilir.
Fakat tersi olursa, yani onu anlamayıp, bıraktığı zengin maddi ve manevi birikimin parçalanması yoluna gidilirse Boşnak toplumunun ulaşacağı maddi ve manevi tahribat da büyük olacak.
Zukorliç’in erken ve ani ölümü, hiç beklenmedik bir durumu ortaya çıkardı.
,Cenazesi henüz soğumamışken -ki cenazesi de olaylı bir şekilde ilk defnedildiği yerden çıkarılıp Novi Pazar’a nakledildi- en yakın ailesinde ve kurduğu dini ve siyasi kurumlarında dalgalanma ve parçalanma başladı.
Henüz çok genç ve tecrübesiz oğlu Usame, parti başına geçirildi. Kendisi de parti başkanlığına oturur oturmaz babasının bazı en yakın çalışma arkadaşlarını tasfiye ettiği söyleniyor.
Rahmetli Zukorliç’in oğlu 'Müftü Amaneti' retoriği ile seçimlere girip üç milletvekili kazandı ve devlette bazı önemli mevkileri elde etti.
Henüz yolun başındadır (her ne kadar kendi çevresinden eleştirel yaklaşımlar varsa da) SDA Demokratik Eylem Partisi ve Süleyman Uglani ile Boşnak Milli Konseyi konusunda koalisyona girmesi son zamanda yaptığı iyi hareketlerdendir.
Milletin beklediği de bu yöndeydi. Mevlüd Dudiç liderliğindeki Meşihatın bu koalisyona kuşku ile bakması (ve genelde Usame Zkorliç’in tüm davranışlarına karşı mesafeli durması) genç Zukorliç konusunda dikkat çekici bir durum arz ediyor.
SDA ve SPP partilerinin koalisyon anlaşmasında bulunan maddelerinden en önemli ve dikkat çekici madde ise parçalanan İslam Birliği’nin yeniden birleşme konusunu içeren maddedir.
Ayrılan İslam Birliği’nin bu koalisyona yeşil ışık yakması ve Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu inisiyatifte adı geçmesi, böyle bir madde ve teşebbüsünü kuru bir retorikten çıkaran en iyi ve en somut göstergesidir.
İslam Birliği Meşihata ve onu yöneten diğer hocalara gelince.
Muammer Zukorliç’in karizma, bilgi, retoriği ve azmi ani bir şekilde ortadan kalkınca, uzun yıllar gölgesi ve himayesinde yetişen ve çalışan insanlar birden ortada kaldılar.
Meşihat denilen emanet, onların omuzlarına düştü. Çok geçmeden onların da bu emanete hazır olmadıkları ortaya çıktı. Yaptıkları hareketler, demeçler, verdikleri vaazlar rahmetli Müftünün koyduğu çıtasının çok altında olduğu anlaşıldı.
Fakat Meşihatı yöneten mevcut kadronun yetersizliği, merhum Müftünün gölgesinde uyudukları ve yıllardır kendilerine hiçbir (entelektüel) yatırım yapmadıkları bir yana bırakılırsa... Asıl soru; önümüzdeki dönemde yeni konjonktürün ortaya çıkaracağı birleşme inisiyatifine duruşları ne olacak?
Herhangi bir barış, barıştırma ve birleşme bir sürü tavizi içermekte ve gerektirmektedir. Buna kim hazır, kim hazır değil?
Yukarıda çizilen (spekülatif) görüşler, bizi şöyle bir neticeye sevkedebilir:
Müftü Muammer Zukorliç'in vefatı Boşnaklar için büyük bir kayıptır. Ancak, onu hem sevenler hem sevmeyenlerin artık rahat bırakması gerekiyor.
Onun şahsiyeti üzerinden yürütülen kavgalar, dedikodular, kampanyalar ve istismar Sancaklılara hiçbir fayda getirmeyecek.
Mevcut durumda üç parçaya bölünmüş Sancak toplumu, Uglani-Layiç-Zukorliç arasında bir dengenin kurulduğunu göstermektedir ve o denge, en çok Sırbistan devletinin yararına işlemektedir.
Ne zaman biri bu üçgenden çıkmak istese o zaman saldırılar ve karalamalar başlıyor. Bu dengeden her üç tarafın da çıkması ve tek vücûd olması lazım ki durum düzelsin.
En azından iki taraf çıksın, bir başlangıç olsun.
SDA ve SPP koalisyonu ile şu anda belki böyle bir birliğin çıkışın eşiğindeyiz.
İslam Birliği, Boşnakların gözbebeğidir ve etrafında cereyan eden her sorun, her komplo ve parçalanma, bu milletin kanayan yarasıdır. Bu sorun çözülmedikçe diğer sorunların çözülmesi neredeyse imkansız olacak. Bunun çözümü, büyük kurban ve tavizleri içermektedir.
Barış inisiyatifi sonucunda tesis edilecek kurumda, büyük ihtimal mevcut kadrolarda yer alan birçok insan için yer olmayacak; olmamalıdır. Özellikle 'şahin' statüsünde olan, kavgayı körükleyen ve Dahlan gibi Ümmet hainleriyle poz veren insanların, gerçeği görmesi gerekiyor.
Yeni yapıyı genç, dinamik, ağırlığı ve toplumsal karşılığı olan imamlar etrafında örmek lazım. Bugüne kadar Sancak genelinde cereyan eden cemaat ve dava dinamiğine bakılırsa üç isim ortaya çıkıyor: Muhammed Demiroviç, Necat Hasanoviç ve Sead İslamoviç.
Bu üç kişinin farklı görüşleri olabilir fakat Boşnak cemaati ve topluma erişimi konusunda bunlar kaçınılmazdır. Onları bir araya getirmek belki zordur, ancak imkansız değildir.
İhtimal dahilinde olsa bile denemeye değerdir.
Ve diyalog sürecini zorlamak lazım, hiç kimseyi, hiç bir tarafı dışlamamak ve yaftalamamak gerekiyor, durum çok kompleks ve karışıktır.
Yıllardır kavgalı olan SPP-Adalet ve Uzlaşma Partisi ile SDA-Demokratik Eylem Partisi, Boşnak Ulusal Meclisi'nde yeni bir iktidar çoğunluğunu oluşturmak üzere geçtiğimiz Aralık ayında işbirliği mutabakatı imzaladı.
Bu Müftü Muammer Zkorliç’in vefatından sonra gelişen, uzun yıllar özlenen önemli bir hadisedir.
Sancak Boşnakları yıllardır süren bu problemleri tek başına çözemez, ancak çözümün tesisinde baş rol oynamaktadırlar.
Çözüm arama çabalarına mutlaka Türkiye’nin de katılması lazım. Çünkü bu sorun dörtgeninin Sancak ve Türkiye uçları yanında diğer iki ucunda Bosna ve Sırbistan bulunmaktadır.
Sancak Boşnak toplumunun, sorunları Türkiye’ye taşıma ve çözüm şekli siyaset ve sivil toplumun taraftarlarınca daha da kördüğüm haline getirildi.
Balkanlarda akraba, soydaş ve dindaş toplumlar arasında kronikleşmiş kültürel, politik, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde (devlet aklı perspektifiyle) elimizi çabuk tutmak zorundayız.
.
Osman Atalay, dikGAZETE.com