Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD’li toplum mühendislerinin Medeniyetler Çatışması kuramından Tarihin Sonu tezine geçmeleri, yeni bir dünya düzeninin yani tek kutuplu küresel bir sistemin ideolojik tasavvurundan başka bir şey değildi.
‘Medeniyetler Çatışması'na karşı dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve İspanya Başbakanı Zapatero işbirliğinde 'Medeniyetler İttifakı' projesine start verildi.
Batıdan estirilen rüzgarla piyasa hoşgörü havarileri ile doldu taştı. Dinlerarası Diyolog görüşmeleri hızlandırıldı. İbrahimi Dinler saçmalığı altında üç semavi dinin mensupları, Yahudiliğin potasında eritilmeye çalışıldı.
Vatikan referanslı CIA kodlu bir cemaate, bu faaliyetler ihale edildi. Şimdiki iktidar partisi, bir bakanlık uhdesinde bu görüşmeleri sürdürdü. Büyük Ortadoğu Projesi'nin dönem başkanlığı dahi uhdemize verildi. Hatta tüm bunlar Avrupa Birliği entegrasyonunun bir parçası gibi kamuoyuna sunuldu.
Kim ne derse desin Ankara, “kuzu postuna bürünmüş Kurt” rolünü hakikaten iyi oynadı.
Küresel odaklardan güç devşirdi. Bölgesel aktörlükten küresel aktörlüğe geçiş sürecini hızlandırdı. Uzun soluklu bir rekabete her açıdan kurumları ve kaynakları ile hazırlandı.
Daha önümüzde kat edilecek yollar var.
Türkiye, NATO'nun karın ağrısı!..
Ankara, NATO üyesi ve en büyük ordusu olan ve savaş kabiliyeti yüksek birkaç ülke arasında. NATO Karargâhı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında “tak-şak” türünden bir ilişki yok.
Şerh konulacaksa şerh koyuyor, posta konulacaksa posta koyuyoruz.
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem” modunda olduğumuz bilinir. Akif’in dediği gibi “Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum?”
NATO'ya katılmaya ve onunla birlikte çalışabilir hale gelmeye istekli iki İskandinav ülkesinin, NATO üyesi Türkiye tarafından uzak tutulması, NATO beslemesi strateji uzmanlarınca bir paradoks olarak Batı kamuoyunda propagandası yapıldı.
Hatta Türkiye'nin mevcut engelleme politikasının tek kazananı olarak Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin ilan edildi. Ruslar bile bu işe şaşırmadı değil!
Düşünsenize NATO üyesi bir ülkenin, Atlantik Paktının angajmanlarına rağmen Rusya'nın aleyhine olabilecek bir süreci tıkaması nasıl bir şey? Ama tüm bunlara rağmen Kremlin, Türkiye'nin dostluk gösterisini yeterli bulmuyor.
Türkiye, araftaki konumunu sürekli güncelliyor. Önce Fillandiya'nın NATO üyeliğine koyduğu blokajı kaldırdı. Muhtemelen 14 Mayıs Seçimleri sonrasında yeni kurulacak hükümet, İsveç için benzer bir karara imza atabilir.
Ankara, Küresel çete ile çatışmamaya özen göstererek kendi çıkarlarını koruyan ajandasını uyguluyor. Ne de olsa Cihanşumül Kadim Türk Devleti'nin tecrübesi mevcut.
Türkiye'nin jeopolitik hamleleri…
Yaklaşık 30 yıl boyunca, karayla çevrili Dağlık Karabağ'ın Avrupa diasporası ve Moskova'nın kışkırtması ile Ermenistan tarafından işgali ile başlatılan çatışma, çok sayıda müzakere turu ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında büyük bir bölgesel silah birikimi yoluyla devam ettirildi.
Ancak milliyetçi bir Ermeni için mevcut küresel kriz, Türkiye ve Ermenistan Normalleşme Sürecinin başlamasının tarihi olan 24 Şubat 2022 değil, 27 Eylül 2020'de Dağlık Karabağ için ikinci büyük savaşın başlamasıydı. NATO üyesi Türkiye, Azerbaycan'a verdiği destekle, jeopolitik nüfuzunu genişletti.
2020'de Azerbaycan, modernize edilmiş silahlı kuvvetlerini kullanarak işgal edilmiş topraklarını kurtarmak amaçlı bir saldırı başlattı.
Rusya; ABD ve Avrupa başkentlerinin yörüngesinde kulaç atan Erivan'ın, Bakü karşısında yenilgiye uğramasına göz yumdu. Türkiye destekli Azerbaycan ordusu, Ermeni savunmasını ezdi geçti ve işgal altındaki toprakların yanı sıra Karabağ'ın önemli kısımlarını geri aldı.
Çatışmanın sonunda varılan anlaşma, bir Rus barış gücünün devreye girmesini sağladı ve bölgeyi sektörel pazarlara açmak için yeni ulaşım koridorlarını işlevselleştirdi.
Türkiye, Azerbaycan'a Ermenistan topraklarından geçecek bir ulaşım koridorunun oluşturulmasını temin etti.
Rusya ve Türkiye'nin ortak perspektifi, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki tarihi gerilimlerin çözülmesini memnuniyetle karşılayacaktır. Çünkü Ankara ve Moskova yönetimleri, enerji geçiş güvenliğini önemsiyor.
Rus stratejistler 2020 savaşının, Rusya'nın devam eden Ukrayna savaşı nedeniyle daha da zayıflaması ve Türkiye ile İran'ın Güney Kafkasya'ya daha fazla ilgi duymasıyla bölgenin jeopolitik dengesini de alt üst ettiği kanaatindeler.
Batılı ülkeler, gecikmeli olarak angajmanlarını hızlandırıyorlar.
Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan ile ilişkilerindeki bu olumsuz gidişatı tersine çevirmek isterken, acil hedefi Güney Kafkasya'da yeni bir savaş riskini azaltmaktır.
ABD ile İran arasındaki köklü gerilimler göz önüne alındığında Tahran, Ermenistan ile ittifakta dahil olmak üzere Rusya'nın bölgedeki dominant politikasını destekliyor.
Velayeti Fakih rejiminin bu pozisyona verdiği destek, ülkenin güvenlik uzmanlarına göre, ABD'nin Kafkasya'yı İran topraklarına karşı bir fırlatma rampası olarak muhtemel kullanma çabalarına karşı İran'ın güvenliğini artırıyor.
ABD'nin Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Kafkas bölgesini konsolide etmesi, İranlılar açısından bölgesel ulaşım altyapısının kontrolü konusunda bölgesel dengeyi İran ve Rusya'dan uzaklaştırmakla tehdit ediyor. Bu nedenle Rusya ile çatışma riski yüksek Gürcistan’ın öngörülebilir bir gelecekte Avrupa-Atlantik rotasından vazgeçmesi beklenmemelidir.
Bununla birlikte Rus gazına ek olarak Azerbaycan ve Türkmen gazını da içerecek olan Çin'in Orta Koridoru ve Türkiye gaz merkezinin geliştirilmesiyle, Gürcistan'ın kargo ve enerji arzı için bir geçiş devleti olarak rolünün artacağı bir süreç yaşanacak.
Bu, AB'ye katılmanın imkânsızlığının bir noktada Tiflis için artık bir öneminin olmayacağı ve Gürcistan'ın dış politika stratejisinin gözden geçirilmesinin o zaman oldukça mümkün olacağı anlamına geliyor.
Daha geniş anlamda, Güney Kafkasya, Batı, daha geniş Orta Doğu ve Orta Asya arasında önemli bir lojistik bağlantı olmaya devam ediyor.
Rusya, iki yüzyıldan fazla bir süredir orada köklü bir askeri varlığa sahip ve Dağlık Karabağ durumu, Sovyet sonrası alanda en uzun süredir devam eden çatışma haline gelmişti. Barışı sağlamak, ABD çıkarlarını birçok cephede ilerleten güçlü bir jeopolitik atılım olacaktır. Bu konuda Ankara ile Moskova hemfikir denilebilir. Sonuçta aklın yolu bir.
Dünyada jeopolitik gerginliğin devam etmesi, Batı’nın zayıflayan etkisi ve başarısız politikaların yarattığı boşluk, Rusya ve Türkiye'ye bölgede çıkar sağlama fırsatı yarattı.
Pax Sinica/Çin Barışı veya Suudileri kim neden Çin ile buluşturdu?
Üç dört yıl önce Türk-Arap Derneği Başkanı, gazeteci Turan Kışlakçı “Yemen’de ABD Suud’u, İngilizler Husileri destekliyor” demişti.
Çıkar söz konusu olduğunda iki müttefik ülke, farklı pozisyonlar üstlenebiliyor.
Riyad rejiminin Çin Halk Cumhuriyeti'nin arabuluculuğunda İran ile ihtilaflı konuları rafa kaldırması hiç şüphesiz ABD'nin gücünü azalttı. Suudiler nasıl oldu da Washington'a kafa tutmayı göze alabildiler?
Neden ama neden?
Joe Biden faktörü!..
Joe Biden, ABD Başkanı seçilmeden evvel Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman hakkında çok ağır sözler söylemişti.
Biden’ın göreve başlamasından bu yana Washington ve Riyad arasında çok ciddi bir soğukluk yaşanıyordu.
Yaklaşık iki buçuk yıldır Biden Yönetimi ile Riyad arasında iletişim kopmuş görünüyordu. Amerikan medyasında Veliaht Prens’in Biden’ın telefonlarına bile çıkmadığı yazılıp çiziliyordu.
Londra’nın krizin çözülmesi için Riyad nezdindeki girişimleri de sonuç vermemişti.
ABD Başkanı Joe Biden ile Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasındaki "soğukluk" devam ederken, Suudi Arabistan'ın Çin ile geç başlayan ilişkileri ise stratejik ortaklığa doğru gidiyor. Ayrıca Biden’ın Suudi hanedanının rakibi Reşidîleri iktidar yapma planı, Suudi ailesini farklı uluslararası bağlantılara yöneltti.
Pekin-Riyad hattındaki gelişen yakın ilişkilerin birçok boyutu bulunuyor.
Bunlardan ilki, enerji güvenliğidir. 1990’lı yıllardan beri Pekin yönetimi, Ortadoğu coğrafyasına “enerji arzının güvenliğini sağlama” hedefiyle bakmaktadır.
Pekin’in enerji güvenliği politikası; Çin ekonomisinin büyümesi, halkın refahının artması, ordunun modernize edilmesi ve rejimin istikrarının sağlanmasıyla yakından ilişkilidir.
Son dönemde ise ABD’nin Suudi Arabistan’a eleştirileri ve petrol üretiminin kısıtlanmasına yönelik tartışmada Riyad’ın Moskova’ya destek vermesi nedeniyle ABD-Suudi Arabistan ilişkileri gerilmesine yol açmıştı.
Ankara'nın Suudiler ile irtibat ve münasebetinin tarihi…
Biraz tarih yolcuğuna ne dersiniz?
MİT öncesi Teşkilatı Mahsusa; 1. Dünya Savaşı sırasında Arabistan yarımadasında İngilizlere karşı önemli görevler gerçekleştirdi. Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden İbnü’r-Reşit, Teşkilatı Mahsusa mensubuydu.
1914-1915 arası dönemin Osmanlı istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arabistan kolunu, Eşref Sencer Kuşçubaşı sevk ve idare etmişti.
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif, 1915 yılının Mayıs ayı ortalarında resmen vazifeli olarak, “Teşkilat-ı Mahsusa”nın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in idaresindeki bir heyete katılmış, Arabistan’ın Necid bölgesine yapılan ve dört buçuk ay süren yolculuk yapmıştı.
Bu seyahatin hedefi Riyad idi...
Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaştığının ve isyan hazırlığı içinde olduğunun anlaşılması üzerine devlete sadık kalmış olan Necid meliki İbnürreşid ile kendisinin hükümet merkezi olan Riyad’da görüşülmüştü.
Teşkilatı Mahsusa’nın Hicaz bölgesindeki en önemli hizmetlerinden birisi de günümüzdeki Suud hanedanlığının kurucusu İbn Suud ile gerçekleştirdiği anlaşmadır.
Bu anlaşmaya uyan İbn Suud, 1. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı ordusuyla savaşmamış ve Osmanlı’ya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin’e katılmadığı gibi onun emirliğini ve riyasetini asla kabul etmemiştir.
Anlaşma nasıl gerçekleşti?
1914’de Enver Paşa, Suudi Arabistan’ın ilk kralı İbn Suud ile saldırmazlık protokolü gerçekleştirmesi için Teşkilat-ı Mahsusa’dan Binbaşı Ömer Fevzi’yi gönderdi.
Necid’in kudretli aşiret reisi İbn Suud, Osmanlı’ya isyan halindeydi.
Enver Paşa, İbn Suud ile anlaşma sağlamak istiyordu.
Paşa’nın İbn Suud ile anlaşma yapması için seçtiği kişi bir binbaşıydı.
Binbaşı, Harbiye Nezareti’ne bağlı Umur-ı Şarkiye Dairesi (Teşkilatı Mahsusa) emrindeydi. Trablusgarp, İran, Mısır, Irak, Kafkasya ve Arabistan’da Teşkilat’ın operasyonlarına katılan bu binbaşı Ömer Fevzi Bey, bölgede araştırmalar yapmış, Kuveyt Şeyhi Mübarek ve Muhammare Şeyhi Hazal Han’ı da ziyaret etmişti.
Temaslarının ardından İbn Suud ile yapılacak anlaşmanın mahiyetine ilişkin bir raporu Enver Paşa’ya sundu.
Kuveyt Şeyhi Mübarek’le yaptığı görüşmeyi şifreli telgrafla iletti.
Şeyh Mübarek’e göre, Osmanlı Hükümetinin İbn Suud ile gizli bir anlaşma sağlaması Umman, Maskat ve Bahreyn’e el atılmasında çok kolaylık sağlardı.
İbn Suud bu bölgeleri işgal ederdi, bu fiili durum Osmanlı’ya resmi sorumluluk getirmezdi. İbn Suud’un Osmanlı Devleti’ne asi olduğu söylenerek işin içinden çıkılabilirdi.
Nitekim öyle de oldu, plan tıkır tıkır işledi!..
Hatta 2 yıl 7 ay Medine savunmasını başarıyla tamamlayan ve kutsal emanetleri de İstanbul’a yollayan Fahrettin Paşa; İngiliz hempası Şerif Hüseyin’in ordusuna şehri teslim etmek istemediğinden Suudi Arabistan’ın kurucusu Emir İbn Suud’a mektup yazmış, Suud aşiretini ve ordusunu Medine’ye davet etmiş, şehri kendilerine teslim etmek istediğini belirtmişti.
Torunun ifadesine göre mektupta şunlar yazıyordu;
“Gel, sana teslim edeyim Medine’yi. İngilizlerin yanında yer alan Şerif Hüseyin’e değil. Emir Suud oğlu Abdülaziz Paşa, İslam âleminin yüzünü döndüğü yer, İngiliz himayesi altına kalmasın.
Bunun için biz kanlarımızı çok ucuz döktük. Bu demek değildir ki, sınırlarımızı büyük etmeye veya Hicaz’da olan yer altı kaynakları için çalıştık”.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, “İngiliz İslamcıları”nın iddia ettiği gibi asla Mekke ve Medine’nin bulunduğu Hicaz bölgesi ile ilgisini kesmedi.
Cumhuriyetin yönetici kadrosu İngilizlerin kışkırtmasıyla İstanbul’a başkaldıran Mekke Şerifi Hüseyin’in hainliğini asla affetmedi ve krallık kurmasına izin vermedi.
Mekke Şerifi Hüseyin, güya “peygamber torunu” olduğu için Halifelik makamının kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Lawrens’in kuklası Şerif Hüseyin’e en şiddetli tepkiyi Necid’deki Suudiler gösterdi.
Ankara ile temastaki Suudiler, Ağustos 1924’te önce Taif’i, ardından Mekke’yi ele geçirdiler.
Şerif Hüseyin tahttan çekildi ve yerine oğlu Ali geldi. Böylece Hüseyin’in halifelik hayali sonlandı.
Cidde’ye çekilen Ali de 1925 Aralık ayında tahtından çekildi Irak’a sığındı.
Hicaz bölgesi Suudilerin eline geçti…
1926 Ocak ayında İbn-i Suud kendisini Necid Sultanı ve Hicaz Kralı ilan etti. Bu krallığı ilk tanıyan ülkelerden biri de Türkiye Cumhuriyeti’ydi.
1926 Mayıs’ta, Tebriz eski Baş Şehbenderi Süleyman Şevket, sabık Yemen valisi Mahmud Nedim ve İskenderiye Şehbender Vekili Feridun Fahri beyler, Türkiye’nin Büyükelçilik görevlileri olarak Hicaz’a gittiler.
Bu arada Emir İbn Suud, 70 kadar delegenin katıldığı Hilafet konferansını 6 Haziran 1926 tarihinde Mekke’de, şehrin batı kapısının çıkışında bulunan tepenin eteğinde bulunan Türk Topçu kışlasında topladı.
Mustafa Kemal Paşa, konferansa temsilci Edip Servet Bey’i göndermişti…
İran ve Irak’tan katılım olmamış, Yemen, Afganistan ve Mısır delegeleri de Türkiye delegesi gibi geç gelmişlerdi. Konferansın dili Arapça idi.
Edip Servet Bey, Arapça bilmediğini, bu yüzden tercümanı aracılığı ile konuşacağını belirtmişti. Mustafa Kemal’in konferansa başarı dileyen mesajını okuyarak konuşmasına başlayan Edip Servet Bey “Türkler bu bölgeden korkuyorlardı, ama Kral Abdülaziz’in gelmesiyle bu korku zail oldu (giderildi).
Bunun için, bu kongreye davet edildiğimiz zaman mutlu ve sevinçli bir şekilde geldik.
Bu diyara girerken silah da taşımıyordum.
Ben mutmaindim (emindim). Kral Abdülaziz’e, tavafım esnasında Haremeyn’i muhafaza etmesi ve güvenliğini sağlaması için dua ettim.
Bu heyetin, ülkenin faydası için kararlar almasını umarım, tüm üyelere selamet ve başarı dilerim” dedi.
Mustafa Kemal Paşa, yeni kurulan Suud Emirliğini tanımakla kalmamış, büyükelçilik açılmasını sağlamış, Edip Servet Bey’i, Hilafet Konferansına temsilci olarak göndermişti.
1926’da Mekke’de toplanan Hilâfet kongresine Türkiye delegesi olarak katılan Edib Servet Bey’in bir başka görevi de Suud Kralı Abdülazîz ile Yemen Emiri İmam Yahyâ Hamîdüddin el-Mütevekkil-Alellah arasındaki ihtilâflarda aracılık girişiminde bulunmaktı.
1929’da Türkiye Cumhuriyeti ile Hicaz ve Necid Krallığı arasında dostluk antlaşması imzalandı.
Bu görüşmelere Medine kahramanı Fahrettin Paşa’nın da katıldığı anlaşılmaktadır.
1 Haziran 1927 tarihli ve Gazi Mustafa Kemal imzalı bir kararnamede, Hac mevsiminde Cidde’de bir Türk tabibi bulundurulmasına Necid ve Hicaz Hükümeti’nce muvafakat edildiği, buraya Sıhhıyye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı) mütehassıslarından Doktor Şerafeddin Bey’in gönderildiği yazılıydı.
Yeni Cumhuriyet idaresi, Müslüman hacıların sağlığı ile yakından ilgileniyordu.
İki ülke arasındaki ilişkilerin bir adım daha ilerlemesi, 3 Ağustos 1929 günü Mekke’de imzalanan dostluk anlaşması ile oldu.
Ancak Suudi tarafı anlaşmayı ancak Kasım 1930’da onayladı.
İki ülke arasındaki en ciddi yakınlaşma, Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal’ın Haziran 1932’de Türkiye ziyareti sırasında yaşandı.
1932’de Abdülazîz’in oğlu Emîr Faysal, Türkiye’yi ziyaret ederek babasının mektubunu Mustafa Kemal’e takdim etti.
Emir Faysal’ın akıcı bir İstanbul Türkçesi ile konuşması gazetecileri şaşırtmıştı.
Bunda şaşıracak bir şey yoktu çünkü Emir’in dedesi Muhammed es-Sanayan, Osmanlı ordusunun bir mensubuydu ve savaşta ölmüştü.
Faysal’ın yaverliğini ve tercümanlığını yapan Binbaşı Halid Bey de Çanakkale gazilerindendi.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ziyaretin ardından, Suud kralına hediye olarak Yüzbaşı Celâl Bey ve silah fabrikası ustalarından Nuri Efendi ile ‘milli imalat’ tüfekler gönderdi.
Ayrıca Suudi Krallığı’nın uçuş eğitimi görmek üzere 10 öğrenciyi Ankara’ya göndermek istemesine, 24 Nisan 1933 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla onay verildi.
Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal Türkiye’ye gelmeden meşhur Medine Müdafii, Lawrence’ın ‘Çöl Kaplanı’ lakabını taktığı, Akıncı beyi Bali Bey Malkoçoğlu’nun anne tarafından torunu Fahrettin Paşa, İbn Suud’un talebi üzerine Hicaz’a bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilmiş bulunuyordu.
Suud ailesinin Fahrettin Paşa’yı istemelerinin nedeni hem yeni kurulan krallık ordusunu tahkim ve talim ettirmesi olduğu gibi kendisine duyulan güven ve itimattı.
Çünkü Fahrettin Paşa, Enver Paşa’nın talimatıyla Türklerle anlaşma imzalayan ve bu anlaşamaya sadık kalan Abdülaziz İbn Suud’a Hz. Muhammed’in kabri şerifinin bulunduğu Medine’yi teslim etmek istemişti.
Binghamton Üniversitesi’nde Doktora Öğrencisi ve Osmanlı Tarihi, Modern Orta Doğu ve Güney Asya, Din, Mezhepçilik konularında çalışmalarda bulunan Ömer Faruk Topal’ın ABD arşivlerinde rastladığı Medine kahramanı Fahrettin Paşa’nın 1930 yılında Atatürk tarafından özel bir heyetle İbn Suud’a gönderildiğine dair belgeler, MİT’in bu sahadaki faaliyetlerine yeni açılım sağlamaktadır.
Ömer Faruk Topal; heyetin asıl amacının Necid bölgesinde Türkiye’dekine benzer bir jandarma gücü kurmak olduğunu belirtiyor.
Çok iyi Arapça bilen Fahrettin Paşa’ya yine Arapça bilen 4-5 Türk subayın eşlik ettiğini öğreniyoruz.
Bu Subayların tamamının Necid ordusu içinde üst düzey mevkilere atandığı ve maaşlarının İbn Suud tarafından altın olarak ödendiği anlaşılıyor.
İşin ilginci ise bu bilgiyi veren kişinin Amerikan askeri ataşesi Albay J.D. Elliott olması. ABD petrol şirketleri (Amerikan Socal -şimdiki Chevron) ile Suud Krallığı arasında anlaşma yapmasını sağlamak için Abdülaziz İbn Suud’la görüşmeye gelen bu görevli; Türklerin çok gizli çalıştıklarını, kendilerinin aldıkları bilgiye göre, Türklerin asıl amaçlarının İngiliz etkisini kırmak olduğunu, bu sırada Fahrettin Paşa’nın Yemen’e de gidip orada da faaliyetler gösterdiğini kaydediyor.
Fahrettin Paşa daha birkaç yıl önce savaşıp esir düştüğü yerlere bu sefer Türk sistemine uygun bir jandarma gücü kurmak ve İngiliz etkisini kırmak için geliyor.
Amerikan ataşesi Elliott’ın tuttuğu raporlarda Atatürk’ten sürekli Gazi diye bahsettiği, Gazi’nin yakın dostlarından İstanbul vekili Edip Servet’in de Fahrettin Paşa oradayken Necid’e gelip İbn Suud ile görüştüğü, Ömer Faruk Topal’ın sayesinde gündeme taşınıyor.
Bir başka bilgi de Hasan Çandari adında bir Yemenlinin Fahrettin Paşa ile Ankara arasında kuryelik yaptığı.
Hatta Yalova’da Edip Servet Bey’in de olduğu bir ortamda Gazi ile görüşüp Fahrettin Paşa’dan gelen haberleri Gazi’ye iletmiş.
Burası çok ilginç: Amerikan askeri ataşesi diyor ki;
“Fahrettin Paşa, İbn Suud üzerinde öyle bir etki kurdu ki Necid’teki bütün askeri birlikler onun emrine girdi.
Ayrıca Türkler İngiliz etkisini kırmak için top ve mühimmat da gönderdiler.”
Sonuç:
Cihanşumül Kadim Türk Devleti'nin işine akıl ermez. Çin, İran ve Suudi Arabistan yakınlaşması, Türkiye'nin ABD nezdinde önem ve itibarını olabildiğince artırmıştır.
Seçim sonrası Ankara-Washington ilişkisi çok farklı bir konsepte gelişerek sürdürülecektir. Size küçük bir sır vereyim mi?
Muhtemelen tüm milliyetçi söylemlerine rağmen AK Parti'nin büyük paydaş olacağı yeni koalisyon hükümeti, Suriye'de Demokratik Suriye Güçleri yani PKK/PYD/YPG'nin koruyuculuğunu üstlenebilir.
Sanırım, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov'un son Ankara temasları sırasında biraz üst perdeden konuşması, biraz da bu sebebtendi.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Seçilmiş Kaynakça
https://www.ankasam.org/cin-ve-suudi-arabistan-bulusmasinin-arka-plani/
https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/rise-and-fall-kurdish-power-iraq
https://www.lacivertdergi.com/gundem/2021/03/26/bidenin-residleri-iktidar-yapma-plani
https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2017/02/02/bati-balkanlarda-gerileme/index.html
https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/urgent-us-role-restarting-iraq-turkey-oil-exports
https://kriterdergi.com/soylesi/gazeteci-turan-kislakci-yemende-abd-suudu-ingilizler-husileri-destekliyor
https://russiancouncil.ru/en/analytics-and-comments/analytics/georgia-in-a-new-world-between-russia-and-the-west/
https://rusi.org/podcasts/global-security-briefing/episode-43-new-war-over-nagorno-karabakh-south-caucasus
https://rusi.org/explore-our-research/publications/commentary/turkey-holds-nordic-countries-gunpoint-implications-nato
https://www.habersanliurfa.net/yazarlar/omur-celikdonmez/ingilizlere-karsi-ibn-suud-operasyonunda-mit-ve-fahrettin-pasanin-rolu/29319/
https://russiancouncil.ru/en/analytics-and-comments/columns/eurasian-policy/moscow-s-caucasian-conundrum-turkish-russian-relations-and-the-limits-of-strategic-competition/